Bu kitabın başlığındaki “Filtredünya” kelimesi, bugün yaşamlarımızı etkileyen, özellikle de kültür üzerinde ve kültürün yayılıp tüketilme biçimleri üzerinde muazzam bir etki yaratan uçsuz bucaksız, iç içe geçmiş ve dağınık algoritma ağlarını ifade ediyor. Filtredünya, siyaseti, eğitimi, kişiler arası ilişkileri ve toplumun daha başka birçok yönünü değiştirdi elbette, fakat ben burada kültür alanına odaklanıyorum. Görsel sanatlarda olsun, müzik, sinema, edebiyat veya dansta olsun, algoritmik öneriler ve bunların doldurduğu içerik akışları kültürle ilişkimizi dolayımlıyor ve dikkatimizi dijital platformların yapısına en iyi uyan şeylere yönlendiriyor.
Instagram, Yelp, Foursquare gibi algoritmik dijital platformlar aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki çok sayıda insan yaşamlarında benzer ürün ve deneyimlerden hoşlanmayı öğreniyor ve bunların peşine düşüyor. Nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, sosyal medya akışlarında benzer türde dijital içerikleri görüyorlar, dolayısıyla tercihleri de ona göre şekilleniyor. Gelgelelim bu etkiler beynelmilel olsa da, bunlara temel oluşturan ağ platformları Batı menşeli – çoğunun merkezi Silikon Vadisi’nde ve akıl almaz derecede zengin bir avuç beyaz erkek tarafından yönetiliyorlar.
Fakat bizden topladıkları bütün verilere rağmen, algoritmik içerik akışları bir taraftan da bizi sürekli yanlış anlıyor: Bizi yanlış insanlara bağlıyor veya bize uymayan içerikler öneriyor, istemediğimiz türde alışkanlıkları teşvik ediyor. Algoritma ağı bizim adımıza bir sürü karar alıyor, ama ona cevap verme ya da işleyişini değiştirme imkânımız yok. Bu dengesizlik edilgenliğe yol açıyor: İçerik akışı ne öneriyorsa onu tüketiyoruz, gördüğümüz şeylere derinlemesine kafa yormuyoruz.
İnternette kendimizi sunma biçimimizi de bu platformların özendirici araçlarına göre ayarlamayı öğreniyoruz. Twitter veya Facebook’ta gönderi yazarken, Instagram’da paylaşmak üzere fotoğraf çekerken, bunları dikkat çekeceğini ve beğeni alıp tıklanacağını bildiğimiz şekilde yapıyoruz. Bu beğenilerin beyinlerimizde dopamin patlamasını tetiklediğini gösteren bilimsel çalışmalar var, yani bunların peşine düşmek ve içerik akışına uyum göstermek bağımlılık yaratıyor.
Filtredünya’nın deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini anlamak için öncelikle nasıl ortaya çıktığını anlamamız gerek.
Algoritmik içerik akışlarının egemenliği nispeten yeni bir hadise. Twitter, Facebook, Instagram, Tumblr gibi sosyal ağların ilk zamanlarında sitelerin içerik akışları aşağı yukarı kronolojikti. Kiminle arkadaş olacağınızı veya kimi takip edeceğinizi seçiyordunuz ve seçtiğiniz hesapların gönderileri yayınlanma sırasına göre önünüze düşüyordu. 2010’larda platformların kullanıcı sayıları milyonları, sonra milyarları bulduğunda ve kullanıcılar aynı anda çok daha fazla sayıda insanla bağlantı kurduğunda, kronolojik akışlar ağır işlemeye başladı, dahası her zaman ilgi çekici de olmayabiliyorlardı. Sırf doğru zamanda akışa bakmadığınız için popüler veya ilgi uyandıran bir gönderiyi kaçırabiliyordunuz. Bu yüzden içerik akışları yavaş yavaş kronolojik sıralamanın dışına çıkmaya başladı, onun yerine önerilen gönderiler ağırlık kazandı. Algoritmalarla belirlenen bu gönderiler, takip bile etmediğiniz hesaplara ait veya hiç ilgilenmediğiniz konular üzerine olabilirdi: Sırf uygulamayı açtığınızda bir şeyler olsun diye akışınıza dahil ediliyorlardı.
Kronolojik akıştan algoritmik akışa geçilmesinin arkasında kullanım kolaylığı sağlamaktan ziyade kâr arzusu yatıyordu. Kullanıcılar uygulamada ne kadar uzun vakit geçirirse o kadar fazla veri üretir, o kadar rahat izlenir ve reklam verenlere dikkatlerini satmak o kadar kolaylaşır. İçerik akışlarında algoritmaların egemenliği zamanla arttı, ama 2010’ların ortaları bu açıdan dönüm noktasıydı.
2018’de ABD’de piyasaya sürülen TikTok’un başat inovasyonu, kullanıcıya-özel içerik akışını neredeyse tamamen algoritmik hale getirmesiydi. Böylece kullanıcının kimi takip etmeyi seçtiğinden ziyade, öneri algoritmasının kullanıcı için seçtiği içerik ağırlık kazandı. TikTok bundan sonra en hızlı büyüyen sosyal ağ oldu ve beş yıldan kısa bir sürede 1,5 milyar kullanıcıya ulaştı. Tiktok’a yetişmeye çalışan rakipleri de algoritmikleştirme yolunda şirketin izinden gitti. Bugün, en azından internetin büyük kısmını oluşturan dört büyük şirket söz konusu olduğunda, algoritma egemenliği sona erecek gibi görünmüyor.
*
Bu kitabın hedefi sadece Filtredünya’nın ana hatlarını ve yarattığı sonuçları ortaya koymak değil, aynı zamanda onu analiz etmek. Böylece ondan kaçınmanın ve algoritmik içerik akışlarının yarattığı o her yeri saran kaygı ve bıkkınlık havasını dağıtmanın yollarını bulabiliriz. Algoritmaların etkisini ancak onları anlayarak yok edebiliriz – Mekanik Türk’ün dolabını açıp, onu kimin çalıştırdığını gözler önüne sererek.
Kyle Chayka’nın Filterworld: How Algorithms Flattened Culture (Doubleday, 2024) başlıklı kitabının Sunuş bölümünden seçilmiş pasajlar.