“Moskova’yı proleter devletin örnek kenti yapalım”, Aleksandr Deyneka, 1931. Kaynak: www.recentering-periphery.org
Sovyetler’de 1920’lerin sonunda Çağdaş Mimarlar Birliği (OSA) üyeleri arasından bazı konstrüktivist mimarlar radikal bir kent eleştirisine yöneldiler. Kentsel yoğunlaşmaya çare olması amaçlanan tasarımlara odaklandılar ve “disurbanizm” teorisini geliştirdiler. Disurbanizm taraftarlarına göre, kır-kent ayrımı ortadan kaldırılmadan insanlığı geçmişin zincirlerinden kurtarıp özgürleştirmek mümkün olamazdı. Kentsel ve kırsal yaşam tarzları arasındaki ayrımın sürmesi, ister istemez, burjuva toplumuna has eşitsizlik ve adaletsizlikleri yeniden üretirdi. Disurbanistler yaşam ortamlarının tüm coğrafya üzerinde dağıtılmasını, kentte yoğunlaşmadan kaçınılmasını savunuyordu; bu doğrultuda, üretim tesislerinin konumuna göre belirlenen altyapı aksları boyunca dağıtılmış modüler binalar kullanmayı öngörüyorlardı. Bu gelişme, Lenin’in Sovyet devriminin temel dayanağı olarak tanımladığı elektrifikasyonun neticesi olacaktı.[1]
“Sosyalist yerleşim”in nasıl olması gerektiği konusunda dönen tartışmanın odağında, komünizmin kır-kent ayrımını ortadan kaldıracağını söyleyen Marx’ın sözleri yer alıyordu. Modernist mimarlar, bu sözleri farklı şekillerde yorumlamaları sonucu iki karşıt kampa bölündüler. Leonid Sabsoviç’in başını çektiği urbanistler, yollarla birbirine bağlanan küçük kent ağları oluşturmayı öneriyordu. Bu yeni kentlerde, her işçinin en az bir mobilyalı odaya kavuşacağı büyük apartman blokları ferdî konutun yerini alacak, büyük endüstriyel mutfaklar ve merkezî endüstriyel çamaşırhaneler gündelik ihtiyaçların kolektif şekilde karşılanmasını sağlayacaktı. Karşı kutuptaki disurbanistlere göre, bireysel ulaşım araçlarının gelişmesi eski kentin sonu demekti; geleceğin yerleşimleri azami özgürlük kaidesiyle yaratılmalıydı: Anayollarla birbirine bağlanan ferdî konutlar ve gelişmiş bir dağıtım merkezi ağı, onlara göre, daha hijyenik ve verimli bir yaşam altyapısı sağlayacaktı.[2]
Kır ile kentin birleşmesini kutlayan takvim, Mizyakin, 1923. Kaynak: Imagining the Socialist City
Georgiyi Krutikov’un “Uçan Kent” projesi için mekik, 1929. Kaynak: thecharnelhouse.org
Disurbanizm kavramını ilk savunanlar, sosyolog Mihail Ohitoviç ve mimar Moisey Ginzburg’du. Çağdaş Mimarlar Birliği’nin çıkardığı Sovremmennaya Arhitektura (Çağdaş Mimarlık) dergisinin son sayıları bu konuya odaklanıyordu. 1930 yılında Ginzburg ve Mihail Barş, Moskova için geliştirdikleri “Yeşil Kent” projesinde, kentte yeni inşaat faaliyetlerinin derhal durdurulmasını, kamu girişimlerinin kent dışındaki yerlere aktarılmasını, boşalan alanların parka dönüştürülmesini önerdiler; projede ayrıca, kentten kırsal alana uzanan yollar aracılığıyla Moskova sakinleri ile kırsal nüfusun birbirine bağlanması öngörülüyordu.
1930 tarihli Sovremmennaya Arhitektura dergisinde Barş ve Ginzburg şöyle yazmıştı:
Bir insan hastalandığında, uygun ilaçlarla tedavi edilebilir. Ancak, hastalığın ortaya çıkmasını engellemek çok daha verimli ve çok daha maliyetsiz olacaktır. Sosyalist tıbbın esası da budur: koruyucu sağlık. Kent çirkin olduğunda, yani halihazırdaki tüm vasıflarıyla –gürültü, kirlilik; ışık, hava ve güneş eksikliği– kent olduğunda, çareyi ilaçlarda arıyoruz: kırda inşa edilen evler ve villalar, kaplıcalar, dinlenme evleri, yeşil kentler. Bunların hepsi ilaç, kent kaçınılmaz biçimde var olduğu sürece muhtaç olduğumuz ilaçlar. Fakat zehir ile panzehirden müteşekkil bu ikili sistemi görmezlikten gelemeyiz, tipik kapitalist çelişkiler sistemidir bu. Bu sistemin karşısına sosyalist koruyucu sağlık sistemi çıkarılmalı: tüm özgül vasıflarıyla kenti ortadan kaldıran; insanın çalışma, dinlenme, kültür gibi meselelerinin, sosyalist bir varlığın kesintisiz süreci olarak ve bir bütün halinde çözüme kavuşturulduğu, yoldaşlığa dayalı bir yerleşimi teşvik eden sistem.[3]
Yakov Çernihov, “Yürüyen Kent”, 1930. (Archigram’ın yürüyen kent projesinden 30 yıl önce). Kaynak: thecharnelhouse.org
Mihail Barş ve Moisey Ginzburg, “Yeşil Kent”, 1930. Kaynak: Visions for the future city
Mihail Barş ve Moisey Ginzburg, “Yeşil Kent”, 1930. Kaynak: wikimedia.commons
Disurbanistlere şiddetle karşı çıkan Le Corbusier, Moskova’da bulunduğu 17 Mart 1930 tarihinde Moisey Ginzburg’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
Kentsizleştirme [de-urbanisation] teriminin kendisinde çelişki var. […] Toplum karmaşıktır, basit değildir; […] değişim ve düzenlemelere rağmen manipüle edilmeye gelmez: son kararı veren hayattır! […]
İnsanlar her zaman, her ülkede ve her şart altında, biraraya gelmeye ihtiyaç duyar. Grup insana güvenlik ve korunma sağlar, birlikteliğin hazzını yaşatır. Şartlar zorlaştığı an, grup, sınai faaliyeti, insanların yaşamasını sağlayan üretimi teşvik eder […]. Zihinsel üretim, biraraya gelmiş insanların ürünüdür. Zekâ, grup kitleleri içinde gelişir, keskinleşir, […] bizatihi yoğunlaşmanın semeresidir. Dağılma [yalıtılma] korkutur, zayıf düşürür, bedensel ve zihinsel disiplinle tüm bağları gevşetir, ki onlar olmadığında insan ilkel haline döner.[4]
“Yoldaş Komünü” (Tovarişeskaya kommuna). Sovremmennaya Arhitektura (Çağdaş Mimarlık) dergisi 17. sayı, 1930. Kaynak: thecharnelhouse.org
Sovremmennaya Arhitektura dergisi kapağı, 1930. Kaynak: Disurbanism
Ginzburg ise Corbusier’ye cevabında şöyle yazacaktı:
[…] Siz modern kentin en usta cerrahısınız, onu her ne pahasına olursa olsun hastalıklarından arındırmak istiyorsunuz. Bu nedenle de kentin tamamını sütunlar üzerine yükseltip çözülmez trafik sorununu çözmeyi ümit ediyorsunuz. İnsanlara fazladan yeşillik parçası verme ümidiyle yüksek binaların çatılarında harikulade bahçeler yaratıyor; sakinlerinin konfor, huzur ve rahatlığa kavuşacağı evler tasarlıyorsunuz. Ama tüm bunları yapma sebebiniz kenti tedavi etmek istemeniz, kenti esasen kapitalizm onu nasıl yarattıysa o şekilde korumaya çalışıyorsunuz.
Biz Sovyetler’de daha avantajlı bir konumdayız: geçmiş bizi bağlamıyor.
Biz modern kente tanı koyuyoruz. Diyoruz ki: Evet kent hasta, ölümcül hasta. Ama biz onu tedavi etmek istemiyoruz. Biz onu tümden yıkmayı; iç çelişkilerden kurtulmuş ve sosyalist olarak nitelenebilecek yeni bir insan yerleşimi formu üzerinde çalışmayı tercih ediyoruz.
[…] Kolektifin insan tarihinde ne kadar önemli olduğu konusundaki değerlendirmenizde yüzde yüz haklısınız. Zaten sizinle fikir ayrılığımızın esası bu değil. Kolektivizmin ve endüstriyel yoğunlaşmanın gerekleri, merkezsizleşmeyi ve mekânda yayılmayı talep ediyor; meselenin özü budur.[5]
Ginzburg’un bazı tamamlanmış binaları Sovyet konstrüktivist mimarlığının ikonik örnekleri sayılır ve Ginzburg bunlarda Le Corbusier’den esinlendiği kadar, ona da esin vermiştir. Narkomfin (Maliye Halk Komiserliği) çalışanları için yaptığı Narkomfin Komünal Evi ile Gosstrah (Devlet Sigorta Kurumu) apartmanı, bunlar arasındadır.
Sol: Gosstrah apartmanı (1926) yapım çalışmaları. Kaynak: Gosstrakh Apartment Complex Sağ: Narkomfin Komünal Evi (1928), iç detay. Kaynak: Making Sense of Narkomfin
Disurbanism ve The Utopia of Personality: Moisei Ginzburg's Project for the Moscow Park of Culture and Leisure ve Pod-people: Soviet disurbanism and individual housing units başlıklı yazılardan derlenerek çevrildi. Çeviri: Elçin Gen
Disurbanizm konusunda daha detaylı bilgi için bkz. Devrimci Hayaller