/ Dadanın 100. Yılı / Dada Merz Çatışması

18/11/2016 / skopbülten

Richard Huelsenbeck 1918 başında, I. B. Neumann'ın Galerisi'nde düzenlenen bir suarede "Almanya'daki İlk Dada Konuşması"nı yapıyor. Konuşmasında, iki yıl önce Zürih'te kurulmuş olan "enternasyonal Dada" hareketiyle dayanışma içinde olduğunu açıkladıktan sonra ekspresyonizme, fütürizme ve kübizme karşı son derecede şiddetli bir saldırıya girişiyor; soyut sanatı fena halde aşağılıyor. Ve sonunda bütün bu "teori"lerin Dada tarafından alaşağı edildiğini ilan ediyor. Bu konuşmayı izleyen haftalarda da, Johannes Baader, George Grosz, John Heartfield, Raoul Hausmann, Wieland Herzfelde gibi dadacılarla Kulüp Dada'yı kuruyor. Arkasından da Kulüp Dada'nın Berlin Sezession'unda düzenlediği bir şiir okuma ve performans gecesinde Huelsenbeck "Dadaist Manifesto"yu sunuyor: "Hayatta ve Sanatta Dadaizm". Manifestosunda, önce ekspresyonizmi yeriyor ve ekspresyonistlerin hiçbir şekilde "hayatın esasını etimize dağlayacak bir sanattan beklentilerimizi" yerine getirmediğini anlatıyor. Sonra da "Dadaizm Nedir?", onu açıklıyor. Dadaizmin bir ruh hali olduğunu söyleyerek, Kulüp Dada'nın "Honolulu'dan New Orleans'a kadar" bütün dünyada üyeleri bulunan bir enternasyonal oluşturduğunu belirtiyor. Üyelerin aynı zamanda Kulüp'ün başkanları olduğunu da ekliyor. [1] Ekspresyonizme bu kadar yüklenmelerine rağmen, Kulüp Dada'nın önderlerinin kendileri de, 1916'da Zürih'teki dada etkinliklerine başlamadan önce ekspresyonistlerle içli dışlı.[2]

Kulüp Dada'nın kuruluşuyla aynı zamanlarda Kurt Schwitters da Berlin'de. Der Sturm Galerisi'ndeki karma bir sergiye katılıyor ve ilk kez iki asamblajını gösteriyor. Bu sırada Raoul Hausmann'la tanışıyor ve ona Kulüp Dada'ya üye olmak istediğini söylüyor. Ne var ki ertesi gün, Huelsenbeck'in evinde yapılan genel üye toplantısında, Schwitters'ın başvurusu, Huelsenbeck'in vetosu sonucu reddediliyor. Bu karar üzerine Schwitters, memleketi olan Hannover'de, tek başına kendi Dada hareketini başlatıyor: Merz.[3]

Huelsenbeck'in, Schwitters'i veto etmesine yol açan itirazlarının başında "yeteri kadar politik olmaması ve fazlasıyla burjuva olması" geliyor. Kulüp Dada üyeleri 1918-1919 yıllarının Spartakist ayaklanmalarında gayet etkin. Grosz, Heartfield ve Herzfelde, Komünist Parti üyeleri. Gerçi Schwitters de Devrim'i kutluyor ve hemen endüstriyel tasarımla uğraştığı işinden istifa ederek kendini tamamıyla sanata hasrediyor. Ama Devrim'in onun "içindeki imgesi" Merz: "Merz devrimin benim içimdeki imgesi gibiydi, olduğu gibi değil olması gerektiği gibi."[4] Schwitters "olması gerektiği gibi" bir devrimi politik olayların ötesinde görüyordu. 1930 yılında 1918 Devrimi üzerine şunları yazıyordu:

 

Öyle devrimleri çok önemsemiyorum; insanlığın bu devrimler için olgun olması gerekli. Sanki rüzgâr olgun olmayan elmaları yerlere uçuruyor. Ne ziyan! Ama şükürler olsun ki, bu sayede insanların savaş dediği alavere dalavere sona erdi.[5]

 

Dadaist Manifesto'nun yayınlandığı broşürün kapağı ve Kurt Schwitters'ın kartpostal kolajı, 1921.

 

Schwitters'in "burjuva"lığına gelince... Huelsenbeck'e göre Schwitters, Hannover'deki babadan kalma evinde ailesiyle birlikte konformist bir küçük burjuva hayatı sürüyordu. Bunun en açık ifadesi, Schwitters'in "küçük burjuva idealizmi"nin ürünü olan "Anna Blume" şiiriydi. Huelsenbeck bu şiirin "burjuva duygusallığı koktuğunu ve zamanı geçmiş, yanlış yönlendirilmiş bir romantizmden" ibaret olduğunu söylüyordu; nostaljikti. Onun için, "ilke olarak Dada, Kurt Schwitters'in ünlü Anna Blume şiiri gibi işleri reddediyordu."[6] Oysa, suarelerde Schwitters bu şiiri öyle bir üslupla okuyordu ki, şiirin bir duygusallık ve romantizm ifadesinden ziyade, ancak bunların parodisi olduğu söylenebilirdi. Ama her koşulda, sanatçının Alman romantizmiyle, özellikle de Novalis'le içli dışlı olduğu muhakkaktı. Onun gibi, insan hayatına ahenk kazandıracak yeni bir dil arıyordu. Novalis için bu dil edebiyatıydı, Schwitters için de sanatıydı; Merz'di. Bu dil "formların ve renklerin" ritminden oluşuyordu. Zaten "sanat ritimden başka bir şey değildi."[7] Merzbau, Schwitters'ın yarattığı dilin grameri sayılmalıdır. Tıpkı bir katedral gibi Merzbau da gizemli anlamlardan, duyulardan ve duygulardan kutsal bir evren kuruyordu. Bütün bunlar, pek çok romantik gibi Schwitters'in de hermetizmle, büyüyle, simyayla ilişkisi olduğunu ortaya koyuyordu. Ekspresyonizme karşı ilgisi de, romantik hayal dünyasından kaynaklanıyordu. Gençliğinde mimar Bruno Taut'un çevresinde oluşan ekspresyonist-gizemci külte karşı ilgi beslemişti. Yani sonuçta Schwitters, Huelsenbeck'in ekspresyonizme ateş püsküren "Dada Manifestosu"ndaki koşulları yerine getirmiyordu. Tam aksine... Üstelik sergilerini de ekspresyonist sanatçıların merkezi sayılan Herwarth Walden'in Der Sturm galerisinde açıyordu. Oysa 1916 öncesinde kendileri de Der Sturm çevresinde olan dadacılar, ekspresyonizmden koparak yeni hareketlerini ilan ettikten sonra bu galeriyi terk etmişlerdi.

Dada-Merz çatışmasındaki bir başka husus, Schwitters'in geleneksel sanat anlayışını, akademizmi ve klasizmi yerle bir eden "anti-art" söyleme mesafeli olmasıydı. Gerçekten de Schwitters, Merz'i, 1909-1914 arasında eğitim gördüğü Dresden Sanat Akademisi'ndeki çalışmalarının bir devamı gibi yorumluyordu: Merz'i "doğanın, yağlı boya, fırça ve kanvasla olabilecek en kusursuz taklidinden yola çıkarak geliştirdim. Dolayısıyla, doğaya bağlı bu natüralist çalışmalarla, Merz soyutlamaları arasında sürekli bir gelişme mevcuttur."[8] Ayrıca Schwitters'in, Merzbau'yu yaratmaktan ibaret olan hayatını sürdürürken, peyzaj ve portre boyayarak karnını doyurduğunu da kaydetmek gerekir.

Huelsenbeck, Dada-Merz çatışmasından elli yıl sonra, 1969'da kaleme aldığı Bir Dada Davulcusunun Anıları'nda Schwitters'le ilgili kanaatlerini de aktarır. Onun dehasını teslim ederken "özünde devrimci" olduğunu belirtir; ama onun devrimi romantiktir. Schwitters'in gözünde hayat bir formdur, öyle ki "ben Merz'im" der. Hayatın ve formların özgürlüğü onun için özdeştir. Ve devrimin kaynağı da buradadır. Aşağıdaki "Proleter Sanatı Manifestosu"nda açıklandığı üzere, sanatın özerkliğini ihlal eden siyasal ve toplumsal davalar böyle bir devrimi saptırır. O, devrimini ve devrimciliğini hayatıyla kanıtlamıştır. Ütopyasını yaşamıştır. [AA]

 

 

Théo van Doesburg, Kurt Schwitters, Hans Arp ve Diğerleri

Proletkunst [Proleter Sanat] Manifestosu

1923

Belirli bir insan sınıfıyla ilişkilenen bir sanat yoktur, olsaydı bile yaşam için hiçbir önem taşımazdı.

Proleter sanat yaratmak isteyenlere soruyoruz: Proleter sanat nedir? Bizzat proleterler tarafından yapılmış bir sanat mıdır? Yoksa yalnızca proletaryaya hizmet eden bir sanat mıdır? Yoksa proleter (devrimci) içgüdüleri uyandıracak bir sanat mıdır? Proleterler tarafından yapılan bir sanat yoktur; çünkü proleter sanat yaptığında artık proleter olarak kalmaz, sanatçı olur. Sanatçı ne proleter ne de burjuvadır, yaptığı ise proletaryaya veya burjuvaziye değil, herkese aittir. Sanat insanın zihinsel bir faaliyetidir, insanı hayatın kaosundan (trajediden) kurtarmayı amaçlar. Sanat, istediği aracı kullanmakta özgürdür ama yalnızca ve yalnızca kendi yasalarına bağlıdır, bir yapıt sanat yapıtı olduğunda proletarya ve burjuvazinin sınıfsal farklılıklarının çok üstüne çıkar. Sanatın yalnızca proletaryaya hizmet etmesi bekleniyorsa, proletaryaya burjuva beğenisinin bulaşmış olması gerçeği bir yana, bu sanat çok kısıtlı olurdu, tıpkı burjuvaziye özel bir sanatın kısıtlı olacağı gibi. Böyle bir sanat evrensel olmazdı, dünya vatandaşlığı duygusundan değil bireysel, toplumsal, zamansal ve mekânsal olarak sınırlı görüşlerden kaynaklanırdı. Tek yanlı olarak proleter içgüdüleri uyandırması istenen sanat, temelde dinsel ya da ulusal sanatla aynı araçlardan yararlanır. Kulağa ne kadar banal gelse de, herhangi birisinin, önünde Troçki’nin gittiği bir kızılordu resmi yapmasıyla, önünde Napolyon’un gittiği bir imparatorluk ordusu resmi yapması temelde aynı şeydir. Bir resmin sanat yapıtı olarak değeri açısından, onda proleter içgüdülerin mi yoksa vatansever duyguların mı uyandırıldığının hiçbir önemi yoktur. Biri de diğeri gibi, sanat görüş açısından incelendiğinde dalaveredir.

Sanat insanlardaki yaratıcı güçleri yalnızca kendi araçlarıyla uyandırmalıdır, hedefi proleterler ya da burjuvalar değil, olgun insanlardır. Yalnızca küçük yetenekler, kültür eksikliğinden, büyük olanı göremedikleri için, sınırlılıklarıyla proleter sanat (yani politikanın resmedilmiş hali) yapabilirler. Oysa bir sanatçı, toplumsal örgütlenmenin özel alanından kaçınır.

Bizim istediğimiz haliyle sanata gelince, ne proleter ne de burjuvadır o, çünkü toplumsal koşullardan etkilenmek yerine tüm kültürü etkileyecek kadar güçlü olan enerjileri geliştirir.

Proletarya aşılması gereken bir durumdur, burjuvazi aşılması gereken bir durumdur. Proleterler proleterya kültüyle burjuvazinin kültürünü taklit ederek, farkında olmadan burjuvaların bu çökmüş kültürüne payandalık etmektedirler – sanatın ve kültürün zararına.

Eski, vadesi dolmuş ifade biçimlerine duydukları muhafazakâr sevgiyle ve yeni sanattan tamamen anlaşılmaz bir biçimde hoşlanmayışlarıyla, kendi programlarına göre mücadele etmeleri gerektiği şeyi –burjuva kültürünü– hayatta tutuyorlar. Bu yüzden burjuva duygusallığı ve burjuva romantizmi radikal sanatçıların onları yok etmeye yönelik tüm yoğun çabalarına rağmen, hâlâ ayakta kalıyor ve hatta yenileniyor. Komünizm de parlamenter sosyalizm gibi bir burjuva olayıdır, yeni bir kılığa bürünmüş kapitalizmdir. Burjuvazi proletarya tarafından değil burjuvalar tarafından icat edilmiş komünizm aygıtını, yalnızca kendi çürümüş kültürünü yenileme aracı olarak kullanıyor (Rusya). Bunun sonucunda proleter sanatçı sanat için veya gelecekteki yeni yaşam için değil, burjuvazi için savaşıyor. Her proleter sanat yapıtı, burjuvazi için yapılmış bir afişten ibarettir.

Buna karşılık, bizim burada hazırladığımız, topyekûn sanat yapıtıdır, ister köpüklü şarap, ister dada, isterse de komünist diktatörlük için yapılmış olsunlar, tüm afişlerden üstündür.[9]

 

THÉO VAN DOESBURG.                          KURT SCHWITTERS.

hans arp.                                                        TRISTAN TZARA.

CHR. SPENGEMANN.                               d. HAAG, 6. 3 1923.

 

Almancadan çeviren: Mustafa Tüzel

 

 

Richard Huelsenbeck

Schwitters Üzerine – Bir Dada Davulcusunun Anıları'ndan

1969

Schwitters'le kavgalarım, esas olarak benim dadacı ve egzistansiyalist olmam, onun ise sadece ve sadece sanatçı olmasından kaynaklanıyordu.

Bütün hayatım boyunca yakın arkadaşım olabilecek bir tek büyük, hakiki sanatçı vardı: Hans Arp. Bu onun, belli başlı her sanatçının içinde olan bir niteliği –katı bir idealizmi– katlanılır kılan özel kişiliği nedeniyle böyle olmuştur. İdealizm kendisini değişik tarzlarda ifade eder; örneğin, incelik eksikliği, dogmatizm, sabit fikirlilik. Ve sonunda öyle bir dayatmacılık halini alabilir ki, çevredekilerin nefes alması imkânsız olur. Böyle insanlar öylesine bir sonsuzluk solurlar ki, bu balinaların karınlarından su fışkırtmasına benzer.

Schwitters'in Merz'i ile Dada arasındaki fark böyledir. Adı kötüye çıkmış olan "Anna Blume", idealizmin çılgınlıkla bezenmiş tipik bir ürünü olarak çarptı beni. Bu şiirlerin ne bir ezgisi vardı, ne de Ball'ın bahsettiği ağıt havası. İlahi de değillerdi, dünyevi de; basit ve hafiften bayağıydılar. Taşrada görülen cinsten, gülünç bir bayağılık. Schwitters son derecede yetenekli bir küçük burjuvaydı; şu evine sadık mahir rasyonalistlerden biri...

Bizim ise Berlin'deki gayelerimiz farklıydı ve yükseklerdeydi. Biz insanların peşine düşmeyi seviyorduk, hilebazların çevirdiği dümenleri seviyorduk; canilerin sahte dualarını ve ölü orospuların göğüsleri arasında biriken tozları seviyorduk. "Anna Blume" neye yarardı ki?..

Ama şunu da açıkça söyleyeyim ki, bir sanatçı olarak Schwitters'e duyduğum saygı hiçbir şekilde, yukarıda "Anna Blume" üzerindeki görüşlerimle ölçülmez. Ne var ki, Schwitters'in Merz Dadasıyla benim anlayışım arasındaki fark, bütün bu geçen zaman içinde silinmemiştir.

Kişisel ilişkilerimiz de, o zaman formüle edilmesi güç olan bu çelişkilerle belirlenmişti. Küçük burjuvalığın katılaştırdığı romantik idealizmiyle Schwitters, benim enternasyonal, evrensel-entelektüel ve felsefi dünyamın dışındaydı.

Schwitters, karısı ve çocuğuyla birlikte, dibine kadar Alman olan ve küçük burjuva zihniyeti bakımından diğer birçok Alman kentini aşan Hannover'de oturuyordu. Ben gençken Hannover, askerî, aristokratik bir zümrenin egemen olduğu bir taşra kentiydi. Artık kral yoktu, ama sanki millet hâlâ hazırolda Majestelerinin geçitini bekliyordu. Hindenburg'un bir süre komutan olarak görev yaptığı Hannover, kral ve askerler aracılığıyla 'halk'ı yöneten Prusyalı büyük toprak sahiplerinin etkisi altındaydı.

Özünde devrimci olan Schwitters gibi bir sanatçının böyle bir atmosferde yaşaması ve çalışması gerçekten şaşırtıcıydı. Tabii bu, birçok kişisel alışkanlığını çevresine uydurması sayesinde mümkün olabilmişti. Dolayısıyla devrimi romantik bir devrim olarak kaldı. Bu da bizim her koşulda sakınmamız gereken bir durum oluşturuyordu. Onun 'palyaço'yu oynamaktan başka çaresi yoktu, bense palyaço olmak hariç her şeyi istiyordum. Birkaç manifestoda, özellikle de "Yeni İnsan"da ifade ettiğim gibi, (kendi) barikatlarımın ardında yeni bir insanoğlu için savaşmak istiyordum. Benim entelektüel mirasım sadece Picasso'dan, kübistlerden veya modern mimarlıktan ibaret değil; aynı zamanda Goethe'den, Nietzsche'den, Husserl'den, Heidegger'den ve Amerikan pragmatistlerinden besleniyor. Bu açıdan, ses şiirini kimin icat ettiği umurumda bile değil. Ball'ın "Fil Kervanı" şiiri, benim için insanlığın ebedi kervanı kadar, kaderi ve geleceği kadar önemli değil.

Schwitters New York'ta Rose Fried Galerisi'nde açılan kolaj sergisiyle [1953] tanındı. Ayrıca yakında, memleketi Hannover'de büyük heyecan uyandıran retrospektif bir sergisi [1956] düzenlendi. Kolajın Picasso ve Braque tarafından icat edilmiş olmasına rağmen onu geliştirenler ve şimdiki biçimini verenler dadaistlerdir; özellikle de Arp, Hausmann ve Schwitters. Besbelli kolaj, izleri Dada'ya uzanan birçok psikolojik ve estetik öğe barındırır. Yapıştırmalardan kaynaklanan görünüşlerindeki ilkellikleri; kırmızı, sarı, mavi gibi temel renkleri kullanmaya yatkınlıkları; kâğıt, tel, mantar gibi malzemeleri katarak sağladıkları yeni mekân kavrayışı, tamamıyla dadacı ifadelerdir. Dadacılar kolaja ironiyi eklemişlerdir. Örneğin Hausmann fotomontajlarında (Dada kolajlarında), benim yazılarımda kullandığım belli bir saldırganlık geliştirmiştir.

Schwitters'i çocuksu bir yüzü olan, geniş omuzlu, sarı saçlı biri olarak hatırlıyorum. Gözleri umutlu ama güven vermeyen ve sinsi bakışlı gözlerdi. Sakindi ama aniden fazlasıyla canlı olabilirdi. Şiir okumaya başladığında sesi gürleşiyor ve bir Prusya onbaşısı kadar keskinleşebiliyordu.

Bir Noel’i birlikte geçirdik. Oturma odasındaki Noel ağacı ışıl ışıldı ve Bayan Schwitters çocuğunu yıkayacağı için izin istedi. Bütün havasıyla bir aile hayatı sürüyordu. Schwitters içinde bir kulenin bulunduğu çalışma odasını gösterdi. Bu kulenin, ya da evin, Schwitters'in içlerine hatıra eşyaları, fotoğraflar, doğum günü tarihleri ve diğer saygın veya saygın olmayan birtakım malzemeleri yerleştirdiği oyuklar, kovuklar ve delikleri bulunuyordu. Oda bir yandan son derecede dağınık, diğer yandan ise gayet titiz bir düzen içindeydi. Yeni yapılmaya başlamış kolajlar, ahşap heykeller, taş ve alçıdan resimler hep ortalıktaydı. Yerlere dağılmış birtakım kitap sayfalarını ayaklarımızla çiğneyip duruyorduk. Her yer paçavralarla, taşlarla, kol düğmeleriyle, her boydan kütüklerle, gazete kupürleriyle ve türlü türlü başka malzemeyle dolup taşıyordu.

Bunların ne olduklarını sorunca, omuzlarını silkerek "Baştan aşağı çöp," dedi.

Kurt Schwitters 1948 yılında İngiltere'de Ambleside'de öldü. Büyük bir sanatçıydı, harika bir ressamdı, müthiş bir deneyciydi. Üstüne üstlük şairdi. Hepsi bu nadir insanda biraraya gelmişti. Ne yazık ki zamanından önce öldü. Ve ne yazık ki, hiçbir şeye güven duymayan hırçın doğası yeteneklerini sonuna kadar geliştirmesini engelledi.[10]

 

Çeviren: Ali Artun



[1] Hans Richter, Dada Art and Anti-Art (Londra: Thames and Hudson, 2001) s. 102-107. Brigid Doherty, "Berlin", Dada içinde, ed. Leah Dickerman (New York: Museum of Modern Art,  2006) s. 87, 88.

[2] "Dada ve Ekspresyonizm", http://www.e-skop.com/skopbulten/dadanin-100-yili-dada-ve-ekspresyonizm/3036

[3] Hans Richter, a.g.e., s.138.

[4] Aktaran, Dorothea Dietrich, "Hannover", Dada içinde, s. 159.

[5] Aktaran, Jerome Rothenberg, Pierre Joris, Kurt Schwitters-Poems, Performance Pieces, Proses, Plays, Poetics (Cambridge: Exact Change, 2002) s. xxiii.

[6] Dorothea Dietrich, "Hannover", s.161.

[7] Elizabeth Burns Gamard, Merzbau-The Cathedral of Erotic Misery (New York: Princeton Architectural Press, 2000) s. 134.

[8] Aktaran, Jerome Rothenberg, a.g.e., s. xxii.

[9] Théo van Doesburg, Kurt Schwitters, Hans Arp ve diğerleri, "Manifest Kunstprolet", Merz 2 (Nisan 1923) s. 24-25. http://sdrc.lib.uiowa.edu/dada/merz/2/pages/24.htm (Erişim tarihi: 18 Kasım 2016).

[10] Richard Huelsenbeck, Memoirs of a Dada Drummer, der. Hans J. Kleinschmidt, çev. Joachim Neugroschel (New York: Viking Press, 1974) s. 64-66.

Dada, Kurt Schwitters, Dada'nın 100. Yılı