Hugo Ball'ın günlüğü Zamanın Dışına Kaçış dört bölümden oluşuyor: Dada öncesine dair "Giriş: Evveliyat"; Dada'yı kapsayan "Romantizm: Sözcük ve İmge"; Ball'ın Zürih'ten ayrılıp bir tür inzivaya çekildiği 1917 Eylül'ünden 1921 Eylül'üne kadarki döneme ait "Tanrının ve İnsanın Hakları Üzerine" ve "Asıl Olana Kaçış".
25 Mart 2016'da Skop Bülten'de günlüğün Giriş bölümü "Evveliyat"tan seçilmiş bazı pasajları yayınladık. Aşağıda ise, 1916 Şubat'ında Kabare Voltaire'in açılmasıyla başlayan dönemden seçilmiş bazı pasajlar sunuyoruz.
Hugo Ball, 1916
Romantizm: Sözcük ve İmge
5 Mart 1916
Asıl amaçtan sapıp da estetiğe yönelmemek için, kuramları, örneğin Kandinski'ninkileri, her zaman insanlara ve bireye uygulamalı. İnsanla haşır neşiriz, sanatla değil. En azından öncelikli olan sanat değil.
İnsan formu zamanımızda resimden giderek yok oluyor, nesneler ise resimde yalnızca fragmanlar halinde beliriyor. Bu, insan çehresinin ne kadar çirkinleştiğinin ve yıprandığının, çevremizdeki nesnelerin bize ne kadar itici gelmeye başladığının bir başka kanıtı. Bir sonraki adım şiirin de benzer nedenlerle dilden uzaklaşması olur. Bunlar muhtemelen daha önce hiç olmamış şeyler.
Her şey işlevini sürdürüyor, bir tek insan hariç.
12 Mart 1916
İlkeler yerine simetrileri ve ritimleri benimseyin. Var olan dünya ve devlet düzenini bir deyişe ya da bir fırça darbesine dönüştürerek onlara karşı çıkın.
Mesafelendirme hayatın esası. Dibine kadar yeni ve özgün olalım. Hayatı her gün yeni baştan yazalım.
Kutladığımız hem bir şaklabanlık hem bir ölüm ayini.
5 Nisan 1916
[...]
Karşısındakini dinlememesine karşın, ya da tam bu yüzden, H. [Huelsenbeck] ile iyi tartışılıyor. Çok şeyi sezgisel olarak bildiğinden, sözcükleri ve fikirleri önemsemiyor. Onunla son birkaç onyılın sanat teorilerini konuşurken, sanatın kendi tartışmalı niteliğine, tümüyle anarşik haline, sanatın kamuyla, ırkla ve çağdaş kültürle ilişkisine değinmeden edemiyoruz. Denebilir ki, bizim için sanat amaç değil, –öyle olması için katıksız saflık gerek– sanat, içinde yaşadığımız zamanların hakikatini algılamak ve eleştirmek için bir fırsat. Çarpıcı olmasa bile kişilikli bir stil için her ikisi de elzem. Hele eleştiri, bize pek öyle düşünüldüğü denli basitmiş gibi gelmiyor. Zamana dair hiçbir şey duyumsatmadığı için kimse okumazsa, bir şiir istediği kadar güzel ve ahenkli olsun, neye yarar? Kültür niyetine okunan ama gerçekte kültüre değinmekten uzak olan bir romanın söyleyecek nesi olabilir? Her geçen gün daha yaygaracı olan tartışmalarımız, bu çağın ritminin ve gömülü yüzünün peşinde, onların temeli ve özü uğrunda, onları kımıldatma ve uyandırma ihtimali için yakıcı bir arayış. Sanat sadece bu yolda bir fırsat, bir yöntem.
13 Nisan 1916
(Hans Arp’ın hiç yolundan sapmadan savunduğu) soyut sanat. Soyutlama sanatın konusu haline geldi. Bir form ilkesi ötekini yok ediyor, ya da form formalizmi yok ediyor. Prensipte soyut dönemi sona erdi. Soyut, sanatın makineye karşı kazandığı büyük bir zaferdi.
[...]
16 Nisan 1916
[...] Komedi yazarları hayata dair çift algıya sahiptir: ütopya olarak ve gerçeklik olarak; genel arka plan olarak ve kişilik olarak. İkisinin arasındaki boşluk ona karikatür olarak görünür. Ve ideal olana daha yakın konumlandıkça bu artar. Böyle bir şair daima eleştirel bir konumdadır. İçinde yaşadığı zaman ve çevre ona acı verir. Buna rağmen, forma ve hayata karşı uzlaşmacı bir tavır alır, komedisi buradan doğar. [...]
13 Haziran 1916
Bizi birbirimizden ayırt eden imge. İmgeyi kavrıyoruz. Ne olursa olsun –geceleyin– avuçlarımızda onun izini taşıyoruz.
Söz ve imge birdir. Ressamla şair birbirine bağlıdır. İsa hem imgedir hem sözcük. İmge ve sözcük çarmıha gerilir.
[...]
16 Haziran 1916
Bir varyete gösterisi programı için kültüre ve sanata özgü idealler –bu içinde bulunduğumuz zamana karşı bizim tür bir Candide.[1] İnsanlar sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Katliam artıyor ve onlar Avrupa’nın şanının saygınlığına sığınıyorlar. İmkânsızı mümkün kılmaya gayret ediyorlar ve insana ihaneti, bedenlerin ve ruhların istismarını ve bütün bu uygar kan dökmeyi bize Avrupa aklının bir zaferiymiş gibi yutturuyorlar.
Bir fars üretiyorlar ve Kutsal Cuma ruh halinin hâkim olmasını dayatıyorlar;[2] bu gizliden gizliye bir lavta tıngırtısı ya da bir göz kırpışıyla aksatılmamalı ve karalanmamalı. Eklememiz gerekir ki, bize sundukları çürümüş insan etinden yapılmış, kokuşmuş turtayı zevkle mideye indirmeye bizi ikna edemezler. Titreyen burun deliklerimizi cesetlerin kokusundan hoşnut olmaya zorlayamazlar. Giderek feci hal alan duygusuzluğu ve merhametsizliği kahramanlıkla karıştırmamızı bekleyemezler. Bir gün gelecek tepkimizin fazlasıyla nazik, hatta dokunaklı olduğunu itiraf etmek zorunda kalacaklar. En sert bildiriler bile evrensel olarak yaygın riyayı aşağılamakta yetersiz kaldı.
18 Haziran 1916
Sözcüğün şekil verilebilme niteliğini erişilmesi güç bir noktaya varıncaya kadar zorladık. Bunu akılcı, mantıklı kurulmuş cümle pahasına gerçekleştirdik; bir yandan da (ancak söz dizimi kurallarına uygun cümleleri kılı kırk yararak gruplandırmak suretiyle mümkün olan) belgeleme işini bir kenara bıraktık. Bazı şeyler bize yardımcı oldu: öncelikle, gerçek yeteneği rahat bırakmayarak ve olgunlaşmasına izin vermeyerek onun yeterliliğini sınayan zamanımızın kendine özgü koşulları. Sonra, kendi grubumuzun güçlü enerjisi; grubun üyeleri talebi yükseltip gerilimi artırarak sürekli birbirlerini geçmeye çalışıyorlardı. Gülebilirsiniz ama, gözle görülür hiçbir sonuç çıkmasa da, bir gün gelecek dil, şevkimiz için bizi ödüllendirecek. Sözcüğe yüklediğimiz güç ve enerji sayesinde, “sözcük” (logos) kavramını büyülü, karmaşık bir imge olarak yeniden keşfettik.
Cümle yerini sözcüğe bırakınca, Marinetti çevresi kararlılıkla “parole in libertà”yı başlattı.[3] Sözcüğü, düşüncesizce, otomatik olarak ona tahsis edilmiş olan cümle çerçevesinin (dünya imgesi) dışına onlar çıkardı. İyiden iyiye cılızlaşmış büyük-şehir sözlerini ışık ve havayla besleyip, onlara sıcaklığı, duyguyu ve ilk hallerinde sahip oldukları kaygısız özgürlüğü iade ettiler. Biz ötekiler bir adım ileriye gittik. Tek tek sözlere bir yeminin olgunluğu ile bir yıldızın parıltısını katmaya çalıştık. Ve ilginçtir ki sihirle esinlenen sözler basmakalıp anlamın kısıtlayıp sınırlamadığı yeni bir cümleye hayat verdiler. Adını koymaksızın aynı anda yüzlerce fikre hafifçe değinen bu cümle, dinleyicinin doğuştan oyunbaz ancak gizli ve irrasyonel karakterinin işitilmesini mümkün kıldı; hafızanın en derindeki katmanlarını uyandırıp sağlamlaştırdı. Deneylerimiz, felsefenin ve hayatın öyle alanlarına değdi ki, rasyonel olduğu kadar ihtiyatlı çevremiz bunları hayal etmemize bile izin vermezdi.
23 Haziran 1916
Sonuç deneyin kendisinden daha önemli. Karşıtlıkları görmek için yalnızca keskin bir göze ihtiyaç var. Fakat onlara nüfuz edip çözümlemek için yaratıcı güç gerekli. Bir sorunun kendine özgü, gerçekten zor yanı ancak kesinlik söz konusuysa ortaya çıkıyor. Dandy kesin olan her şeyden nefret eder. Karar vermekten kaçınır. Zafiyetini itiraf etmektense, gücü gaddarlık olarak niteleyip kötüler.
24 Haziran 1916
Şiirlerden önce birkaç program notu okudum. Bu fonetik şiirlerde, gazeteciliğin kötüye kullanıp yozlaştırdığı dilden tümüyle feragat ediyoruz. Sözcüklerin içinde gizli olan simyaya geri dönmeliyiz; hatta şiirin son kalan bu en kutsal sığınağını korumak uğruna belki sözcüklerden de vazgeçmeliyiz. Kulaktan dolma yazı yazmayı bırakmalıyız: kendi kullanımımız için yeni baştan icat etmediğimiz, yani kabullendiğimiz sözcükleri (cümlelerden bahsetmiyorum bile) bir kenara atmalıyız. Yalnızca aksettirilen fikirlerle veya kaçamak nükteli sözlerle ve imgelerle şiirsel etki elde etmek artık mümkün değil.
Vira-Magadino, 6 Ağustos 1916
Geriye dönüp Zürih deneylerimize bakınca, aşağıdaki tezleri işleyen, güzel anti-fantastik bir yazı olabilirdi:
Mantık ve fantezi, logos’la karıştırılmamalı.
Şimdiki zaman ilkelerde değil sadece çağrışımlarda var oluyor. Kararları tartışma götürmez önermelerden çok, ortaklıklara dayandıran fantastik bir çağda yaşıyoruz. Yaratıcı insan bu çağ ile her istediğini yapabilir. Her şey, tümüyle ortak mülk, madde.
Daha önce belirttiğim gibi, sanatın hayalperestliği topyekûn kuşkuculuğu sayesinde. Dolayısıyla, sanatçılar kuşkuculukları derecesinde fantastik çağa ayak uyduruyorlar. Aidiyetleri yıkıma; her ne kadar tersi gibi davransalar da, onlar yıkımın elçileri ve evlatları. Aksi, bir yanılsama.
Bir sanatçı içinde yaşadığı çağın normlarına ve kültürüne karşı da olsa, bu illa o fantastiktir demek değil. Benimsediği yeni kural, gelecekten ya da uzak geçmişten gelen bir norm da olabilir.
Öte yandan, sezgi de fantastiktir. Beş duyudan kaynaklanır ve sanatçıya form öğeleri değil, sadece tecrübe edilerek dönüştürülmüş olgular sunar.
[...]
10 Şubat 1917
[..]
Nihayetinde, kimi hedef aldığımızı bilmeden üretmeyi sürdüremeyiz. Sanatçının izleyicisi artık kendi ülkesiyle sınırlı değil. Hayat parçalara ayrılıyor; yalnızca sanat buna direniyor ama alıcıları giderek daha kararsız. Hayalî bir izleyici için yazıp, besteleyip, müzik yapabilir miyiz? Yoksa bütün bunlar yalnızca sanat taciri için mi yapılıyor? Sanat eseri ticareti, kendi kendisi için bir borsa işi haline geldi; alıcısının artık neredeyse hiç dahli olmayan değerler, basılmış kâğıt ve boyanmış tuval ticareti. Dolayısıyla sanatçılar ve edebiyatçılar sadece ekmeğini kazanan kişiler değil, insan oldukları için, kendi varlıkları uğruna mücadele ediyorlar. Her eser kendi gerekçesinin felsefesini içinde taşıyor [..]
5 Mart 1917
Sosyalizmle sanatı uzlaştıramıyorum. Düşle gerçekliği, ya da en tuhaf düşle en sıradan gerçekliği birbirine bağlayan yol nerede? Böyle bir sanat için toplumsal üretkenliğin yolu nereden geçiyor? Uygulamalı sanatlardan daha fazlası olacak ilkelerinin uygulanması? Benim sanatsal ve siyasal çalışmalarım birbiriyle çelişiyor gibi görünüyor halbuki tek isteğim aradaki köprüyü bulabilmek. Bölünmüş kişilikten mustaribim. Oysa tek bir şimşek çaksa, ikisini kaynaştırabileceğine hâlâ inanıyorum. Toplumu gördüğüm haliyle ve inanmam beklendiği haliyle kabul etmem mümkün değil, başka bir yol da zaten yok. Ve böylece sosyalizmle sanatı birbirine düşürüyorum, sanatla da ahlakçılığı; ve kendim de belki sadece bir romantik olarak kalırım.
25 Mart 1917
Tzara'nın "Ekspresyonizm ve Soyut Sanat" başlıklı konuşması. 'Soyut sanat' tabiri bana doğru gelmiyor. Bildiğimiz anlamıyla soyutlamayı değil, genelleştirilmiş ve tipik olanı kastediyorlar; kendi başına amaç haline gelen zemin kat planını. Halbuki mutlak olan soyut olmak zorunda değil. Evrensel içgüdüselleşmeye karşı varoluşu ve kalıcılığı neyle savunuruz diye sorduğumda, soyut olarak 'fikirler dünyası' hakkında ya da estetik olarak 'imgeler ve idealler dünyası' hakkında konuşabilirim. Galeride benim ilgimi çeken imge, soyutlama değil. Eğer bu sanat soyut olsaydı, benim beklentim imgenin bünyesinde mantığa yer verilmesi, felsefenin sanatla ve biçimsel olanın biçimle fethedilmesi olurdu [...]
30 Mart 1917
Modern sanatın albenisi, her şeyin parçalandığı bu çağda imgeye olan arzuyu koruyabilmiş olmasında çünkü, her ne kadar yöntemler ve parçalar birbiriyle kapışsa da, sanat imgeyi zorla kabul ettirme eğiliminde. Parçalarla ayrıntılara ahlaki açıdan bakılırsa, bundan görenek zaferle çıkar; sanat buna aldırış etmez. Sanat, doğasında var olan birleştirici hayat damarında ısrar eder; kendi dışındaki çelişkiler onu rahatsız etmez. Ahlakın görenek alanını terk etmekte olduğu, yalnızca ölçü ve ağırlık algısını netleştirmekte rol oynadığı söylenebilir.
Dandy’lerle dadacıların ceketini giyin: yani Orléans kralı Charles’ın giydiğini; kollarına “Madame, je sui tout joyeux” [Madam, tam anlamıyla mutluyum] diye başlayan şarkının dizelerinin işlenmiş olduğu ceketi. Ezgi, sırma iplikten, dört köşe notaların her birine dört inci konarak işlenmişti.[4]
Malzemesi insana en yakın ve dolaysız sanat olan dans, bu yanıyla dövme sanatına ve kişileştirme amaçlı diğer tüm primitif temsil biçimlerine çok benzer; onlarla birleşir.
8 Nisan 1917
Vita contemplativa [tefekkür hayatı] yöneticisi olarak ressam. Doğaüstü işaret dilinin habercisi olarak ressam. Bunun, şairlerin imgeleri üzerinde de etkisi var. Sembolik bakış açısı, uzun süre boyunca imgelere maruz kalmanın sonucu. Yoksa işaret dili cennetin gerçek dili mi? Kişisel cennetler, belki de yanılgı ama cennet fikrine yeni renk katacaklar –arketip.
11 Nisan 1917
Vita contemplativa’nın bir sonucu, nesnelerle büyülü bir birleşme ve, onun uzantısında, dilde ve imgede kasıtlı bir sadeleştirme ve uzlaştırma yöntemi olarak dünyadan elini eteğini çekme. Vita contemplativa soyut düşünceyle çelişir, vita aesthetica [estetik hayat] da aynen öyle. Estet Nietzsche, Luther’in kötülüklerinin yanında, vita contemplativa’nın karşısında tavır aldığında, onunki aslında körlüktü. Daha bilinçli sanatçılar olan Wilde ve Baudelaire, açıkça vita contemplativa’yı (ve mantıken, manastır hayatını) savunurlar. İmgeler, gözden geçirme varsayımı üzerine kuruludur, arketipler ise belki de kendinden geçme.
Almanca sözlük için. Dadaist: çocuksu; kelime oyunlarıyla ve dilbilgisi öğeleriyle haşır neşir, Don Kişotvari varlık.
20 Nisan 1917
Bütün bu üretilenler içinde beni esas ilgilendiren, hikâye etmeye ve abartmaya sınır gözetmeden hazır olunması, bir ilke haline gelmiş hazır olma durumu. Bunun çok değerli bir güç olduğunu ve hepimizi birleştiren bağ olduğunu bana Wilde öğretmişti. Sinir sistemleri fazlasıyla hassaslaştı. Mutlak dans, mutlak şiir, mutlak sanat; bunlardan kastedilen, minimum izlenimin sıradışı imgeler uyandırmak için yeterli olması. Herkes medyum oldu: korkudan, dehşetten, ıstıraptan ya da artık kural kalmamasından –kim bilir? Belki de vicdanımız öylesine ürkütüldü, yük altında kaldı, azap çekti ki, en ufak kışkırtma karşısında inanılmayacak yalanlarla ve hilelerle (hayal ürünleri ve imgeler) tepki veriyor, yeter ki imgeler alınan yaraları örtbas etmeye, sağaltmaya, ayartmaya, avutmaya yarasın.
[...]
15 Mayıs 1917
Bay Baumgarten'in ziyareti, onu R. [Rubiner] göndermiş. Açık açık anlattım ki "sanata karşı propaganda"yı yıldızlara karşı propaganda sayıyorum. Sanat her ne kadar istikrarı ve anlaşılabilirliği uğruna kendi içinde mücadele etmek zorunda olsa da, muhalefetten geriye kalan kırıntıları bile bayağılaştırmayı istemek, nihilist bir iştiyak. Siyaset ve sanat iki farklı şey. Sanatçılara müstakil yurttaşlar olarak seslenmek mümkün ama onlardan propaganda amaçlı sanat (Almanca'da afişler) yapmalarını beklemek ya da istemek olmaz.
İyi başlayan her girişimin en harika yanı, etraftakilerin içyüzünü ortaya çıkarması; üstelik bunu hızla ve çarpıcı bir biçimde gerçekleştiriyor. Bize bunca sorun ve dert yaratan galeri, yalnızca iki hafta önce kendilerini tartışılmaz en büyük addedenlerde, dile getirdikleri ya da sessizce ifade ettikleri bir kıskançlık uyandırdı. Kapatmak zorunda olmamız yazık. Sürdürmeyi çok isterdim.
[...]
Yarın Perşembe ve yeni sergimiz Grafikler, İşlemeler ve Rölyefler'de tur düzenlemem gerek. Bu sergi Arp, Janco, Klee, Slodki, Van Rees ve Prampolini'nin 100 eserini içerdiği için ilginç. Galerinin borçları 313 franka ulaştı.
19 Mayıs 1917
Dördüncü suarenin tekrarı ("Eski ve Yeni Sanat").
Hardekopf "Manon"u, Angela Hubermann Çin peri masalları okuyor.
Suarenin ardından psikanaliz tartışmaları.
Dr. Hochdorf geç geliyor. Smokin giymiş ve bu çok münasip.
Psikanaliz çok önemli bir soruyu ortaya atıyor: anne ve baba simetri değil de birer arketip mi? Soyut sanat: bezemeyi yeniden canlandırmaktan ve ona yeni bir erişim yolu açmaktan öteye geçebilecek mi? Kandinski'nin dekoratif eğrileri: yoksa bunlar (yapageldiğimiz gibi duvara asmak yerine aslında üzerine oturmamız gereken) boyanmış halılar mı?
Sadece icra ve eser hakkında titizlenmek, hayatı ve bireyi onulmaz diye kaale almamak eğilimindeyiz. Halbuki bu, sanatçıyı dekorasyona, bezemeye indirgemek anlamını taşıyor. İnsanlar yaptıkları eserlerden daha az değerli olamazlar. Sanatçının sözüne, yani dışa vurduğu simetrilere inanmak zorundayız.
Bu belki de sanat değil, bozulmamış imge sorunu.
23 Mayıs 1917
Hans Heisser suaresi için hazırlıklar (piyano, küçük org, şarkı, resitatif).[5]
Dadaizm –maskeli balo kıyafetiyle oynanan bir oyun, alay konusu bir maskaralık? Ve gerisinde romantik, dandyist ve şeytani on dokuzuncu yüzyıl teorilerinin bir sentezi?
Borazan yanlış bir nota çalacak,
Cennetin kafasını yaracak.
Kana susayan dudaklara kan,
Budalanın suratına süt ve bal bulaşacak
(Nostradamus)
Magadino, 7 Haziran 1917
Tuhaf tesadüfler: biz Zürih'te Spiegelgasse 1 numarada Kabare Voltaire'i yürütürken, karşımızda, Spiegelgasse 6 numarada, eğer yanılmıyorsam, Bay Ulyanov-Lenin oturuyormuş.[6] Her akşam bizim müziğimizi ve tiradlarımızı duymuş olmalı; bilmem hoşuna gitti mi ya da işine yaradı mı? Ve biz Bahnhofstrasse'deki galeriyi açtığımız sıralarda, Ruslar Petersburg'da devrimi başlatıyorlardı. Bir gösterge ve bir jest olarak dadaizm acaba Bolşevizmin zıddı mı? Dünyanın tamamen hayalperest, münasebetsiz ve anlaşılmaz yanının karşısına yıkım ve eksiksiz hesapla mı çıkıyor? Orada burada ne olup bittiğini izlemek ilginç olacak.
Çeviriler: Nur Altınyıldız Artun
[1] Bu Hugo Ball’un Cabaret Voltaire ismine dair yaptığı yegâne açıklama. İşin ilginç yanı, Voltaire de Candide’i yazdığı sıralarda kendi yazdığı oyunları sahneye koymak ve yönetmek üzere İsviçre’de bir tiyatro kurmayı düşünmüş.
[2] Kutsal Cuma, İsa’nın çarmıha gerildiği günün yıldönümü; Paskalya yortusundan önceki cuma günü. (ç.n.)
[3] Parole in libertà, fütüristlerin gramer kurallarından ve söz diziminin boyunduruğundan kurtararak özgürleştirdikleri sözcükler. Tipografik tasarımı da kullanarak şiiri görselleştiren örnekler 1912-1913 yıllarında Marinetti tarafından ortaya atılmış.
[4] Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi’nden alıntı. (ç.n.)
[5] 25 Mayıs'ta Galeri Dada'daki beşinci ve son suare Hans Heusser'in (1892-1954) bestelerinden oluşan müziğe ayrılmıştı. Heusser önceki suarelerde düzenli olarak eşlikçilik yapmıştı.
[6] Lenin aslında Spiegelgasse 12 numarada yaşıyordu. Dada metinlerinde hemen hiç adı geçmese de, yakın zamanlarda Huelsenbeck'in dile getirdiğine göre, Lenin bir kez Kabare Voltaire'e uğramış. Motherwell de Zürih'te Lenin'le Marcu isimli bir geç Romen'in arasında geçen bir konuşmadan söz ediyor.