Bilindiği gibi, aslında modernizm öncesine kadar galeri ile müze arasında hiç de keskin bir ayrım yoktu. Örneğin İtalya’da sanat eserlerinin, kitapların, el yazmalarının saklandığı odalara “Galleria” adı verilirdi. Modern dönemde ise Louvre Müzesi, British Museum, Metropolitan Museum of Art gibi kurumlar müze adını bütün dünya medeniyetlerinin kültür üretimlerini toplama ütopyasıyla pekiştirdi. Bu yüzden de, sadece belli bir ulusun sanat ürünlerini sergileyen alanlar “ulusal galeri” olarak tanımlanır oldu. Zaman içinde, sanat piyasası şekillenmeye başladıkça, galeri bildiğimiz anlamını kazandı. Sanatın artık finansallaştığı bu dönemde ise, müze ile galeri arasındaki ayrım yeniden giderek kapanıyor ve muğlaklaşıyor. Söylemeye gerek yok, Mediciler’in Floransa’sındaki Galleria’ya bir geri dönüş değil bu... Galeri düzeninin (ki bunun içine ‘toplumsal sorumluluk’la birbiri ardına açılan özel sanat kurumlarını da katabiliriz) müzeyi kapsayarak yavaş yavaş soğurduğu bir gelecek bekliyor bizi. Hal böyle olunca; üzerine sıklıkla yazılmış, çizilmiş olmasına rağmen, Adalet Cimcoz’un 1951’lerde açtığı Maya Sanat Galerisi’nin hikâyesini bir kere daha hatırlamak; özellikle bugün varını yoğunu ‘topluma hizmet’ için sanata yatıran hayırseverlerimize bir kere daha hatırlatmak anlamlı olacak gibi duruyor...
İyi bir çevirmen ve bir “dublaj kraliçesi” olan Adalet Cimcoz’un kişiliği, karizması ve yaşamıyla oldukça ayrıksı biri olduğu bilinir. Sanatçı olmamasına rağmen sanat dünyasında çok etkin olan Cimcoz, “Fitne Fücür” mahlasıyla çeşitli gazetelerde kimi sonradan görmelerle dalga geçtiği dedikodu yazıları da yayınlar.[1] O nedenle de Beyoğlu Kallavi sokak 20 numaralı apartmanın birinci katında 1951 yılında Maya Sanat’ı açtığında, ilk desteği beraber çokça vakit geçirdiği Sabahattin Eyüboğlu ve Orhan Veli’den alır. Orhan Veli galeri açılmadan hayatını kaybeder, ama Eyüboğlu galerinin ambleminin tasarlanmasından, “belki tutar” diyerek konulan Maya adına kadar pek çok konuda Adalet Cimcoz’a yardım eder. Aslında bu üç entelektüelin akıllarındaki, bugün bile (aslında özellikle bugün) eşine rastlanmayan bir kültür projesidir... Maya’daki öncelik genç sanatçıları destelemektir. Cimcoz şöyle söyler: “1951 senesinin ilk ayından bugüne kadar her 15 günde bir burada yeni bir sergi açtık... En büyük zevkim her sergide sanatkârlarla beraber hazırlanmak ve heyecan çekmektir. Bu bakımdan bilhassa gençler çok daha hararetli ve hevesli, hele eserlerinin satılması bilseniz onlara ne kadar tesir ediyor. Bazen sırf kendilerini sevindirmek ve teşvik etmek maksadiyle eserlerinin hepsini satın alacağım geliyor. Fakat ne yazık ki buna maddeten imkân yok”[2]... Yüksel Arslan’ın anlattığı bir anı bunu doğrular: “Cimcoz geldi bana sordu. ‘Yüksel resimlerini kaça satacağız?’ Dedim ki ben nereden bileyim. O zaman eline bir çıngırak alıp '50 liraya bir resim, 50 liraya bir resim’ diye pazardakiler gibi bağırmaya başladı. ‘Gelin kapanın elinde kalıyor’ diyordu. Bütün resimlerim satıldı.”[3]
Görüldüğü üzere Adalet Cimcoz’un parada pulda gözü yoktur. Gerçekten de Maya Sanat Galerisi’nin açık olduğu 4 yıl boyunca Nedim Günsür’den Nuri İyem’e, Aloş’tan Ömer Uluç’a kadar pek çok genç ressamın sergisi açılır. Salt bir sanat galerisi de değildir Maya... Günümüzün multi-disipliner, geçişken, dinamik olduğunu iddia eden pek çok kültür kurumundan da ötedir. Tıpkı 19. yüzyıl Paris’inde entelektüelleri biraraya getiren kafeler ve lokaller gibi, Maya; Melih Cevdet, Sait Faik, Azra Erhat, Fikret Adil gibi edebiyatçıların yanı sıra fotoğraf sanatçıları, müzisyenler, akademisyenler, Cimcoz’un çevresinden dublaj, sinema ve tiyatro sanatçılarıyla dolup taşar. Mengü Ertel, Kuzgun Acar, Ömer Uluç gibi birçok genç sanatçı her sergi ve etkinlik öncesi Maya’da çalışır, yardım eder. Maya, modern olanın yanında geleneksel Türk sanatlarının da yer aldığı, resim ve heykelin edebiyat, karikatür, fotoğrafla birbirine karıştığı bir mekândır. Hafta Mecmuası’nda Nurettin Nur ortamı şöyle aktarmıştır: “Duvarlarında şu sırada Ferruh Başağa’nın çok alaka çekmiş olan yağlıboya ve gravür tabloları asılı. Öteye beriye serpiştirilmiş modern heykeller, tahta ve yakılarak yapılmış güzel yemiş tabakları... Adalet Cimcoz’un etrafı şairler, ressamlar ve sanatkârlarla çevrili. Metin Eloğlu henüz neşretmediği hikâyesini okuyor. Cumhuriyet gazetesindeki memleket röportajları ile herkese kendini sevdirmiş olan Yaşar Kemal sabırsızlık içinde, o da Keçi isimli hikâyesini okumak istiyor. Orhan Arıburnu’nu kenara çekiyorum. Heyecan ve hayretle ‘Kuzum burası yoksa kulüp mü?’ deyiveriyorum”. [4]
Ne yazık ki kamusal bir kültür projesi haline gelen Maya Sanat Galerisi ancak dört yıl açık kalır. Fakat Maya’nın kapanışı bile bir emsal oluşturur. Kapanma haberini alan Mayacılar, gazete yazılarından parasal desteğe kadar, galerinin kurtuluşu için tüm imkânlarını kullanırlar. Böylece bir kurtarıcı sergi açma fikri doğar ve bu sergiyi, Adalet Cimcoz değil, Bedri Rahmi’den Şadi Çalık’a, Ferruh Başağa’dan Ara Güler’e pek çok farklı alandan eser gönderen Maya dostları (bu, müze dostları fikrinden epey uzak!) düzenler. Pek çok farklı gazetede destek yazıları çıkar. Bülent Ecevit’in Ulus Gazetesi’ndeki “Maya Yaşamalıdır” başlıklı aşağıdaki yazısı, İstanbulluların neleri kaybetmekte olduğunu adeta bağırır:
‘‘İstanbullu'lar bunu, kendilerine verilmiş son bir şans saymalıdırlar! Eğer bu şansı iyi kullanamazlarsa, nüfusu bir milyonu aşan ve Türkiye'nin en varlıklı insanlarını toplıyan tarihî İstanbul şehri, bir küçük sanat galerisini yaşatamamış olmanın yüz karasından kolay kolay kurtulamaz.’’[5]
Sergi büyük başarı gösterir, Adalet Cimcoz sergiye Türk sanatkârının sanatoryumdan, Paris’ten, Anadolu köyünden eserler gönderdiğini, beş yaşındaki çocuğun bile yaptığı resmi getirdiğini, şairlerin yurtlarından şiir demeti yolladıklarını anlatır. Ama tüm bunlar Maya Sanat’ın devamı için yeterli olmaz ve galeri 1955 yılında kapanır. Fikret Adil “Biraz da dedikodu yapalım” adlı yazısında şöyle der:
“Maya” gelecek mevsim açılmayacak. Buna rağmen, yine de büyük, çok büyük hizmetlerde bulundu. Maya, sanat tarihine geçecektir ve takdirle anılacaktır. Ve İstanbul, ilk hususi sanat galerisini açmış şehir olacaktır. Aynı zamanda kapatmak mecburiyetinde kalmış şehir!
Maya’nın yerine bakalım ne açılacak? Eğer, ‘Welcome’ yazılı levhalarla bir ‘Night Club’ açılırsa iş yapar”[6]
Başta da belirttiğim gibi, Maya Sanat Galerisi’nin tarihi ve Adalet Cimcoz üzerine oldukça fazla yazıldı, çizildi. Ama Resim ve Heykel Müzesi’nin ilk yıllarını hatırlatan bu lokali tekrar hatırlamak sanki şimdi daha da önemli... Yalnız Cimcoz’un değil, Maya’yı mesken tutan tüm entelektüellerin merak ve heyecanını hissetmek, Maya’nın kapanmaması için gösterilen direnişi unutmamak için Maya Galeri’nin öyküsü tekrar tekrar dinlenmeli... Özellikle de günümüzün finansör sanat ortamına her şeyiyle bağlanmış, “koşullar böyle”yle kendilerini aklayan kimi çağdaş sanatçılarımıza tarihi sıfırlamak yerine tarihe bakmayı hatırlatmak için... Çünkü, eninde sonunda onları da tarih bir biçimde yazacak...
[1] Adalet Cimcoz’un renkli hayatını Mine Söğüt 2000 yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Adalet Cimcoz: Bir Yaşam Öyküsü” kitabında etraflıca anlatır.
[2] Kaptana, M., “Maya ve Adalet Cimcoz”, (İstanbul: Yenilik Matbaası, 1972).
[3] Arslan, Y., Yüksel Arslan Söyleşisi, Yüksel Arslan Retrospektifi, (SantralIstanbul, 2009).
[4] Aktaran: Tepeci, F., İstanbul Sanat Sergileri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, 1996), s: 39.
[5] Ecevit, B., “Maya Yaşamalıdır”, Ulus Gazetesi, (25 Mayıs 1954).
[6] Adil, F., “(Bir İstanbullu), Biraz da Dedikodu Yapalım”, Aydabir Dergisi, (Mayıs, 1955).