/ Erotizm / "Secret Images: Picasso and the Japanese Erotic Print": Shunga'dan Koons'a Erotizm

29/12/2011 / skopbülten / Zeynep Baransel

Barselona’daki Picasso Müzesi’nde 2010 yılında “Secret Images – Picasso and the Japanese Erotic Print” adlı bir sergi düzenlendi. Sergi, Picasso’nun kendi koleksiyonundaki Japon erotik baskı resimlerinden yola çıkarak, Edo Dönemi baskı resim geleneğini (Ukiyo-e), erotik baskı resimlerin (shunga) özelliklerini ve bu baskı resimlerin Avrupa sanatındaki yansımalarını gösteriyor. Her ne kadar Picasso gençliğinde Japon sanatından hiç hoşlanmadığını ifade etmiş olsa da,[1] özellikle son dönem baskı resim çalışmalarıyla Japon baskı resimleri arasında birçok benzerlik görmek mümkün. Zaten Picasso’nun birbiriyle çelişen ama kulağa hoş gelen ve iddialı laflar etmeyi sevdiği bilinir.

 

 

Picasso, El Abrazo III, 1963


Japonya’da 17. yüzyılın başından 19. yüzyılın ortalarına kadar süren Edo Dönemi kültürel bakımdan son derece zengin bir dönemdir. Bu zenginliğin temeli, bu dönemde elit kültürle popüler kültür arasındaki keskin çizginin silikleşmesi ve merkezinde insanlık durumlarıyla, insani ilgi alanlarının olduğu yeni bir sistemin kurulmuş olmasına dayanır. Edo Dönemi’nin Avrupa sanatını da kuvvetli bir şekilde etkileyecek olan en renkli ürünü kuşkusuz Ukiyo-e geleneğindeki baskı resimlerdir. Dönemin başında daha çok orta sınıfın özendiği hayatların, örneğin kabuki aktörlerinin, ünlü kişilerin, savaşçıların ya da kurtizanların betimlemelerinden oluşan Ukiyo-e; daha sonra yoğunlukla doğa manzaralarını, sıradan insanın günlük hayatını ve fantezilerini konu alacaktır. Günlük hayatın bir parçası olan cinsel hayat da, kuşlar böcekler ve manzara resimleri gibi diğer konuların yanında yerini alır. Shunga adı verilen bu erotik resimlere bakarken o dönemde cinselliğin birtakım sosyal, kültürel ve ahlaki baskıların altında ezilerek değil, keyifle yaşandığını, anlaşıldığını ve kabul gördüğünü hatırlamakta fayda var. Bu resimler yergi amacıyla yapılmıyor, bir nevi alt sınıf pornografisi ya da cinsel hayat rehberi de değiller; kadın-erkek, yaşlı-genç herkese hitap ediyorlar, yayınlanmaları yasal olmasa da her kesimden kişilerce biriktiriliyorlar.

 

 

Katsukawa Shuncho, The Merchants Daughter and a Young Servant, c. 1790


Foucault, Cinselliğin Tarihi’nde 17. yüzyılın başında insanların yasak olanla hoşgörülü bir içlidışlılığı olduğunu söylüyor ve kaba, müstehcen ve uygunsuz olmanın ölçütlerinin 19. yüzyılınkilerle karşılaştırıldığında oldukça gevşek olduğundan bahsediyor. Bu dönemde “bedenler cazibelerini sergiliyorlardı”.[2] Bu bağlamda shunga kelimesinin geçirdiği evrim oldukça açıklayıcı. Shunga önceleri “rahatlatan resimler/rahatlayanların resimleri” anlamını taşırken, 19. yüzyılda artık “gizli tutulması gereken” erotik resimler anlamına bürünüyor. Foucault’ya göre cinsellik, 19. yüzyılda “Viktoryen burjuvaziyle titiz bir biçimde kapatılır ve karı-kocanın yatak odasına taşınır.”[3] Aynı zamanda cinsellikten nerede ve ne zaman, hangi durumda, hangi konuşmacılar arasında ve hangi toplumsal ilişkiler içinde söz etmenin mümkün olduğu çok keskin bir şekilde belirlenir;cinsellik, sınırları belli bir incelik ve nezaket bölgesinin içine hapsedilir.[4] Cinsellik ve buna bağlı olarak erotizm böylece öncelikle üremeyle ilişkilendirilir. Sonucunda ortaya nüfusa, işgücüne ve ekonomiye katkı sağlayacak bir ürün çıkarmayacak olan tüm ilişkiler “sapkınlık” kavramı altında toplanır.

Hâlbuki erotizm insanı hayvandan ayıran özelliklerden biri değil midir? Bataille erotizmin doğal amacı ve sonucu üreme olan yeknesak cinsel aktiviteden farklı ve bağımsız olarak psikolojik bir macera ya da arayış olduğunu söyler.[5] İnsan vücudu ve organlarının işlevleri hayvani sayılabilir, çünkü hayvanlarınkilerin işleyişinden büyük bir farklılık göstermezler. Fakat insanın aynı zamanda ruhsal bir işleyişi de vardır ve bu işleyişin sınırlarını çizmek, kapsamını belirlemek, etki alanlarını neden-sonuç ilişkisi içinde kategorize etmek fiziksel işlevleri gözlemlemek kadar basit olmadığı gibi bazı durumlarda mümkün de değildir.[6] Bu bağlamda cinsellikle erotizm arasında, işlevsellikle haz, yararlı olmakla oyun, gerçek ile fantezi arasındaki gibi bir ilişki olduğunu söylenebilir.

 

Kitagawa Utamaro, Lovers in a Private Room of a Tea House, 1788


Bu nedenle erotizmi “Viktoryen yatak odasına hapsolmuş”,gerekli bir cinselliğin sınırları içinde okumaya çalışmak (ve yaşamak) imkânsız. Bataille, fantezilerinin dürtüsünü tatmin etmek için özgürce davranamayan insanın cinsel hayatının hayvanlarınkine benzeyen tekdüze bir fukaralık içine kapanacağını söylüyor.[7]Shunga resimlerindeki renkli fantezi dünyasını bu açıdan değerlendirmek onların insani boyutunu anlamamızı sağlıyor. Bu resimlerde kendi kendini tatmin edenlerin, çiftlerin, üçlülerin ya da kalabalıkların girdiği türlü pozisyonlar;figürleringülümseyen mahcup ifadeleri; göstermekten ziyade gizlemeye yönelik ahenkli giysi ve kumaşlar; yer yer bizemekânla ilgili ipuçları veren ve bizi voyörist konumuna sokan kapı aralıkları, separe arkaları gibi mimari öğeler, sınırı “sapkınlık” damgasıyla çizilmemiş her tür fanteziye hitap edecek şekilde özgür, tekdüzeliktenve fukaralıktan uzak.

Shunga resimlerinde belki de ilk dikkati çeken unsur, figürlerin zarif, naif ve mahcup halleri ve mekânların titizlik ve incelikle betimlenmiş detaylarıyla kuvvetli bir tezat oluşturan abartılı derecede büyültülmüş ve alenileştirilmiş cinsel organlar. Tanınmış bir ressam-rahibin öğrencilerine shunga çizmeyi “Penisi gerçekçi ölçülere göre çizersen, sonuç ilgi çekici/enteresan olmaz. Mübalağa etmelisin,”[8] diyerek öğretmesinden, Uzakdoğu kültüründe bu abartılı ölçülerin, aslında daha etkileyici görünsün diye daha büyük ve detaylı çizilen bir kuş gagasından ya da her yaprağı özenle ve vurgulanarak çizilip renklendirilen bir çiçek betimlemesinden farkı olmadığını anlıyoruz. Umberto Eco, Batı toplumunda –bazı dönemlerde tersi yaşanmış olsa da– genel olarak ifrazatla ve cinsellikle ilgili her şeyden rahatsızlık ya da utanç duyulduğunu söyler ve bu mahcubiyetin ifadesini “vücudun belli kısımlarını ve belli hareketlerini sergilemekten, bunlarla ilgili imada bulunmaktan kaçınma içgüdüsü veya ödevinde”[9] bulduğunu belirtir. Dolayısıyla Batı resim geleneğinde Japon resmindeki gibi bir alenileştirmeyle sık karşılaşmayız.

 

 

İsoda Koryusai, Lovers on a Veranda with Chrysanthemums, c. 1776


Günümüz sanatında ise giderek yükselen kültürel muhafazakârlığa karşı durur gibi görünen bir alenileştirme olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan iktidarın en kuvvetli silahlarından biri haline gelen cinsellik, sıkı bir şekilde denetim altında; bastırılıyor, sansürleniyor, yasaklanıyor. “Ayıp”, “günah”, “namus” artık sadece cinsellikle ve özellikle kadın cinselliğiyle birleştiriliyor;çalmakla, çırpmakla, hak yemekle, yalan söylemekle ve hatta öldürmekle değil. Foucault bunu şöyle açıklıyor: “Modern toplumların özgüllüğü cinselliği gölgede kalmaya zorlamaları değil, onu biricik giz olarak öne çıkarma yoluyla, kendilerini sürekli cinsellikten söz etmeye zorlamalarıdır.”[10]

 

 

Jeff Koons, “Made in Heaven” serisinden heykel, 2009.


Ama diğer yandan sanatta cinsellik neredeyse pornolaştırılıyor. Örneğin: son yılların medyatik sanat sahnesinin dev ismi Jeff Koons’un “Made in Heaven” serisi. Koons’un 1989’da başladığı “Made in Heaven”, sanatçının eski karısı ve bir dönemin porno yıldızı Cicciolina’yla cinsel birleşme anlarının hayal gücüne hiçbir iş kalmayacak derecede açık saçık fotoğraflarını içeriyor. Bu fotoğraflarda Koons’unpenisi, göğüs kasları, kılları ve saçları, Cicciolina’nın da anüsü dijital olarak oynanarak büyütülmüş ve şişirilmiş.[11] Koons, 2009’da Tate Modern’de yapılan Pop Life: Art in a Material World sergisine bu seriyle katıldı, bir de heykel ekleyerek. Heykel, Koons ile Cicciolina’yı kayaların üstünde oralarına buralarına rastgele sürülmüş kirler içinde “seks yaparken” gösteriyor.“Made in Heaven” serisinin tüm eserlerinde bedenlerin cazibelerini değil, organların birleşmelerini sergilediğini söyleyebiliriz.Bu fotoğraflarda büyüterek, şişirerek yapılmış abartmaların, shunga resimlerinde olduğu gibi resmi daha etkileyici kılmaktan ziyade, bir pazarlama hilesi niteliğinde kaldığını görüyoruz. Ortaya çıkan sonuç erotizmden koparılmış, sıradan pornografik bir estetik, bayağı bir realizm… Usta bir aşçının elinden çıkan leziz bir menü tadındakiJapon erotik baskılarının yanında bu fotoğraflar ve heykel, tabağımıza fırlatılmış pis kokulu, tuzsuz, çirkin bir et parçası gibi. Çiğ.

“Secret Images, Picasso and the Japanese Erotic Print” sergisinin Thames & Hudson’dan çıkan aynı başlıklı kataloğu, sanatın Cicciolina’nın memeleri ile Koons’un pipisinden ibaret olmadığını bir kez daha hatırlamak isteyenler için.

 



[1]Secret Images, Picasso and the Japanese Erotic Print (Londra: Thames&Hudson, 2010) s.  82.

[2]Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, çev. Hülya Uğur Tanrıöver (İstanbul: Ayrıntı, 2007)s. 12

[3]A.g.e.  s. 12

[4]A.g.e. s. 21

[5]Georges Bataille, Eroticism, Death & Sensuality (San Francisco: City Lights Books, 1986)  s.11

[6]A.g.k. 149-151

[7]Georges Bataille, Cinsellikten Dinselliğe Erotizm, çev. Bora Akad (İstanbul: Kelebek Yayınları, 2006) s. 142.

[8]Secret Images, Picasso and the Japanese Erotic Print, s. 16.

[9]Umberto Eco, Çirkinliğin Tarihi(İstanbul: Doğan Kitap, 2009)  s.131.

[10]Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, s. 34.

[11]<http://www.guardian.co.uk/artanddesign/2009/sep/29/pop-life-tate-pop-art> 23 Aralık 2011

erotizm, Jeff Koons, Picasso