Bauhaus Ütopyacılığının Ömrü

Joseph Nechvatal’in 9 Şubat 2016’da hyperallergic’te yayınlanan The Lifespan of Bauhaus Utopianism başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.

 

Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi’nde açılan ve 26 Şubat’a kadar devam edecek L’Esprit du Bauhaus/Bauhaus Ruhu sergisi, Walter Gropius’un kurduğu Alman sanat okulunun günümüze kadar  iz bırakmış pek çok keşfini yeniden gündeme getiriyor.

1919’da kurulup, Nazilerin baskısıyla kapandığı 1933 yılına kadar faaliyet gösteren Bauhaus’un öğretim kadrosu, dönemin en yenilikçi sanatçı ve düşünürlerinden bazılarını biraraya getiriyordu. John Ruskin’in izinden giden Walter Gropius, müfredatı, Ruskin’in Gotik dönemi model alarak geliştirdiği gesamtkunstwerk ideali çerçevesinde hazırlamıştı. Fakat Gropius, birleşik ve ahenkli bir sanat idealinin 20. yüzyılda ancak yaratıcı bir lider yönetiminde hayata geçirilebileceğine inanıyordu, bu lider de ona göre mimar olmalıydı. Oysa bu sanat idealinin tarihsel kökleri, ortaçağda komünal tarzda, yaratıcıları bilinmeksizin tasarlanıp inşa edilen kiliselere dayanıyordu. Yine de Gropius, kendi bütünsel sanat eseri idealini savunurken, “geleceğin özgürlük katedrali” ifadesini “birleşik sanat eseri” kavramıyla aynı anlamda kullanıyordu. 1919’da kaleme aldığı, program niteliğindeki “Architecture in the People’s Free State” metninde, bu bütünleştirme işlevini açıkça ortaya koymuştu: Bütün sanat dallarının gesamtkunstwerk ilkeleri çerçevesinde birleşmesini öngörüyor, Gotik bir tarz altında birbirleriyle kaynaşacaklarını savunuyordu. Gropius’a göre sanatçılar için en üstün model, ortaçağda katedralleri inşa etmek için birlikte çalışan loncalardı. Nitekim Bauhaus Ruhu sergisi, katedral estetiğinin bir örneği olarak, St. Pierre Kilisesi’ne (Subligny, Fransa) ait, 15. yüzyıldan kalma bir rahleyle başlıyor. Ayrıca rahlenin yanında, Asya sanatından ve Arts & Crafts (Britanya) ile Wiener Werkstätte (Viyana) akımından örnekler sergileniyor.

 

Koloman Moser (1868-1918), Wiener Werkstätte antetli kâğıt tasarımı

 

Josef Hoffman (1870-1956), Wiener Werkstätte çay takımı

 

Marianne Brandt, Bauhaus çaydanlık, 1924

 

Gropius, Bauhaus’u, mimari bütünselliğe hizmet edecek endüstriyel tasarıma odaklanmış bir eğitim kurumu olarak tasavvur etmişti; mimarlık, sanatı ve zanaati birleştirici ideallerle donatacaktı. Bauhaus, Alman idealist felsefesi ile neo-Platonizm’den ve 19. yüzyılın ütopyacı romantizminden esinlenmiş, işbirliğine dayalı  gesamtkunstwerk ideallerini pratiğe geçirecekti. Bu noktada, romantizmin ideallerinin tarihsel araştırmayı teşvik ettiğini, böylece sanat tarihine yönelik yeni bir ilginin uyandığını, bunun da 19. yüzyıl başlarındaki neo-Gotik canlanmanın önünü açtığını hatırlamakta fayda var; Avrupa’da gesamtkunstwerk idealinin yeniden gündeme gelmesinde bunlar etkili olmuştu.

Bauhaus atölyelerinde ders veren ve çalışan avangard sanatçı ve zanaatkârlar, büyük ölçüde, modern neo-Platonist felsefenin izinden gidiyordu. Johannes Itten, László Moholy-Nagy ve Josef Albers, sırayla, Okul’un giriş derslerinin yöneticiliğini üstlenmişlerdi. Paul Klee sanat tarihi, Vasili Kandinski müral resmi, Oskar Schlemmer tiyatro, Marcel Breuer mobilya tasarımı, Theodor Bogler seramik, Gunta Stölzl dokuma, Marianne Brandt madeni eşya, Herbert Bayer grafik tasarım, Walter Peterhans fotoğraf dersleri veriyorlardı. Sergide derslerde yapılan kimi çalışmaları görmek çok heyecan verici: Mesela Kandinski’nin “Renk Çemberinin Dokuz Öğesi" (1922–33) başlıklı çalışması, “Küçük Dünyalar, I” (1922) başlıklı tamamlanmış taşbaskı eseriyle yan yana konmuş.

 

Josef Albers, “İç İçe Sehpalar” (1927)

 

 

Sol: Gunta Stölzl, “Five Chöre” (1928). Sağ: Anni Albers, “Study for unexecuted wallhanging” (1926)

 

Marianne Brandt, “Bauhaus Atölyesinde bir Küreye Yansımış Oto-Portre” (1928-29)

 

Kandinski, “Renk Çemberinin Dokuz Öğesi” (1922–33)  

 

 

Kandinski, “Küçük Dünyalar, I” (1922)

 

Oskar Schlemmer’in yönettiği tiyatro atölyesinde, son derece geniş bir yelpazeye uzanan deneysel çalışmalar yapılıyordu. Schlemmer, dekorasyonundan kostümlerine ve davetiyelerine kadar hazırlık sürecine herkesin katıldığı parti ve kutlamalarda da başı çekiyordu. Sanat dallarının birleştirilip, ilerici, ütopyacı fikirlerin ve gesamtkunstwerk ideallerinin en rahat uygulamaya konacağı yer elbette tiyatroydu. Gropius bu amaçla 1926’da Bauhaus Tiyatrosu’nu kurdu; kısmen gerçekleştirilebilmiş bütünsel sanat fikirlerinin büyük kısmı burada hayata geçecekti: Schlemmer’in, Moholy-Nagy’nin, ve bazı Bauhaus öğrencilerinin, mekânı farklı biçimde kullanmaya dayalı bütünsel tiyatro anlayışıyla ortaya koydukları çalışmalarda. Gropius’un, kendi etrafında 180 derece dönen “Bütünsel Tiyatro”  tasarımı da bu çalışmaların uzantısı niteliğindeydi. Tasarımda, icracılar ile seyircileri çoğulcu bir sentezde birleştiren kuşatıcı ve hareketli bir yapı, bir tiyatro sahnesi ve bir beyazperdeden oluşan 180 derecelik bir sahne bulunuyordu. Tiyatronun küre formu, Gropius’a göre, sahnedeki icrayla yeni bir algı ilişkisi yaratıyor ve gösterinin sunumu içerisine gömülme hissini artırıyordu. Fizik, optik ve akustik bilimlerinin böyle bütünleştirici biçimde kullanılması, tüm yönleri içine alan eşmerkezli bir görüş alanı yaratacaktı. Gropius bu yeni algı alanının kitleleri eğiteceğini, ve kitle ruhunun terbiye edilmesiyle yeni bir  düşünme biçimini öğreteceğini tasavvur ediyordu.

 

Walter Gropius, "Bütünsel Tiyatro" tasarımı, 1926


 

Fotoğrafçı bilinmiyor, “Bauhaus’ta hayat, atölyenin önünde, Bauhaus balkonundan görünen öğrenciler. Önde: Anni Albers, Gunta Stölz; arkada: Bruno Streiff, Shlomoh Ben-David (Georg Gross), Gerda Marx, ayaktaki: Max Bill)” (1927)

 

T. Lux Feininger, “Bauhaus Okulu çatısında, Bauhaus Tiyatrosu için Mask” (1928)

 


Oskar Schlemmer'in "Üçlü Bale"sinden dansçılar, 1926

  

Oskar Schlemmer, “Metalltanz, veya Metalde Dans (Carla Grosch), Dessau Bauhaus Tiyatrosu” (1929)

 

Gropius 1923’te, Georg Ruhe’nin tasarladığı ve Okul’un atölyeleri tarafından gerçekleştirilen Haus am Horn’un merkezde yer aldığı ilk Bauhaus sergisini düzenledi. 1925’te Bauhaus Okulu Weimar’dan Dessau’ya taşındı; Gropius’un sanat ile teknolojiyi birleştirme ideolojisinin örneğini gösteren yeni bir binada faaliyetlerine devam etti. Kampüste, iç mekânları ve mobilyaları Breuer tarafından tasarlanmış öğretmen lojmanları da bulunuyordu. Bauhaus, 1932’ye kadar Dessau’da kaldıktan sonra, 1932’de kapanıp Berlin’e taşındı. Mimarlık bölümünün başındaki Hannes Meyer, Gropius’un yerine geçmişti ancak 1930’da  sosyalist görüşleri nedeniyle işine son verildi. Okul’un son yöneticisi, mimar Ludwig Mies Van der Rohe, 1933’te burayı kapatma kararı aldı. Bauhaus Ruhu sergisi, bize bu etkili Okul’un neler başardığını ve kapanmamış olsa neler başarabileceğini bir kez daha düşündürüyor.

 

Haus am Horn, Weimar

Bauhaus