Franklin Rosemont, Amerikan sürrealist hareketinin başta gelen simalarından biri. Bir işçi lideri baba ile jazz müzisyeni annenin çocuğu olan Franklin, sivil haklar mücadelelerinde, işçi direnişlerinde ve ırkçılık karşıtı harekette yer alır. Kendisi gibi sürrealizme (ve Marksizme, anarşizme, feminizme…) meraklı partneri Penelope Bartik (daha sonra Rosemont) ile 1966’da Paris’e gidip André Breton ve dostlarıyla tanıştıktan ve Paris grubunun toplantılarına katıldıktan sonra ABD’ye dönüşlerinde Şikago sürrealist grubunu kurarlar ve Amerikan sürrealizminin ilk bildirilerini kaleme alırlar, klasik sürrealist metinleri çevirerek hareketin tanınırlığına katkıda bulunurlar. Grup aynı zamanda “devrimin, şiirin, olağanüstünün, rüyanın, isyanın, özgürlüğün, arzunun, vahşi doğanın ve aşkın hizmetinde sürrealizm” ibaresiyle kendini tarif eden ARSENAL Surrealist Subversion dergisini çıkarır.
Amerikan sürrealizmi, yüksek elitist kültür ve ondan ayrı olarak düşünülemeyecek olan suni avangard hareketler (soyut dışavurumculuk, Pop Art, Op Art, kavramsal sanat, minimalizm vs.) karşısında popüler kültürün zengin haznesine başvurmayı tercih eder. Franklin, Penelope ve sürrealist yoldaşları, bu popüler kültürün “verimli nehrine” serbestçe dalarak, yaşadıkları toprakların kültürel radikalizmiyle bağ kurmayı, işçi sınıfının tarihsel görsel kültüründen ilham almayı, kültür endüstrisi içinden “stratejik biçimde seçilmiş” kimi karakterlerin ve anlatıların bozguncu potansiyellerini açığa çıkarmayı ve tüm bunların yanı sıra sürrealizmi yerelleştirmeyi, “Amerikalılaştırmayı” amaçlar. Böylece bilimkurgu hikâyeleri, çizgi romanlar, düşük bütçeli “B filmler”, çizgi filmler ve tabii ki blues, “hem çelişki, hem mücadele” hem de yeni modern mitlerin (“arzunun özgürleştirici mitolojisi”) oluşumu ve var olanların da mitsellikten arındırılması bakımından “yaşamsal bir zemin” sunmaktadır.[1]
Bunların arasından Şikagolu sürrealistlerin “radikal mizah ağacı”nda Joe Hill, Marx Kardeşler ve Charlie Chaplin’le birlikte yer alan Bugs Bunny belki de en çok başvurulan popüler figür haline gelir. 1968’de Şikago’da düzenlenen Dünya Sürrealist Sergisi, sürrealist grubun oluşturduğu Bugs Bunny galerisinde yer alır. Fakat gri tavşan salt eğlenceli bir sembol olmanın ötesine geçer, kendisine kuramsal-felsefi düzeyde yıkıcı bir anlam atfedilir. Troçki üzerine 1970’te kaleme alınan ve Kuzey Amerika sürrealizminin siyasal pozisyonlarına ilişkin bir makalede[2] Franklin Rosemont şöyle yazıyor:
Metodolojik açıdan, sürrealist diyalektik, Şikago’da geliştirildiği haliyle temel itkisini Hegel’den almıştır elbette. Fakat aynı zamanda William Blake, Sade, Charles Fourier, Emily Brontë, Marx, Lautréamont, Alfred Jarry, Jacques Vaché, Freud, Sandor Ferenczi, Franz Fanon, Malcolm X ve Marcuse’nin yanı sıra yüzyıllık devrimci mücadeleden, onlarca yıllık sürrealizmden, blues’dan, jazz’dan ve Bugs Bunny’den beslenen (veya “zehirlenen” diyecektir eleştirmenlerimiz) bir diyalektiktir bu.
Mizah ve devrim hakkındaki bir diğer yazısında[3] da yine Bugs Bunny ile Hegel’i buluşturur Franklin Rosemont:
Bu yeni mizahın gerçekleştirilmesi noktasında tüm modern mitoloji içinde Bugs Bunny’den, bu amansız afallatıcı diyalektikçiden daha iyi bir örnek yoktur. Hegel mevcut toplumsal ilişkilerin mizahın eylemiyle bilinçli bir çözülmeye tabi tutulmasından söz ediyordu; ve öyle görünüyor ki Elmer Fudd’ın bahçesinden çalmaktan yılmayan bu ebedi havuç hırsızının eylemiyle birlikte böylesi bir çözülme, ancak “mutlak biçimde cezbedici” olarak tarif edilebilecek bir yıkıcı aşırılığa ulaşıyor. Geleceğin devrimcileri için bir model vermek gerekseydi herhalde Happy Rabbit’ten[4] başkasını bulmak zor olurdu. Birkaç yıl önce elime ulaşan bir sürrealist dergideki sloganda söylendiği gibi: “Dünyayı Bugsbunnyleştirmek! Hayatı Bugsbunnyleştirmek! Bu iki talep bizim için bir ve tektir”.[5]
Yeni bir emre kadar bir sonraki devrimin parolası şu olacaktır: What’s up Doc?”[6]
Popüler kültürün ve özellikle de Bugs Bunny’nin Amerikalı sürrealistler için ne ifade ettiğine dair biraz fazla uzamış olan bu girizgahı burada sonlandırıp “1976 Marvellous Freedom/Vigilante of Desire” uluslararası sergisinin kataloğunda yer alan ve Franklin Rosemont tarafından kaleme alınmış “Bugs Bunny” adını taşıyan metni yayınlıyoruz.
Bugs Bunny
Franklin Rosemont
Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in eserlerinde devrimci ve skandal yaratıcı ne varsa bunların küçük bir gri tavşan tarafından –dünya çapındaki ikinci büyük emperyalist katliamın arifesinde– istisnai biçimde simgeleştirilmesi tesadüf değil. İsmi, çelişkinin diyalektik çözümlerinden birini cisimleştiriyor: Bugs (ünlü bir gangsterin takma adı); Bunny (neredeyse sevecenliğin eşanlamlısı).
Bir ölçüde Br’er Rabbit’in kentli torunu olan ve ataları arasında Lewis Carroll’ın eksantrik Beyaz Tavşanı ile psikotik Mart Tavşanı bulunan Bugs Bunny, ücretli köleliğe kararlı biçimde karşı çıkar. Bir orman kenarında mütevazı biçimde hayatını sürdürür ve nerede yaşadığı yalnızca adının yazılı olduğu bir posta kutusundan belli olur. Yalnız sıkı bir tembellik pratiğinin yol açabileceği muhteşem maceraların yanı sıra Bugs Bunny’nin başlıca yeteneği, Elmer Fudd adlı kişinin bahçesinden havuç çalmaya ve daha genel olarak, olabilecek her türlü şekilde, mütemadiyen soru sorarak onu sinir etmeye dayanır.
Dünyanın en ünlü tavşanının dehasını, Elmer’i tanımadan takdir etmek mümkün değildir. Konuşma zorluğu olan bu kel, donuk, çekingen ve çabuk sinirlenen küçük burjuvanın başlıca faaliyeti özel mülkiyetini korumaktır. Elmer, belirli bir modern tipolojinin muazzam biçimde cisme kavuşmuş halidir: Übü Baba’nın yeğeni veya torunu sayılabilecek küçük bürokrat, vasat otoriter kişi. Eğer iki dünya savaşı arası dönemde Übü’ler (Mussolini, Hitler, Stalin) hâkim olduysa, son otuz yıl süresince sefaletimizi yönetmiş olanlar Elmer’lerdir. Beyaz Saray’da Elmer’ler ve hep daha fazla Elmer; Komünist denilen partilerin merkez komitelerinde Elmer’ler; tüm Papa’lar birer Elmer’dir; tüm çok-satan roman yazarları birer Elmer’dir; bir zamanlar anti-Elmer olan Louis Aragon ve Salvador Dali ise tüm Elmer’lerin en rezilleri haline gelmiştir. Tüm bunlarla neredeyse tek başına cebelleşen Bugs Bunny boyun eğmez bir kararlılığın sembolü haline geliyor.
Bunny/Elmer koreografisi, sınıf mücadelesinin belirli bir tarihsel ânının yansımasıysa da (dünyanın dört bir yanındaki işçilerin taleplerinden bazılarını kazanır kazanmaz topraklarındaki deliklerine tekrar hapsedildiği bir sınıflar “simetrisi” dönemi), bu dramanın mitsel içeriği, ifade edildiği formun baştan beri taşıdığı sınırlılığı aşıyor. Bugs Bunny gibi bir karakterin tarih sahnesinde zuhur etmesi, Elmer’lerin bir gün yenileceğinin, dünyadaki tüm havuçların bir gün bizim olacağının ispatıdır.
O gün gelene kadar, çocuklarımızı yetiştirmek için, dört tavşan ayağı üzerinde topyekûn devrimin uğuru olarak yükselen bu cüretkâr yaratıktan daha iyi bir örnek kimin aklına gelebilir ki? Statükoya methiye düzenlerin her birinin karşısında son sözü Bugs Bunny söyler: “Bunun eğlenceli olduğunu düşünmeyin, çünkü eğlenceli değildi”.[7]
[1] Joanna Pawlic, “The comic book conditions of Chicago surrealism” in Surrealism, Science Fiction and Comics, Gavin Parkinson (ed.), Liverpool University Press, 2015. books.google.com.tr üzerinden erişildi.
[2] Aktaran Guy Ducornet, “Surrealismo ahora y siempre”, in Grupo Surrealista de Chicago, Que hay de nuevo, viejo? Textos y declaraciones del Movimiento Surrealista de los Estados Unidos (1967-1999), Pepitas de calabaza ed., 2008, s. 19.
[3] Franklin Rosemont, “El Humor: hoy aqui y manana por todas partes. Breve introduccion para la proxima revolucion”, in Que hay de nuevo, viejo?, s. 181.
[4] Bugs Bunny’nin ilk göründüğü çizgi filmdeki ismi (Porky's Hare Hunt, 1938).
[5] André Breton’un sürrealizmin siyasal programını özetleyen meşhur ifadesine gönderme: “ ‘Dünyayı dönüştürmek’ der Marx, ‘Hayatı Değiştirmek’ der Rimbaud, bu iki talep bizim için bir ve tektir”.
[6] Türkçe’ye “Naber cınım” şeklinde tercüme edilmiş olan Bugs Bunny’nin ünlü cümlesi.
[7] Kaynak: Grupo Surrealista de Chicago, Que hay de nuevo, viejo? Textos y declaraciones del Movimiento Surrealista de los Estados Unidos (1967-1999), Pepitas de calabaza ed., 2008.