Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde Dada devrimci hareketlerle eklemlenmişti. Bir yandan Richard Huelsenbeck Berlin’de Dada’yı 1918 Alman Devrimi’ni destekleyen “politik bir silaha dönüştürmüştü”;[1] “Dada Alman Bolşevizmidir” diyordu.[2] Dadacıların 1919’da Berlin’de yayınladıkları kolektif Dada manifestosu devrimci birlik çağrıları yapıyordu. Tümü savaşın suç olduğunda hemfikirdi; devrimin eli kulağında olduğunu düşünüyorlardı. Hele Spartakistlerin öldürülmesinden sonra onların bayrağını devralmışlardı.[3] Diğer yandan Zürih’te bir grup dadacı, kısa ömürlü de olsa, bir Devrimci Sanatçılar Birliği kurmuştu. Onlar da yine 1919 tarihli “Radikal Sanatçılar Manifestosu” ile toplumsal değişim ve “yeni bir insanlık” yaratma idealine ulaşmak için sanata ve sanatçıya sorumluluk yüklüyorlardı. [4] ‘Radikal dadacılar’dan birisi, Hans Richter, Münih’teki devrim hareketinde etkin bir rol üstlenmişti. Bu konuda dadacılar gayet ciddiydi. Aynı sıralarda Zürih’te Tristan Tzara’ya katılan Walter Serner ve Francis Picabia ise ayrı telden çalıyorlardı. Özellikle Picabia, idealizm bir yana, hayatı tümüyle anlamsız buluyor, sanatı aşağılıyordu. O kadar ki, Richter onunla her karşılaşmasını bir “ölüm deneyimi” gibi hatırlayacak, onun ötekilere de bulaştırdığı nihilizmin Zürih’te bildikleri haliyle Dada’yı sona erdirdiğine kanaat getirecekti.[5] Tzara’yla Picabia’nın Paris’e taşıdıkları, sanata ve siyasete yüz çevirmiş, bu sinik ve saldırgan Dada’ydı. Zaten binlerce izleyici toplayarak Paris’i ayağa kaldıran Dada gösterileri de, Tzara, Picabia ve Serner’in 1919 Nisan’ında Zürih’te düzenledikleri, görülmemiş derecede kışkırtıcı, kavgacı, yıkıcı ve alaycı son suareyi örnek alıyordu.[6]
Tzara ve Picabia, 1920’ler.
Dada’ya katılan Parisli şair ve yazarların tanıdıkları ve önemsedikleri yegâne dadacı Tzara’ydı; Almanya’daki Dada hareketine dair ne bir bildikleri vardı ne de merakları. Kaldı ki, Fransa’yla Almanya savaş halindeyken bilgi kanalları da tıkalıydı. Bu yıllarda sanatçılarla yazarları birbirine bağlayan en etkili iletişim mecrası dergilerdi ve Tzara kendi editörlüğünde yayınlanan Dada dergisinin Fransa’ya gönderdiği sayısından Alman dadacıları çıkarmıştı. Amacı derginin Fransa’da sansüre uğramadan okunmasını sağlamak, özellikle Paris’te Dada’yı mümkün olduğunca bilinir kılmaktı.[7] Nitekim Fransız şair ve yazarlar Dada’yı bu yolla tanımışlar, Tzara’nın bu sayıda yayınlanan manifestosuna kapılmışlardı. André Breton bunun üzerine Tzara’yla yazışmaya başlamıştı. Bir yıl süresince Breton’un Tzara’ya yazdığı mektuplarda, genel anlamda Dada’ya ilişkin bir merakın izi yoktu, Almanya’daki Dada hareketine dair tek bir şey sormamış, Hugo Ball’ı bir kere bile gündeme getirmemişti.[8] Ama Tzara’ya hayrandı.
1920’de Paris’te herkes Dada’ya kendince bir anlam vermeye çabaladıkça, Dada dergisinde Tzara’nın ürettiği anlamsız sloganlardan geçilmiyordu: “Dada geleceğe karşıdır, Dada ölmüştür, Ölüm ahmaklıktır. Çok yaşa Dada.” “Dada’dan sakının.” “Hakiki dadacılar Dada’ya karşıdır.” Benzer biçimde, Picabia da dergisi 391’in sayfalarında Dada’yı kalıba sokmaya çalışanlara kendince karşı koyuyordu: “Dada kendi namına hiçbir şey istemez, hiçbir şey, hiçbir şey; Dada bir şeyler yapıyorsa sırf halk şunu desin diye yapar: ‘Hiçbir şey anlamıyoruz, hiçbir şey, hiçbir şey.’ Dadaistler birer hiçtir, hiç, hiç – kuşkusuz hiç, hiç, hiç olarak kalacaklardır. Hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey bilmeyen Francis Picabia.”[9] Picabia’nın bu sözleri hemen Georges Ribemont-Dessaignes’de yankı buluyordu: “Güzel ne? Çirkin ne? Büyük, güçlü, zayıf ne? … Ben neyim? Bilemem. Bilemem, bilemem, bilemem.”[10]
İlk başlarda Breton için varsa yoksa Tzara’ydı.[11] Paris’te hiçbir Dada etkinliği onsuz olmuyordu ama Tzara yine de her durumda kendini öne çıkarmak için ayrı bir çaba göstermekten vazgeçmiyor, Dada’nın geçmişini de kendine yontuyordu. Ona kalırsa ‘Dada’ sözcüğünü o bulmuş, Dada’yı o kurmuştu. Ribemont-Dessaignes “Dada’dan bahis açılınca. Ah Tanrım! Yalnızca kendinle meşgul olanlar, papalığa talip olanlar var” derken onu kastediyordu.[12] Aslında Dada’nın Tzara’nın başını çektiği bir enternasyonal hareket haline gelmesinde, Paris’teki kisvesine bürünmesinde Picabia’nın payı az buz değildi.[13] Fakat 1921’e gelindiğinde Tzara ve Picabia arasındaki sürtüşmeler ayyuka çıktı. Kendi dergilerine sığamadılar. Mesela çok satılan günlük gazete Comoedia ve o sıralarda Belçika asıllı yazar Paul Dermée’yle ressam Michel Seuphor’un editörlüğünde çıkan L’Esprit Nouveau’nun sayfalarında atıştılar.[14] Picabia Dada’nın bir ‘ekol’ haline getirilmesine tepkiliydi: “Öyle bir izlenim edindim ki Dada’nın da, tıpkı kübizm gibi, onu anlayan müritleri olacak, ve tek bir düşüncem oldu: mümkün olduğu kadar uzağa kaçarak bu beyefendileri unutmak.”[15]
Francis Picabia, Tristan Tzara portresi, 1918.
Picabia’nın hikâyesi farklıydı: “Dadaizm Marcel Duchamp ve Francis Picabia tarafından icat edildi –Huelsembeck veya Tzara Dada sözcüğünü buldu– Dada Parisli ve Berlinli bir nükte oldu.”[16] Dada dergisinin kapağında Tzara Picabia’yı alaya almıştı: “Picabia 1899’da dadaizmi icat etti, 1870’te kübizmi, 1967’de fütürizmi ve 1856’da empresyonizmi.”[17] Aynı sayının içinde Hans Arp’ın “Deklarasyon”u vardı: “DADA sözcüğünü 8 Şubat 1916 günü akşam 6’da Tristan Tzara’nın uydurduğunu beyan ediyorum. Tzara bu sözcüğü telaffuz ederek haklı bir heyecan uyandırdığında ben on iki çocuğumla oradaydım […] Ama bizi ilgilendiren Dada’nın ruhu ve hepimizin daha Dada var olmadan Dada olduğumuz.”[18] Belli ki Tzara yazdırmıştı bu uydurma metni Arp’a. Aynı derecede temelsiz, aksi yönde bir iddiayı da Zürih’deki Dada çevresinden Alman fotoğraf sanatçısı Christian Schad ortaya atmıştı: Tzara ‘Dada’ sözcüğünü bulmak bir yana, 1918 manifestosunun gerçek yazarı bile değildi.[19] Benzer bir suçlamayı Breton yapacaktı: manifestonun asıl yazarı Serner’di, Tzara yalnızca bir sahtekârdı.[20] Dada tarihiyle birlikte, adeta birbirinin görüntüsünü bozarak yansıtan bir aynalar labirentinde kayboluyordu.
André Breton “bizim nezdimizde Dada, yaratılmasına katkıda bulunmadığımız bir ruh halinin ham imgesi olmaktan öte bir anlam taşımadı” diyecekti. [21] Paris’e geldiği haliyle Dada başka yerlerde olduğu gibi bir kapı açmamış, “hiçbir yere varmayan bir koridor” olarak kalmıştı.[22] Georges Hugnet’ye göre Littérature grubu için Dada, savaş sonrasında kendilerini buldukları dönemsel yol ayrımında karşılarına çıkan bir bostan korkuluğundan başka bir şey değildi.[23] Paris de Dada’ya pek bir şey katmadı; ama estetik modernizmin başkentinde kabul görmüş olması Dada’ya mercek tuttu; onu ‘büyülttü’; tarihçi Short’a göre, boş sansasyon hevesini kızıştırıp, kaçınılmaz olarak değersizleştirdi de: “çok geçmeden Paris Dada’yı ölesiye şımartarak heba etmişti.”[24] [NAA]
Tristan Tzara
Dada Hakkında Konuşma
1922
Hanımlar, Beyler,
Söylememe gerek yok, genelde halk nezdinde ve sizin, yani toplumun has kesimi için, bir Dadaist cüzzamlıya eşdeğer. Tabii bu lafın gelişi. Aynı insanlar bizim yakınımıza geldiklerinde, ilerlemeye olan inançlarından kaynaklanan bir alışkanlıktan geriye kalmış kibarlıkla davranıyorlar. Mesafe on metreye indiğinde nefret yeniden ortaya çıkıyor. Niye diye sorarsanız, size bir cevabım yok.
Dada’nın bir başka özelliği, dostlarımızın sürekli ayrılıyor olmaları. Hiç durmadan ilişkilerini kesiyorlar ve çekiliyorlar. Dada hareketine ilk istifasını sunan, ben kendimdim. Herkes biliyor, Dada hiçbir şey değildir. Hiçbir şeyin ima ettiklerini kavrar kavramaz Dada’dan ve kendi kendimden istifa ettim.
Bir şeyler yapmaya devam ediyorsam, bu oyalandığım için, daha doğrusu, fırsat bulduğum her yerde tatmin ettiğim faal olma ihtiyacımı karşıladığı için. Aslına bakarsanız hakiki dadacılar her zaman Dada’dan ayrıydılar. Dada patırtı kopararak istifa etmeye değecek kadar önemliymiş gibi davrananlar kendi adlarını duyurma arzusuyla hareket ediyorlar ve sahtekarların, tıpkı pis solucanların en saf ve aydınlık dinlere girip çıktığı gibi, kıvrılıp durduklarını kanıtlıyorlar.
[…]
Dada hiç de modern değil. Daha ziyade umursamaz bir Budist dinine dönüş niteliğinde. Dada nesneleri yapay bir nezaketle örter, bir hokkabazın şapkasından saçılan bir kelebek sağanağı. Dada hareketsizlik demektir ve tutkulara anlam vermez. Bunu bir çelişki olarak görebilirsiniz, ne de olsa Dada yalnızca şiddet içeren eylemlerde belirir. Evet, tahribat bulaştırılmış bireylerin tepkileri biraz şiddetli olur fakat bu tepkiler dindiğinde, sürekli ve aşamalı “Ne diye?” sorusunda şeytani bir ısrarla yok edildiğinde geriye kalan, hakim olan aldırmazlıktır. Ama aynı derece ikna edici bir biçimde tersini de iddia edebilirim.
İtiraf etmeliyim ki arkadaşlarım bu bakış açısını onaylamıyorlar. Hiçbir şey ancak bir bireyin düşüncesi olarak dile getirilebilir. Tam da o nedenle herkes için geçerli olacaktır çünkü herkesin sadece kendini ifade eden birey için önemi vardır – ben kendi adıma konuşuyorum. Bu bile bana fazla geliyor. Nasıl olur da tüm insanlar adına konuşmam ve üstelik de hepsini tatmin etmem beklenebilir?
[…]
Sıklıkla kulağınıza çalınır, Dada bir ruh halidir. Keyifli, üzüntülü, dertli, neşeli, hüzünlü ya da Dada olabilirsiniz. Edebi olmadan romantik olabilirsiniz, hülyalı, bezgin, uçuk, işadamı, sıska, şekil değiştirmiş, kendini beğenmiş, yumuşak başlı ya da Dada olabilirsiniz. Bu, sonradan, tarihin akışı içinde Dada kesin bir anlam kazanıp benimsenen bir sözcük haline geldiğinde; halk tarafından rağbet görüp tekrarlandıkça içeriğiyle yapısal bağı olan bir sözcük niteliği kazandığında gerçekleşecek. Bugün kimse bir gölü, manzarayı ya da karakteri temsil ederken Romantik edebiyatı aklına getirmiyor. Ağır ama emin adımlarla bir Dada kimliği oluşuyor.
[…]
Dada’nın başlangıcı bir sanatın değil, bir tiksintinin başlangıcıydı. 3000 yıldır bize her şeyi açıklamakta olan (ne diye?) filozofların azametinden duyulan tiksinti; Tanrı’nın-yeryüzündeki-temsilcileri-olan bu sanatçıların kurumlarından duyulan tiksinti; tutkudan ve dert etmeye değmeyecek gerçek patolojik kötülükten duyulan tiksinti; insana özgü hükmetme içgüdüsünü yatıştırmak yerine vurgulayan düzmece bir topyekûn sulta ve kısıtlama düzeninden duyulan tiksinti; tüm sınıflandırılmış sınıflandırmalardan, para çıkarı ve kibir marazına paravanlık yapmaktan başka bir işe yaramayan peygamberlerden duyulan tiksinti; birkaç çocuksu kurala uyularak siparişe göre yapılan tecimsel sanatın teğmenlerinden duyulan tiksinti; iyiyle kötünün, güzelle çirkinin (kırmızı değil de yeşil, sağda değil de solda, büyük ya da küçük olmak niye tercih edilir olsun?) ayrılmasından duyulan tiksinti. Nihayet, her şeyi açıklamaya kadir ve insanların zihnini fizyolojik temeli ya da etnik kökeni olmayan dar ve geniş fikirlerle dolduran, bütün bunları göz kamaştırıcı bir hüner ve rezil şarlatanlık vaatleriyle yapan Cizvit diyalektiğinden duyulan tiksinti.
Dada ilerlerken sürekli imha eder; etkisi dolayısıyla değil, doğrudan kendisi yok eder. Söylememe izin verin, bütün bu tiksintilerden kendine pay çıkarmaz; ne bir netice, ne bir övünme, ne de bir yarar. Faydası olmadığının, fark etmeyeceğinin ayırdına vardığı için, herhangi bir şeyle mücadele bile etmiyor artık. Bir dadacıyı ilgilendiren kendi hayat tarzı. İşte bu noktada büyük sırra yaklaşıyoruz.
Dada bir ruh halidir. Cereyanlara ve hadiselere göre kendisini dönüştürmesinin nedeni budur. Dada her şeye kendisini verir ancak o hiçbir şeydir. O evetle hayırın ve bütün karşıtlıkların buluştuğu noktadır, insana özgü felsefelerin şatolarında ağırbaşlılıkla değil, tıpkı köpekler ve çekirgeler gibi, öylece sokak köşelerinde.
Hayattaki her şey gibi Dada da beyhudedir.
Dada gösterişsizdir, hayatın da olması gerektiği gibi.
Eğer size, Dada aklın sözcükler ve törelerle doldurmayı başaramadığı her yere tıpkı hava gibi sızan el değmemiş bir mikroptur dersem belki beni daha iyi anlayacaksınız.[25]
Çeviri: Nur Altınyıldız Artun
[1] John Elderfield, "Introduction", Hugo Ball, Flight Out of Time: A Dada Diary, der. John Elderfield, çev. Ann Raimes (New York: Viking Press, 1974) s. xxxvi.
[2] Richard Huelsenbeck, “En Avant Dada: A History of Dadaism" [1920], The Dada Painters and Poets: An Anthology içinde, der. Robert Motherwell, çev. Ralph Manheim (New York: Wittenborn, Schultz, 1951) s. 44.
[5] Hans Richter, Dada Art and Anti-Art, çev. David Britt (Londra & New York: Thames & Hudson, 1964) s. 71-74.
[6] Robert Short, “Paris Dada and Surrealism”, Journal of European Studies, ix (1979) s. 80.
[8] Robert Short, “Paris Dada and Surrealism”, s. 81.
[9] 391’in Mart 1920 sayısından aktaran Emily Hage, “Dissemination: The Dada and Surrealist Journals”, A Companion to Dada and Surrealism içinde, der. David Hopkins (Chichester: Wiley Blackwell, 2016) s. 205.
[10] “Enginarlar” 1920 Mart’ında çıkan Dadaphone’da yayınlanmıştı; Türkçesi: “Dada Festivali”, e-skop (27 Ocak 2017).
[11] Çoğu yazara göre, bir ‘mürşit’ arayışındaki Breton Tzara’yı art arda ölmüş olan kahramanları Apollinaire ve Vaché’nin yerine koymak istiyordu; Robert Short, “Paris Dada and Surrealism”, s. 81 ve Georges Hugnet, "The Dada Spirit in Painting", çev. Ralph Manheim, The Dada Painters and Poets içinde, s. 190.
[12] Georges Ribemont-Dessaignes, “Buffet”, Littérature, 19 (Mayıs 1921) s. 7-8. İngilizce çevirisi Margaret I. Lippard, Dada içinde, der. Rudolf Kuenzli (Londra: Phaidon, 2006) s. 250.
[14] Dergiyi Le Corbusier ve Amédée Ozenfant çıkarıyorlardı.
[15] Aktaran, Emily Hage, “Dissemination”, s. 205.
[16] Francis Picabia, “Funny Guy”, 10 Temmuz 1921’de 391’de yayınlanan metnin İngilizce çevirisiSusan de Muth, The Dada Reader, A Critical Anthology içinde, der. Dawn Ades (Chicago: University of Chicago Press, 2006) s. 134.
[17] Aktaran, Emily Hage, “Dissemination”, s. 206. Huelsenbeck'in adını bilerek yanlış yazmıştı.
[18] 6 Ağustos 1921’de yayınlanan metnin İngilizce çevirisi Ian Monk, The Dada Reader içinde, s. 68.
[19] Robert Short, “Paris Dada and Surrealism”, s. 89.
[20] Georges Ribemont-Dessaignes, “History of Dada” [1931], The Dada Painters and Poets: An Anthology içinde, der. Robert Motherwell, çev. Ralph Manheim (New York: Wittenborn, Schultz, 1951) s. 119.
[21] Dawn Ades (der.), The Dada Reader, s. 162.
[22] Robert Short, “Paris Dada and Surrealism”, s. 96.
[23] Huelsenbeck’e göre Tzara’nın “vakanüvisi” olan Georges Hugnet, "The Dada Spirit in Painting", s. 167.
[24] Robert Short, “Paris Dada and Surrealism”, s. 78.
[25] Merz dergisinin Ocak 1924 sayısında yayınlanmıştı. İngilizce çevirisi: “Lecture on Dada (1922)”, çev. Ralph Manheim, The Dada Painters and Poets: An Anthology içinde, der. Robert Motherwell (New York: Wittenborn, Schultz, 1951) s. 246-251.