/ Dadanın 100. Yılı / Paris Dada'nın Ataları: Alfred Jarry - Patafiziğin Esasları

13/5/2017 / skopbülten / Ali Artun

Alfred Jarry'nin patafizikle ilgili eseri, bir "neo-bilimsel roman" olarak tanımladığı Patafizikçi Doktor Faustroll'un Davranış ve Görüşleri. Bu roman hem Jarry'nin patafizik evrenini canlandırır hem de bu dünya görüşünün ne olduğunu anlatır. Roman, birikmiş kira borçlarını ödeyemeyen Faustroll'a ait yirmi yedi kitabın, Asliye Hukuk Mahkemesi Mübaşiri René-Isidore Panmuphle tarafından haczedilmesiyle açılır. Haczedilen kitaplar arasında bir de Faustroll'a ait elyazması bulunmaktadır. Haciz sırasında Doktor'un evinde, "on iki metre uzunluğunda, verniklenmiş bakır gergiden yapılmış ve üzerinde çarşafı ve nevresimi bulunmayan bir yatak"[1] ortaya çıkar. Aslında, "bu yatak bir yatak değil, uzun kalbur biçiminde bir gemidir". Üç kişi için yapıldığından ismi as olan bir kanodur. "As'ı yalnızca kürekler değil, zemberekli kaldıraçların ucundaki vantuzlar da hareket ettirir. Ve omurgası aynı düzlemdeki üç çelik tekercik üzerinde kayar." Ve Faustroll bu gemi/kano/kadırganın "hesaplarının mükemmelliğine ve batmayacağına öyle ikna" olmuştur ki, "her zamanki alışkanlığıyla suyun üzerinde değil, kıta üzerinde deniz yolculuğuna çıkar." Yanına mübaşir Panmuphle'yi de alır. Bir de büyük Papion maymunu Bosse-de-Nage'yi, ya da Çıkık Kıç.

Bu üç seyyah "Paris'ten Paris'e deniz yoluyla yolculuğa çıkarlar". Paris sokaklarında süren bu yolculukta kürekleri mübaşir Panmuphle çekmektedir. Enerjisini içkiden alır.

 

Çıkık-Kıç, köpeksi başlı olması gerekirken sukafalı olmuş bir papion maymunuydu ve bu kusuru nedeniyle de hemcinslerinden daha az zekiydi. Bu türün kıçlarında kasıla kasıla taşıdıkları kırmızı ve mavi kabarıklığı Faustroll ilginç bir tedavi uygulayarak oradan almayı ve yanaklarına aşılamayı başarmıştı. Bir yanağına gök mavisini, ötekine lal kırmızısını aşıladığından yassı yüzü üç renkliydi.

 

Çıkık-Kıç sadece "ha ha" diyordu "Fransızca olarak, ve başka da bir şey demiyordu." Çünkü "her türlü yararsız boş sözün düşmanıydı". Seyahati anlatan Panmuphle'ye göre, aslında "Çıkık-Kıç'ın bu özlü söylevi"nin anlamı gayet karmaşıktı. "Ha ha", "birbirlerine karışacak kadar çabuk telaffuz edildiklerinde bir birlik fikridir. Yavaş yavaş telaffuz edildiklerinde ise ikiliğin, yankının, mesafenin, simetrinin, büyüklüğün ve sürenin, iyiliğin ve kötülüğün ilk ilkesinin fikridir." Ayrıca, "bir bahçenin duvarında ağaçlı yol seviyesinde açılmış deliktir; kromajlı çelikten köprüleri yıkmaya yönelik askeri kuyular ya da kurt-deliğidir; ve Mez'de dövülmüş madalyaların üzerinde hâlâ AA harfleri okunabilmektedir..." Üstelik "ha ha" Faustroll'un as'ının "ek sereninin altına yerleştirilen özel yelken anlamına" da gelebilir.

Seyyahlar on dört ada gezerler, bu adaların insanlarını ve krallarını tanırlar. "Yolculuklarını anakarada yaptıkları için adalar onlara göller gibi görünmektedir." Seyahatlerinin bir durağında, "Faustroll'un, çok sakince, kokulu, küçük bir mumu yakmasından" sonra mum yedi gün sönmez. Ve bu yedi gün boyunca, önce "tüm lağım temizleyicileri ile askerler", sonra kadınlar ve çocuklar, arkasından tüm boynuzlular ve mübaşir yardımcıları, daha sonra da bisikletçiler yanarak telef olur. Bu katliam sırasında Faustroll, Çıkık-Kıç'ın "dört uzvunu yerde birbirinden ayırarak, onu arkadan boğazlar". Maymunun son sözleri "ha ha" olur. Ne var ki, ilerde Faustroll'un bir "duman yakısı" yapması üzerine, "zaten hayali olarak var olduğundan, aslında kesin olarak ölü olmayan Çıkık-Kıç" "ha ha" diyerek yeniden peyda olur. Faustroll'un emirlerini yerine getirerek Monet, Manet, Degas, Whistler, Cézanne ve Renoir'ın ayaklarına kapanır.

Ardından "sanatçı-ressam-dekoratör-gümrükçü" Henri Rousseau belirir ve Faustroll onu bir "mekanik canavar" olan boyama makinesinin başına geçirir. "O da Luxemburg Müzesi'nde asılı olan akademik tuvalleri güzelleştirmeye koyulur."[2] "Dünya'da kimsenin kalmamasından sonra, kütlesiz bir zemberek sisteminin içinde harekete geçirilen Boyama Makinesi, ıssız ve kökten kazınmış Paris'in ayaktaki tek anıtı olan Makineler Sarayı'nın demir salonunda, güney açısı yönünde bir topaç gibi [dönerek], temel direklerine çarparak, sonsuz değişik istikamete yönelir ve karnındaki tüplere göre kat kat dizilmiş temel renkleri, art arda, tıpkı bir bardaki aşk tomurcuğu gibi, en aydınlık ve çıkışa en yakın olanlardan başlayarak duvar tuvalleri üzerine keyfince üfler." Boya makinesi Clinamen,[3] kitapta her biri düzyazı şiirlerle betimlenen on üç pentür boyar. Sonunda Karanlıklar Adası'na gelindiğinde Faustroll gemisini "kanalın mavnalarını nehre kusan altı yüz metrelik bir sukemerinin içine sokar." Ve "bir başka gökyüzü boyamak üzere teçhiz edilmiş makinenin kutsal suyuna batırılan bezlerden edinen Faustroll, Brahmanların Khurmookum dedikleri günlük ibadet pozisyonundayken... büyük Mour-de-Zencle Kadırgası, siyah bir ütünün dümdüz etmesi gibi [geçtikten sonra] geçmiş zaman atlarının boynuzlu on altı parmağının yankısı, ruhla birlikte yükselerek, tonozun bitiminin altında KHURMOOKUM diye çalkalanır." Böylece 1898 yılında altmış üç yaşında doğan "Doktor Faustroll, altmış üç yaşında ölüm edimini tamamlamış olur."

Yolculuk sırasında Panmuphle, Faustroll'un patafizik üzerine el yazmasını okur. Buradaki tanımlara göre patafizik, fenomenlerle eklemlenen epifenomenlerle [gölge fenomenler] ilgilidir; örneğin düşler. "Metafizik fiziğin ne kadar ötesine uzanırsa patafizik de metafiziğin o kadar ötesine uzanır". Her ne kadar bilimin, genelin bilimi olduğu düşüncesi kabul görse de, "patafizik tikelin bilimidir, istisnaların... hayali çözümlerin bilimidir." Patafizik açıdan her şey eşittir. Patafizik, sembolik olarak nesnelerin sanal varlıklarını canlandırır.

Alfred Jarry'nin Patafizikçi Faustroll'un Davranış ve Görüşleri kitabında, patafiziği açıkladığı ikinci bölümün başlığı "Etherity".[4] Hem "sonsuzluk"a (eternity) atıfta bulunuyor, hem de Jarry'nin son zamanlarında içmeye alışık olduğu "eter"e. Bir bakıma eter onun sonsuzluk enerjisi. Ayrıca Kelvin'e göre madde, sadece eter sıvısındaki vortekslerden (girdaplardan) oluşuyor. Nitekim, "Etherity" bölümündeki patafizik üzerine düşünceler Dr. Faustroll'un ölümünden sonra matematik ve fizik üstadı Lord Kelvin'e yazdığı iki "telepatik mektup"la başlıyor. Ölümün "yalnızca sıradan insanlar için" olduğundan bahsederek, "zaman ve mekân terk edildiğinde olunan o yerde" olduğunu belirtiyor, "ezeli sonsuzlukta, bayım." Ve ilerde şöyle devam ediyor, "HİÇBİR YERDE YA DA HERHANGİ BİR YERDE olduğumdan –ki bu ikisi aynı şeydir– çeşitli iblislere rastladığımdan, bir cam parçası imal edecek şeyi buldum; özel hareket kiplerini, ben istemememe rağmen, alümin silikat biçiminde her yana saçılmış kalıcı bir sıvı içinde toplamış (sizin elastik küçük katılar ya da moleküller dediğiniz şey) Maxwell'in Distribütörü'dür bu." Faustroll, Lord Kelvin'e ayrıca patafizik eseriyle ilgili şunları yazar: "Eğer birkaç milyon yıl içerisinde patafizik eserimi bitiremezsem, yeryüzünün kendi etrafında ve güneş etrafında dönme sürelerinin her ikisinin de şu anki değerlerden farklı oldukları kesin olduğu içindir." Kelvin'e yazılan mektuplardan sonra da devam eden "Etherity", Tanrı'nın tanımlanmasıyla son bulur. Aşağıda aktardığımız Tanrı'nın bu matematik tanımı şöyle sona erer: "TANRI SIFIR İLE SONSUZLUĞUN TEĞET NOKTASIDIR." Patafizik bilimdir... Bu aynı zamanda Jarry'nin kitabının da son cümlesidir.

 

Patafizik Evren

Alfred Jarry, Dr. Faustroll'u 1898'de bitirir. Neredeyse ölümünden on yıl önce. 1885'te kimi bölümleri Mercure de France'ta yayınlansa da, Jarry hayattayken kitabın son haliyle basılması yayınevleri tarafından reddedilir. Jarry'nin en kapsamlı biyografisini oluşturan Alfred Jarry: Patafizik Bir Hayat kitabının yazarı Alastair Brotchie'ye göre, Faustroll'un kendini Tanrı ilan etmesi ve Tanrı'yı ölçümlemeye kalkması zamanın avangard yayınevlerine dahi aşırı gelmiştir.[5] Bu yüzden Dr. Faustroll, ancak 1911'de, Jarry'nin ölümünden dört yıl sonra yayınlanır. Bu yayında kullanılan el yazması daha sonra Tristan Tzara'ya kalır. Picasso da kapağına Jarry'nin bir desenini çizer.

 

Picasso, Alfred Jarry Portresi (tarihsiz).

 

Brotchie, Dr. Faustroll'un Jarry'yi temsil ettiğini yazar, "onun kişiliğinin bir ifadesidir... otoportresidir".[6] Übü gibi, Dr. Faustroll da Jarry'nin alter-ego’sudur. Zaten kitap Jarry'nin hayatından aktarmalarla doludur. Örneğin, mübaşirin haczettiği kitaplar gerçekten de Jarry'nin kendi kütüphanesindeki kitaplardır. Her bölüm Jarry'nin ilişkisi olan bir sanatçıya ya da şaire atfedilmiştir. Faustroll kimi sanatçıları yüceltirken Jarry'nin ağzından konuşmaktadır. "Dünyada kimsenin kalmamasından sonra harekete geçen" boyama makinesini yöneten, bir zamanlar aynı evi paylaştıkları arkadaşı Rousseau'dur. "Paris'ten Paris'e" seyahat edilen adalar, diyarlar Jarry'nin gündelik hayat coğrafyasıdır... Faustroll, Goethe'nin Faust'unu çağrıştırır. Mübaşir René-Isidore Panmuphle'nin adındaki Réne, Réne Descartes'a gönderir, dolayısıyla aklı ve düzeni simgeler. Isidore ise Isidore Ducass'a özgü çılgınlığı ve düzensizliği ifade eder. Pan ise, müziğin, şiirin, erotizmin tanrısıdır.

Jarry, çağdaşı Nietzsche gibi metafiziğe karşıdır. Faustroll'un sembolik evreninin felsefesi olan patafizik, fiziğe ve metafiziğe meydan okur. Patafizik, hayallerin, düşlerin, sembollerin, epifenomenlerin bilimi ele geçirmesidir. Hem de bilimin dilini, terimlerini ve işaretlerini kullanarak. Bunun en müthiş örneği Tanrı'nın tanımlandığı final bölümüdür. Pisagor ve Platon, idelerin temelinde sayıların olduğunu, aritmetik ve geometrinin olduğunu savunur. Ve ideler tanrısaldır. Aslında bir kaos halinde olan evren, sayılar ve formlar sayesinde bir armoni inşa eder ve bir kozmosa dönüşür. Sayılar, ideler ve tanrısallık arasındaki bu bağ, metafiziğin temellerini oluşturur. Alfred Jarry Tanrı'yı "sıfır ile sonsuzun teğet noktası" olarak tanımlarken, bu metafiziği patafiziğe tercüme etmektedir. Öte yandan Nietzsche'nin ilan ettiği gibi Hıristiyanlığın düşüşüyle Tanrı öldüyse, o takdirde Tanrı Faustroll'dur. "Hıristiyan mısınız?" diye soran adama "Ben Tanrı'yım" diye cevap verir. Patafizik evreni o yaratmıştır.

 

Fenomenolojinin Habercisi

Deleuze'ün Alfred Jarry ve patafizikle ilgili iki makalesi var. İlki, “Jarry'nin Patafiziği Fenomenolojinin Yolunu Nasıl Açtı?”;[7] ikincisi, “Heidegger'in Kadri Bilinmeyen Habercisi: Alfred Jarry”.[8] Deleuze'e göre Jarry'nin "Tanrı'nın ölümü"nü ilan etmesi, onun metafiziği yadsımasını ifade eder. Çünkü, "felsefede Tanrı'nın ölümü, iki dünya arasındaki kozmolojik ayrımın, öz ile görünüş arasındaki metafizik ayrımın, doğru ile yanlış arasındaki mantıki ayrımın ortadan kaldırılması demektir".[9] Bu ise, antik felsefeden beri metafiziğin temelinde olan gerçek/görünüş, duyu/akıl, form/madde gibi ikiliklerin (düalizmlerin) terk edilmesi anlamına gelir.

Jarry, patafiziği, epifenomenlerin fenomenlerle eklemlenmesi olarak tanımlar ve istisnaların bilimi olduğunu belirtir. Deleuze Jarry'nin bu tanımıyla, Heidegger'in temel kavramı olan "Varlık" arasında "çarpıcı bir benzerlik" olduğunu söyler. Patafizikte fenomenler salt görünüşler değillerdir; hayal gücü dolayımıyla epifenomenlerle birleşerek, istisnai, tikel birer varlık haline gelirler. Deleuze'ün sözleriyle, "fenomenin Varlığı, epifenomendir; yararsız ve bilinçdışıdır... Epifenomen, ya da Varlık, fenomenin kendini göstermesidir".[10] Denebilir ki, epifenomenler, görünüşlerin görünüşleridir. Heidegger'de ise "varlıklar", onları tanımlayan veya belirleyen birtakım karakteristikleri olan şeylerdir. Bilimin ve gündelik bilginin nesneleridir. Ama tekil olarak "Varlık", bu şeylerin varlığını, öylece var olmalarını ifade eder. Bize fenomenler olarak görünen varlıkların Varlığını ifade eder. Dolayısıyla, duyularla algılanmaya, tanımlanmaya, metalaşmaya, ölçümlenmeye direnir. "Varlıklar" ve fenomenler epistemolojiktir; Heideggerci anlamıyla "Varlık" ve epifenomen ise ontolojiktir. Ve Heidegger'e göre, baştan beri varlıklarla ve fenomenlerle sınırlanmış olan, gizemi ve şiirselliği reddeden Batı metafiziğini, ampirik ve pozitivist felsefeleri, bilim ve teknoloji kültünü yıkmak gerekir. Deleuze'ün gözünde Alfred Jarry'nin patafiziği böyle bir yıkıcılığın eseridir.

 

Patafizik-Dada

Jarry hayal gücüne dayalı evrenini inşa ederken, muhakkak ki dostu ve hayranı olduğu Mallarmé'nin kurucusu olduğu sembolizmden etkilenmiştir. Mallarmé, kelimelerin rasyonel sentakslarından sökülerek, özgürce yeniden anlamlandıkları, imgelere ve seslere dönüştükleri bir şiir formunu savunmuştur. O zamanlardaki kuramcılarından Gourmont'a göre "sembolizm, Özgürlük kelimesine, daha da şiddetli izleyicileri için Anarşi'ye tercüme edilebilir... Fantezi veya düş dediğiniz, bunları canlandırabilenler için hakiki gerçekliklerdir. Ve edebiyatta sınırsız bir özgürlük, edebi bir anarşi mevcuttur... Onun için hiçbir kural, formül tanımamalıyız; kendimizi tamamıyla yaradılışımıza bırakmalıyız, özgür olmalıyız ve öyle kalmalıyız."[11]

 

Joan Miró, Kral Übü: Dönüş Yolculuğu (1966).

 

Jarry bu özgürlüğün doruğu sayılır. Dilin ve gerçekliğin parçalanması, burjuva bilgi ve anlamlandırma rejiminin bozulması gibi amaçları doğrultusundaki savaşımlarında Paris'in Dada ve sürrealizm hareketlerine rehber olmuştur. Jarry'nin etkisi avangard tarihin ötesine geçmiştir. 1948'de Reims'de kurulan Patafizik Koleji, Marcel Duchamp, Man Ray, Joan Miró, Max Ernst, Dubuffet, Michel Leiris, Ionesco, Jacques Prévert, René Clair gibi avangard sanatçı ve edebiyatçıların 'okulu' olmuştur. Zamanı (takvimi) Jarry'nin doğum yılına ayarlı olan Patafizik Koleji'nin, Londra, Milano, Napoli, Antwerp, Limbourg, Boston, Almanya, İsveç ve Çin'deki şubelerinde patafizik araştırmaları sürmektedir.

 

Max Ernst, Ubu Imperator (1928).

 

 

Alfred Jarry

Patafizik-Tanım

1911

Bir gölge-görüngü [epifenomen], bir görüngüye [fenomen] eklenen şeydir.

Etimolojisi ìåôá ôá öõéêá olan ve gerçek yazımı ise –kolaycı bir cinastan kaçınmak gerekirse– başına bir apostrof koyarak ‘patafizik olması gereken patafizik, metafiziğe, içinde ya da dışında, eklenen şeyin bilimidir; metafizik fiziğin ne kadar ötesine uzanırsa patafizik de metafiziğin o kadra ötesine uzanır. Örneğin, gölge-görüngü çoğu zaman rastlantısal olduğundan, ancak genel olan şeylerin bilimi olduğu söylense de, patafizik özellikle tikelin bilimi olarak kalır. Patafizik, istisnaları yöneten yasaları inceler ve bu evrene ek evreni daha az tutkuyla tarif eder: Geleneksel evrene dair keşfedildiği sanılan yasalar da istisnaların bağlantıları olduğundan, bu istisnalar da daha sık görülmekle birlikte her koşulda rastlantısal olgular olduğundan, daha az istisnai istisnalara indirgenebilseler bile, tekillik özelliği taşımazlar.

TANIM: Patafizik hayali çözümler bilimidir; potansiyel olarak tanımlanmış nesnelerin özelliklerini, taslak görüntülere sembolik olarak atfeder.  

Güncel bilim, tümevarım ilkesine dayanır: Çoğu insan, falanca görüngünün bir başka görüngüden önce geldiğine ya da peşi sıra onu izlediğine çoğu zaman tanık olduğundan, hep böyle olacağı sonucunu çıkarmıştır. Öncelikle bu, sıklıkla doğrudur; bakış açısına bağlıdır ve kullanıma uygun olup olmamasına göre kodlandırılır. Bitmedi! İnsan bedenlerinin bir merkeze doğru düşüşünün yasasını açınlamak dururken, boşluk yoğunluksuz-olma durumunun birim değeri kabul edildiği için, tutup da suyu pozitif bir yoğunluğun somut birimi olarak almaktan çok daha az keyfi bir varsayım olan “boşluğun bir çembere doğru yükselmesini” dikkate almaları yok mu?!

Çünkü bu bedenin kendisi de kitle duyusunun bir postulatı ve bakış açısıdır, ve, doğası bir yana, hiç olmazsa niteliklerinin çok fazla değişmemesi için, insan boylarının her zaman için hissedilir biçimde sabit ve karşılıklı olarak eşit kalacağını ilke olarak ileri sürmek gerekir. Genel mutabakat, zaten gayet mucizevi ve anlaşılmaz bir önyargıdır. Yanlışlığı apaçık ortadayken neden herkes bir kol saatinin yuvarlak olduğunu iler sürer, ona karşıdan baktığımızda kabaca dikdörtgen, dörtte üçü eliptik bir şekil görüyoruz da ne, halt etmeye saatin kaç olduğuna bakarken onun şeklini ayrımsamıyoruz? Belki, yararlılık bahanesiyle. Ama saati yuvarlak çizen çocuk, evi cepheden görünümüyle kare olarak çizer ve elbette bunun da hiçbir nedeni yoktur; çünkü kırlık alanlar hariç, bir binayı ender olarak tek başına görür ve bir sokakta bile ev cepheleri çok eğik yamuklar biçiminde görülür.

Öyleyse, kitlelerin (küçük çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere) eliptik şekilleri kavramak için çok bayağı olduğunu, tek bir noktaya odaklanmak iki noktaya odaklanmaktan daha kolay olduğundan, tek merkezli eğrilerden daha fazlasını kavrayamadıkları için, güruhu oluşturan fertlerin sözde evrensel bir otydaşma çerçevesinde uzlaştıklarını kabul etmek gerekecek. Göbeklerinin kenarını sınır kabul ederek iletişim kurar ve teğet bir halde dengede dururlar. Oysa, kitle bile hakiki evrenin elipslerden oluştuğunu öğrendi ve burjuvalar bile şaraplarını silindirlerde değil, fıçılarda saklamaktadır.

Konudışı konuşmalara dalarak alışılmış “su” örneğimizden ayrılmamak amacıyla, bu konuda kitle ruhunun patafizik bilim yanlılarına saygısızca ifade ettikleri cümle üzerinde düşünelim:[12]

 

Tanrı'nın Yüzeyine Dair

1911

Tanrı, tanımı gereği uzamsızdır, ama bizim anlatımımızın aydınlık olması için, hiç boyutu olmamasına karşın ona sıfırdan büyük herhangi bir sayıda boyut atfetmemiz –bu boyutlar bizim ödeşliklerimizin iki üyesi içinde yok olsa bile– mümkündür. Bizler, bir kâğıt yaprak üzerinde düz geometrinin şekillerini kolaylıkla temsil edebilelim diye, iki boyutla yetineceğiz.

Sembolik olarak Tanrı bir üçgenle belirtilir, ama üç Şahıs ne Tanrı’nın zirveleri ne de köşeleri olarak kabul edilebilir. Bunlar, gelenekselle sınırdaş eşkenar başka bir üçgenin üç yüksekliğidir. Bu varsayım, (bizim Tanrı Kayrası’nın sembolü olarak kabul ettiğimiz) çarmıhı Y şeklinde görmüş olan ve bu fiziksel nedenle, insan uzunluğundaki hiçbir kolun birT’nin kollarındaki çivilere kadar uzanamayacağını açıklayan  Anne-Catherine Emmerich’in açıklamalarına uygundur.

Demek ki, POSTULAT:

En geniş soruşturma yaoılana kadar ve geçici olarak rahatlamamız için, Tanrı’yı, sembolik şekil olarak, bir düzlem içinde ve a uzunluğunda, aynı noktadan doğmuş ve birbiriyle 120 derecelik açılar yapan üç eşit doğru halinde varsayıyoruz. Bunlar arasında içerilmiş yüzeyden ya da bu doğruların en uzak üç noktasını biraraya getirerek elde edilen üçgenden yola çıkarak Tanrı’nın yüzeyini hesaplamayı öğreniyoruz.

A şahıslarından birinin kenarortay uzantısı x olduğunda, bunun dikey olarak kestiği üçgenin köşesi 2 y, doğrunun (a + x) iki yönde sonsuza kadar uzantıları da N ve P olsun.

Bu durumda:

x = ~ – N – a – P’dir             

İnmdi,

N = ~ – 0

Ve

P = 0.

Buradan

x = ~ –  (~ – 0) – a – 0 = ~ –  ~ + 0 – a – 0

x = – a    

Diğer yandan, köşeleri a, x, ve y olan dörtgen üçgen bize şunu verir

            a² = x² + y²

 

X’in yerine değeri (-a) konulduğunda

a² = (–a)² + y² = a² + y².

Buradan da

y² = a² – a² = 0

ve

y = √ 0

Demek ki, köşelerinin açıortayı üç a doğrusu olan eşkenar üçgenin yüzeyi

            S = y (x + a) = √ 0 (- a + a)

            S = 0 √ 0

SONUÇ: √ 0 köküne şöyle bir bakınca, hesaplanan yüzeyin artıdaki bir çizgi olduğunu ileri sürebiliriz; ikinci olarak, x ve y için elde edilmiş değerlerden yola çıkarak şekli kurarsak, şunu saptarız ki, şimdi 2 √ 0 olduğunu bildiğimiz 2 y doğrusunun arakesit noktası, a doğrularından birinin üzerinde, birinci varsayımımızın tersi yöndedir, çünkü x = – a; ve üçgenimizin tabanı zirvesiyle çakışmaktadır; iki a doğrusu birinci doğruyla 60 dereceden daha küçük açılar yapar, dahası, 2 √ 0 ile ancak birinci a doğrusuyla kesişerek karşılaşabilirler.

Üç şahsın kendi aralarında denkliği dogmasına ve toplamlarına uygundur bu.

Şunu diyebiliriz ki, a, 0 à ~’da erişen bir doğrudur ve Tanrı’yı tanımlayabilir:

 

TANIM: Tanrı sıfırdan sonsuza giden en kısa yoldur.

Hangi yönde diye sorulabilir.

O’nun önadının Jules değil, Artı-ve-Eksi olduğu cevabını veririz. Ve şunu dememiz gerekir:

± Tanrı 0’dan ~’a giden en kısa yoldur, şu ya da bu yönde.

İki ilke inancına uygundur bu; ama + işaretini öznenin inancına atfetmek daha doğru olur.

Ama Tanrı, uzamsız olaraj, bir çizgi değildir.

Gerçekten de şunu saptayalım ki,

~ – 0 – a + a + 0 = ~

özdeşliğine göre,

a uzunluğu sıfırdır, a bir çizgi değil, bir noktadır.

Demek ki, kesin olarak:

TANRI  SIFIR İLE SONSUZLUĞUN TEĞET NOKTASIDIR.

Patafizik bilimdir...

......................................................................................................[13]

 



[1] Alfred Jarry, Patafizikçi Doktor Faustroll'un Davranış ve Görüşleri, çev. Işık Ergüden (İstanbul: Sel, 2015). Bu bölümdeki bütün alıntılar, başka bir kaynak belirtilmedikçe, bu kitaptan yapılmıştır.

[2] Roger Shattuck, "Introduction", Exploits and Opinions of Doctor Faustroll, Pataphysician (Boston: Exact Change, 1996) s. xiii.

[3] Clinamen, Epikür'ün atomlarla ilgili doktrinini savunan Lükretius'un, atomların önceden kestirilemeyen dönüşlerine verdiği ad.

[4] Kitabın Türkçe çevirisinde bölüm “Esîr-Sonsuzluk”.

[5] Alastair Brotchie, Alfred Jarry-A Pataphysical Life (Cambridge: MIT Press, 2011) s. 230.

[6] A.g.e., s. 228.

[7] Gilles Deleuze, Desert Islands and Other Texts 1953-1974 içinde, (Los Angeles: Semiotext(e), 2004).

[8] Gilles Deleuze, Essays Critical and Clinical içinde (Londra: Verso, 1998).

[9] Gilles Deleuze, Desert Islands and Other Texts, s. 74.

[10] Gilles Deleuze, Essays Critical and Clinical, s. 92.

[11] Brotchie, Alfred Jarry, s. 59.

[12] Alfred Jarry, Patafizikçi Doktor Fautsroll’un Davranış ve Görüşleri, çev. Işık Ergüden (İstanbul: Sel, 2015) s. 25-26.

[13] A.g.e., s. 120-122.

Alfred Jarry, Dada'nın 100. Yılı