Alain Badiou estetik üzerine düşüncelerini “inestetik” (inaesthetics) kavramıyla karşılar. “İnestetik’le kast ettiğim, sanatla felsefe arası bir ilişkidir. Bu ilişki, sanatın kendisinin de hakikat ürettiğini teslim ederken, sanatı felsefenin bir nesnesi durumuna çevirmeye kalkışmaz. Estetik spekülasyona karşı, inestetik, kimi sanat eserlerinin bağımsız varoluşu tarafından üretilen tamamıyla felsefe-içi (intraphilosophical) etkilerini açıklar” (1998). Yani, ne sanat felsefeye, ne de felsefe sanata indirgenebilir. Her ikisi de birbirinden bağımsız olarak hakikatle uğraşır. Sanat da hakikat üretir ve felsefenin görevi bunun böyle olduğunu kabul etmek ve göstermektir. Sanat da, felsefe de özerktir ve bu özerklik muhafaza edilmelidir. “Evetlemeci [Affirmationist] Sanat Manifestosu” Badiou’nun inestetik estetiğinin ilkelerini tanımlar. İlk hali 2001’de Venedik’te düzenlenen bir konferansta sunduğu bildiriye dayanır. “Çağdaş Sanat Üzerine On Beş Tez” bu manifestonun çatısını oluşturur; tezlere ilişkin açıklamalar, Badiou’nun 2004’te New York’ta yaptığı bir konuşmadan alınmıştır.
1. Sanat, sonsuzun, beden ile cinselliğin sonlu sefilliğine ulvî zülulu [sublime descent] değildir. Sanat, tersine, maddî bir çıkarma [subtraction] işleminin sonlu araçlarıyla, sonsuz bir öznel dizinin üretilmesidir.
Bugün çelişki, yeni formlara duyulan arzunun sonsuzluğu ile, bedenin, cinselliğin vs. sonluluğu arasındadır. Yeni sanat, bu çelişkinin terimlerini değiştirmelidir: Sonsuzluk tarafına yeni bir içerik, yeni bir ışık, dünyaya yeni bir bakış koymalı; sonluluk tarafına ise araçların ve vecizleştirmenin kesinliğini koymalıdır. Dolayısıyla ilk tez, çelişkinin bir nevi ters çevrilmesidir.
“Çıkarma” kelimesinin iki anlamı var. İlki, biçimsel yenilik saplantısından kurtulmaktır. Yenilik saplantısı kapitalizme karşı eleştirel bir tavır değildir, çünkü kapitalizmin kendisi yenilik saplantısı ve formların sürekli yenilenmesidir. İkinci anlam, sonluluk saplantısından, zulüm, beden, acı, cinsellik ve ölüm saplantısından kurtulmaktır; çünkü bu, mutluluk ideolojisinin ters çevrilmesinden başka bir şey değildir. Bugün dünyamızı bir mutluluk ideolojisi sarmıştır. Sanat da bunu ters çevirmek için acıya, bedene, cinselliğe odaklanır. Ama sanatın meselesi her zaman ölüm olmamalıdır, yaşam da onun meselesidir. Bu tez ilk tezin anlamlandırılmasıdır: Biçimsel yenilik, zulüm, ölüm, beden ve cinsellik saplantısı olmayan bir sanatsal yaratımın peşine düşmeliyiz.
2. Sanat, etnik veya kişisel herhangi bir tikelliğin ifadesi olamaz. Sanat, herkesi muhatap alan gayri şahsî bir hakikatin üretilmesidir.
Buradaki önemli soru, evrensellik: Sanatsal yaratımda evrensellik var mıdır, yok mudur? Çünkü günümüzün en önemli meselesi küreselleşmedir, dünyanın birliğidir. Küreselleşme bize soyut bir evrensellik sunar. Paranın, iletişimin, iktidarın evrenselliği. Günümüzün evrenselliği budur. Peki paranın ve iktidarın evrenselliğine karşı, sanatın meselesi nedir, sanatsal yaratımın işlevi nedir? Benim tavrım şöyle: Bugün sanatsal yaratım yeni bir evrensellik önermelidir, sadece beni veya cemaati ifade etmemeli, insanlığa yeni tür bir evrensellik sunmalıdır. Ben buna “hakikat” diyorum.
3. Sanat bir hakikat usûlüdür ve bu hakikat, daima, duyumsanabilir olan olarak duyumsanabilir olanın hakikatidir; yani duyumsanabilir olanın, bir İdea’nın ortaya çıkışına dönüşmesidir.
Bu, sanatın evrenselliğinin tanımıdır. Sanatsal hakikat nedir? Sanatsal hakikat, bilimsel veya siyasî vb. hakikatten başka bir şeydir. Tanıma göre sanatsal hakikat, daima, duyumsanabilir olanla ilgili bir hakikattir. Sanat bugün çok önemli görünüyorsa, bunun sebebi, küreselleşmenin bizi yeni tür bir evrensellik yaratmaya zorlamasıdır, bu da her zaman yeni bir duyarlılık ve dünyayla yeni bir duyusal ilişkidir. Bugün baskı, soyut evrenselliğin baskısıdır. Bu nedenle bugün sanatsal yaratım, insan özgürleşmesinin bir parçasıdır. Sanat, küreselleşme denen soyut evrensellik karşısında yeni bir şey yaratma yönündeki gerçek olanaktır.
4. Sanatta kaçınılmaz olarak çoğulluk vardır ve sanatlar arasında ne kadar kesişme tahayyül edersek edelim, bu çoğulluğu bir bütünde toplamak tahayyül edilemez.
Bu tez, bütünleştirme düşüne karşı çıkar. Bugün bazı sanatçılar, bütün sanat formlarını birleştirme olanağı olduğunu düşünüyorlar – mutlak bir çoklu ortam düşü bu. Ama bu yeni bir fikir değil. Bildiğiniz gibi, resim, müzik, şiir vs. bütün sanatları biraraya toplayan “topyekûn sanat eseri” fikri Richard Wagner’e aittir. Bence çoklu ortam yanlış bir fikirdir, çünkü mutlak bütünleşme gücüyle, küreselleşme düşünün bir nevi sanata yansıtılmasıdır.
5. Her sanat katışık [impure] bir formdan türer; bu katışık formun katıksızlaştırılması [purification], hem bir sanatsal hakikatin tarihini, hem de o hakikatin sönümlenmesinin tarihini oluşturur.
Burada soru şu: Yeni formların yaratımı tam olarak nedir? Yeni formların tamamen katıksız yaratımı asla söz konusu değildir. Bence yepyeni formların katıksız yaratımı da, bütünleştirme gibi, bir düştür. Her zaman, tam olarak form olmayan bir şeyin bir forma geçmesi söz konusudur. Dolayısıyla, katıksız yaratımdaki katıksız kopuştan çok daha fazla, katıksızlaştırma sekansları vardır. Beşinci ve sekizinci tezler bunu anlatmaktadır.
6. Bir sanatsal hakikatin özneleri, onun kompozisyonunda yer alan eserlerdir.
7. Bu kompozisyon sonsuz bir konfigürasyondur, ama zamanımızın sanatsal bağlamı içinde türeyimsel bir bütünlük [totalité générique] oluşturmaktadır.
Sanatın öznesi nedir? Bu hem çok önemli, hem de çok eski bir tartışma. Sanatın öznesi sanatçı değildir. “Sanatçı” sanat için bir zorunluluktur, ama öznel bir zorunluluk değildir. Sanatın öznel varoluşu sanat eserleridir, başka bir şey değil. Sanatçı sanatın öznel faili değildir. Sanatçı aynı zamanda, sonunda sanatta kaybolan şeydir. Ve sanatın etiği, bu kayboluşu kabul etmektir.
8. Sanatın gerçeği, içkin katıksızlaştırılma süreci olarak düşünsel katışıklıktır. Başka deyişle, sanatın ham maddesi, bir formun olumsal ortaya çıkışıyla belirlenir. Sanat, formsuz olarak beliren bir formun ikincil formlaştırılmasıdır.
9. Çağdaş sanatın yegâne düsturu emperyal olmamaktır, ki bu da aynı zamanda demokratik olmamak anlamına gelir – demokratik sıfatının, emperyal siyasî özgürlük fikrine uymaya işaret etmesi kaydıyla.
10. Emperyal olmayan bir sanat ister istemez soyut bir sanat olacaktır: Her türlü tikellikten soyutlanmış olması ve bu soyutlama hamlesini formlaştırması anlamında.
11. Emperyal olmayan sanatın soyutlaması, belirli bir izleyici kitlesini dikkate almaz. Emperyal olmayan sanat, proleter bir aristokratizme bağlıdır: İnsanlar arasında ayrım gözetmeden, ne diyorsa onu yapar.
Emperyal sanat, bugün görünür olan sanatın adıdır. Ortada bir imparatorluk olduğunda, iki ilkemiz vardır. İlki, her şeyin mümkün olmasıdır, çünkü büyük bir kudretimiz vardır, dünya bir olmuştur. O zaman her şey mümkün diyebiliriz. Yeni formlar yaratabiliriz, her şey hakkında konuşabiliriz, neyin mümkün, neyin imkânsız olduğu konusunda net yasalar yoktur, bu nedenle her şey mümkündür. Ama bir ilkemiz daha vardır: Hiçbir şey mümkün değildir. Çünkü imparatorluk yegâne olanaklı varoluş, yegâne siyasî olanak olduğundan, başka bir şeyin imkânı yoktur. Demek ki, her şeyin mümkün olduğu doğru değildir, mümkün olmayan şeyler vardır, ve siz bu mümkün olmayan şeyin olanağını yaratmak zorundasınız. Sanatsal yaratımın en önemli meselesi budur. Dolaşım, iletişim, piyasa vs. faaliyetlerinde hep olanaklar gerçekleştiriliyor, olanakların sonsuzca gerçekleştirilmesi söz konusu. Ama olanaklar yaratılmıyor. Dolayısıyla bu aynı zamanda siyasî bir mesele, çünkü siyaset yeni bir olanağın yaratılması demektir. Yeni bir yaşam olanağı, yeni bir dünya olanağı. Küreselleşme, yeni bir olanak yaratmanın imkânsız olduğu inancını pekiştiriyor. Komünizmin sonu, devrimci siyasetin sonu, tüm bunların hâkim yorumu şu: Yeni bir olanak yaratmak imkânsızdır. Burada bir olanağı hayata geçirmekten bahsetmiyoruz, yeni bir olanak yaratmaktan bahsediyoruz.
12. Emperyal olmayan sanat, matematiksel bir tanıtlama kadar sağlam, bir gece baskını kadar şaşırtıcı, bir yıldız kadar yükseltilmiş olmalıdır.
Bu, şiirsel bir tez. Sanatsal yaratımın üç belirleyeni. Neden tanıtlama? Çünkü sanatsal yaratım meselesi sonuçta aynı zamanda bir tür ezeliyet taşıyan, katıksız iletişim ve dolaşım halinde olmayan, formların sürekli değişimi içinde yer almayan bir şeyle ilgilidir. Direnen bir şeydir, nitekim direniş de bugün sanatın meselesidir. Direnen bir şey, bir tür istikrara, sağlamlığa sahiptir. Mantıksal tutarlılığı ve bütünlüğü olan, mantıksal bir denklem gibi. İkinci tanım, şaşırtıcılık: Yeni bir olanağın yaratılması, yeni bir olanak da her zaman şaşırtıcı bir şeydir. Bir yıldız kadar yükseltilmiş, çünkü yeni bir olanak yeni bir yıldız gibidir. Yeni bir gezegen, yeni bir dünyadır. Dünyayla kurulan yeni bir duyumsal ilişki gibi.
13. Bugün sanat, ancak, İmparatorluğun nezdinde var olmayan bir şeyi hareket noktası alarak üretilebilir. Sanat, bu varolmayışı soyutlayarak görünür kılar. Bütün sanatların form ilkesini oluşturan da budur: İmparatorluk için –dolayısıyla, başka bir bakış açısından olmakla birlikte, hiç kimse için– var olmayan bir şeyi herkes için görünür kılma kabiliyeti.
14. İmparatorluk, ticarî dolaşım yasaları ve demokratik iletişim yasaları aracılığıyla görünür ve işitilir olan her şeyi denetlediğinden o kadar emindir ki, artık sansüre ihtiyaç bile duymaz. Bu sınırsız izinden yararlanmaya gönül indirirsek, sanat ve düşünce namına ne varsa gözden çıkarmışız demektir. Kendi kendimizin insafsız sansürcüleri olmalıyız.
15. İmparatorluğun nezdinde varlığı zaten onaylanan şeyi görünür kılan formlar yaratmaktansa, hiçbir şey yapmamak daha iyidir.
Bugün karşı karşıya olduğumuz en önemli sorun sanat ile insanlık arasındaki bağıntıdır. Daha doğrusu, sanatsal yaratım ile özgürlük arasındaki bağıntı. Bugün özgürlüğün emperyal bir tanımı vardır, bu da bildiğimiz demokratik tanımdır. Benim düşünceme göre sanatsal yaratım, özgürlüğün demokratik tanımının ötesinde yeni bir özgürlük tanımını yaratmaktır. Bugün mesele bence sanatta özgürlük ile diktatörlüğü, özgürlük ile baskıyı tartışmak değil, bizatihi özgürlüğün bu iki tanımını tartışmaktır.
Alain Badiou, “Çağdaş Sanat Üzerine On Beş Tez”, Sanat Manifestoları: Avangard Sanat ve Direniş içinde, ed. Ali Artun (İstanbul: İletişim Yayınları sanathayat dizisi, 1. baskı 2010), s. 356-361.