Dünyanın Büyük Yenilgisine Karşı

 

 

Resim sanatının tarihinde bazen tuhaf kehanetlere rastlanabiliyor. Ressamın hiç de öyle bir niyeti yokken bulunmuş olduğu kehanetler... Örneğin, Breughel’in 1560’ta yaptığı, bugün Prado Müzesi’nde bulunan Ölümün Zaferi tablosunda [üstte], Nazi toplama kamplarına dair korkunç bir kehanet görülebilir.

Kehanetlerin büyük kısmı, belirli bir şeyi hedef aldıklarında kötü olmaya mahkûmdur, zira tarihte yeni dehşetlerden yana hiç sıkıntı çekilmezken –gerçi birkaçı yok olup gider– yeni mutluluklar bulunmaz: Mutluluk hep aynı, bildiğimiz mutluluktur. Değişen tek şey, bu mutluluğa ulaşmak için tutulan yollardır.

Breughel’den yarım asır önce, Hieronymus Bosch Binyıl Üçlüsü tablosunu yapmıştı. Üçkanatlı resmin sol panosunda cennetteki Adem ile Havva, büyük orta panoda Dünyevi Tatlar Bahçesi, sağda ise Cehennem resmedilmiştir. İşte bu cehennem, bugün, küreselleşmenin ve yeni ekonomik düzenin dayattığı zihinsel iklime dair tuhaf bir kehanet halini almıştır.

Nasılını açıklamaya çalışayım. Bahsettiğim kehanetin, resimde kullanılan sembolizmle pek alakası yok. Bosch’un sembolleri muhtemelen 15. yüzyılın binyılcı tarikatlarına ait gizli, veciz, sapkın dile dayanıyordu; bu tarikatlar, kötülük yenildiği takdirde yeryüzünde cennetin kurulabileceğine inanıyordu! Bosch’un eserlerindeki alegoriler üzerine çok yazılıp çizildi. Fakat Bosch’un cehennem tasavvurunda bir kehanet varsa, bu, insanın hafızasına kazınan bütün o grotesk ayrıntılardan değil, resmin bütününden ileri gelmektedir. Başka türlü söylersek, cehennemin uzamını oluşturan şeyden.

Orada ufuk yoktur. Eylemler arasında bir devamlılık yoktur; ne duraklamalar, ne güzergâhlar, ne bir örüntü, ne geçmiş ne de gelecek vardır orada. Sadece beş benzemez parçadan oluşan bir şimdinin kargaşası vardır. Her yerde şaşkınlık ve heyecan vardır, ama hiçbir şey bir yere varmaz. Hiçbir şey akıp gitmez, her şey kesintiye uğrar. Özel bir hezeyan türü hâkimdir.

 

 

 

Bu manzarayı, alelade bir reklam filminde veya bir CNN haber bülteninde, ya da herhangi bir kitle iletişim aracında gördüklerinizle karşılaştırın. Orada da benzer bir bütünlüksüzlük, birbirinden kopuk heyecanların oluşturduğu çılgın kalabalık, benzer bir taşkınlık vardır.

Bosch’un kehaneti, küreselleşmenin darbesi altındaki medyanın bize ilettiği, durmadan satma gereğinin damgasını vurduğu dünya-resmine dairdir. İkisi de, kırık parçaları birbirine oturmayan bir yap-bozu andırıyor.

Nitekim, Komutan Yardımcısı Marcos da yeni dünya düzenini konu alan bir mektubunda tam bu kelimeyi kullanmıştı. Meksika’nın güneydoğusundan, Chiapas’tan yazıyordu.[1] O satırlardaki analizin gücünü bir-iki satırda hakkıyla yansıtmam imkânsız. Marcos bugün yeryüzünü dördüncü dünya savaşının alanı olarak görüyor. (Üçüncüsü Soğuk Savaş tabir edilen savaştı.) Savaşçıların amacı, dünyanın tamamını piyasa aracılığıyla fethetmek. Cephaneleri finansal; ama buna rağmen her dakika milyonlarca insan yaralanıyor ya da ölüyor. Savaşı yürütenlerin hedefi, yeni, soyut merkezlerden dünyaya hâkim olmak: yatırım mantığı dışında hiçbir denetime tabi olmayan piyasa megapollerinden. Bu arada yeryüzündeki insanların onda dokuzu, birbirine uymayan, kırık dökük parçalarla yaşıyor.

Bosch’un panosundaki bölük pörçüklük buna o kadar benziyor ki, o tabloda, Marcos’un sözünü ettiği yedi yap-boz parçasını bulabileceğimizi düşünüyorum.

Bahsettiği ilk parça dolar işareti şeklinde ve yeşil renkte. Parça, dünya servetinin giderek daha az sayıda insanın elinde toplanmasından ve umarsız yoksulluğun tarihte eşi görülmemiş biçimde yayılmasından oluşuyor.

İkinci parça üçgen şeklinde ve bir yalandan oluşuyor. Yeni düzen insan emeğini ussallaştırma ve üretimi modernleştirme iddiasında. Gerçekte yaptığı ise, sanayi devriminin başlarındaki barbarlığa geri dönmekten ibaret, ama önemli bir farkla: Bu kez barbarlığın karşısında onu frenleyecek hiçbir etik kaygı ya da ilke yok. Yeni düzen fanatik ve totaliter. (Kendi sistemi içerisinde temyizi yok. Totalitarizmi, politikayla ilgili değil –ki ona göre politika aşıldı– mali kontrolle ilgili.) Çocukları düşünün. Dünya üzerinde yüz milyon çocuk sokaklarda yaşıyor. İki yüz milyon çocuk küresel iş gücünün parçası durumunda.

Marcos’un bahsettiği üçüncü yap-boz parçası, bir kısır döngü gibi yuvarlak. Zorunlu göçten oluşuyor. Hiçbir şeyi olmayanlar arasında biraz daha atılgan olanlar, hayatta kalmak için göç ediyor. Ama yeni düzen sabah akşam tek bir ilkeye göre işliyor: üretmeyen, tüketmeyen ve bankaya koyacak parası olmayan herkes fazlalıktır. Onun için göçmenler, topraksızlar, evsizler, sistem içinde yok edilmesi gereken birer artık muamelesi görüyor.

Dördüncü parça bir ayna gibi, dikdörtgen şeklinde. Bankalar ile dünya çapındaki vurguncular arasındaki sürekli alışverişten oluşuyor, zira suç da her şey gibi küreselleşti.

Beşinci parça beşgen şekline yakın. Fiziksel baskıdan oluşuyor. Yeni düzende ulus-devletler ekonomik bağımsızlıklarını, politik hareket kabiliyetlerini ve egemenliklerini kaybetti. Ulus-devletlerin yeni görevi, kendilerine tahsis edileni yönetmek, piyasanın dev şirketlerinin çıkarlarını korumak ve hepsinden önce de fazlalıkları kontrol altında tutmak.

Altıncı parça kırıklardan oluşuyor. Yeni düzen bir yandan alışverişlerin ve anlaşmaların ânında telekomünikasyonuyla, zorunlu serbest alanlarla (NAFTA), ve her yerde dayattığı piyasanın tartışılmaz kanunuyla sınırları ve mesafeleri ortadan kaldırırken, bir yandan da ulus-devleti aşındırarak sınırların parçalanmasını ve çoğalmasını teşvik ediyor: eski Sovyetler Birliği’nde, Yugoslavya’da vs. olduğu gibi. “Neoliberal yap-bozun anlamsız birliğini yansıtan kırık aynalardan oluşan bir dünya,” diyordu Marcos.

Yap-bozun yedinci parçası cep biçiminde, dünya çapında yeni düzene karşı gelişen direniş ceplerinden oluşuyor. Meksika’nın güneydoğusundaki Zapatistler bu ceplerden bir tanesi. Farklı koşullar altında ortaya çıkan diğerleri, ille silahlı mücadele yolunu seçmiş değil. Bu ceplerin ortak bir politik programı yok. Nasıl olsun ki – hepsi kırık bir yap-bozun parçaları. Ama barındırdıkları çeşitlilik umut verici olabilir. Ortak noktaları, fazlalık sayılanları, ortadan kaldırılmasında beis görülmeyenleri savunmaları ve Dördüncü Dünya Savaşı’nın insanlığa karşı bir suç olduğuna inanmaları.

Bu yedi parça hiçbir zaman birbirine oturup anlamlı bir şekil oluşturmayacak. Bu anlam yokluğu, bu saçmalık yeni düzenin her yerine yayılmış. Bosch’un cehennem tasavvurundaki  gibi, ortada bir ufuk yok. Dünya yanıyor. Her figür kendi acil ihtiyaçlarına ve hayatta kalmaya odaklanıyor. Eşi görülmemiş klostrofobinin sebebi aşırı kalabalık değil, bir hareket ile en yakınındaki diğer hareket arasında hiçbir süreklilik olmaması. İşte cehennemi yaratan bu.

Bizim kültürümüz belki de gelmiş geçmiş en klostrofobik kültür; küreselleşme kültüründe, tıpkı Bosch’un cehenneminde olduğu gibi, başka bir yere veya başka bir olasılığa dair bir ışık yok. Mevcut olan tek şey, bir hapishane. Böyle bir duruma indirgenen insan zekâsı da nihayetinde aç gözlülüğe indirgeniyor.

Marcos mektubunu şöyle noktalıyordu: “Yeni bir dünya inşa etmek gerekiyor – birden çok dünyayı, bütün dünyaları barındırmaya muktedir bir dünya.”  

Bosch’un resminin bize hatırlattığı –kehanetlere böyle bir işlev yüklenebilirse– şu: Başka bir dünya yaratmanın ilk adımı, zihinlerimize kazınan dünya-resmini ve her yerde doymak bilmez satış ihtiyacını meşrulaştırıp idealleştirmek için öne sürülen sahte vaatleri reddetmek. Yaşamak için başka bir uzama ihtiyaç var.

Önce bir ufuk keşfedilmeli. Bunun için de umudu yeniden bulmamız gerek. Ama umut inancı gerektirir ve başka somut eylemlerle desteklenmelidir. Örneğin, yaklaşma hareketi, uzaklıkları ölçüp aşma edimi. Bu, kopuklukların üstesinden gelen ortaklıklar yaratır. Direnmek sadece önümüze konan dünya-resminin anlamsızlığını kabullenmeyi reddetmek değil, aynı zamanda onu hükümsüz kılmak anlamına da gelir. İnsan cehennemi kendi içinde hükümsüz kıldı mı o da cehennem olmaktan çıkar.

Bugün var olan direniş ceplerinde, Bosch’un üçkanatlısının Adem ile Havva’yı ve Dünyevi Tatlar Bahçesi’ni gösteren öteki iki panosu, karanlıkta, elde meşaleyle incelenebilir... onlara ihtiyacımız var.

 

 

 

John Berger’in, The Shape of a Pocket (Vintage, 2003) adlı kitabında yer alan “Against the Great Defeat of the World” başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrildi. 



John Berger