La Fabrique, etkileyici bir yayın programı olan, cesur bir yayınevi. Auguste Blanqui’nin Maintenant il faut des armes, Görünmez Komite’nin Yaklaşan İsyan [Sel Yayıncılık], yayınevinin yöneticilerinden Eric Hazan’ın Paris sous tension, Frédéric Lordon’un Kapitalizm, Arzu ve Kölelik: Marx ve Spinoza’nın İşbirliği [Metis Yayınları], Pierre Macherey’nin De Canguilhem à Foucault: La Force des Normes adlı kitapları, yayınevinin yayınladığı eserlerden bazıları. La Fabrique’in son yayınlarından biri de, Alain Badiou, Pierre Bourdieu, Judith Butler, Georges Didi-Huberman, Sadri Khiari ve Jacques Rancière’e ait altı metnin derlendiği Qu’est-ce qu’un peuple? (Bir Halk Nedir?). Ben bu yazıda, Judith Butler, Alain Badiou ve Pierre Bourdieu’nün metinlerine değineceğim.
Butler’ın “Biz, Halk: Meclis’in Özgürlüğü Üzerine Düşünceler” başlıklı metni, 23 Ekim 2011’de Occupy Wall Street eylemleri sırasında yaptığı, bir siyasi hareketin esasen “kamusal bedenin siyaseti” olduğunu söylediği konuşmanın bir devamı niteliğinde. Butler, ABD Anayasası’nın 1788 tarihli girişindeki “Biz, Halk” sözlerini kullanıyor ve bu ifadenin –Butler, bir eylem bildiren ifade anlamında “edim-söz” diyor– fizikselliğini ve meşruiyetini irdeliyor. Ona göre, siyasi eylem “sokağa inen” bedenlerin göze aldığı tehlikede somutlaşıyor:
Fiilen sokağa çıktığımızda, korunmasız, her türlü saldırıya açık haldeyizdir. Bu durum, özellikle izinsiz gösteri yapanlar, silahsız olarak polisle, orduyla veya başka güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelenler, transfobik bir ortamda trans olanlar, yurttaş olmak istedikleri ülkelerde vizeleri olmadığı için suçlu konumuna düşürülenler için geçerlidir. Gelgelelim, korunmasız olmak, “çıplak hayat”a indirgenmiş olmaktan farklıdır. Korunmasız olmak, siyasi bir teşhir biçimidir. Aynı zamanda hem korunmasız, hatta kırılgan olmak, hem de gücül ve fiilî olarak isyankâr –veya belki devrimci– olmaktır. Kendilerini “biz, halk” olarak bulan ve böyle kuran biraraya toplanmış bedenler, bedenin ihtiyaçlarını unutmamıza sebep olan soyutlamaları altüst ederler.[1]
Alain Badiou’nun “Halk Kelimesinin Kullanımı Üzerine Yirmi Dört Not” başlıklı metni, belirli bir siyasi grubun halk kavramını sahiplenmesinin meşruiyetini masaya yatırıyor. Badiou, bu hak iddiasını ortaya koyan grameri inceliyor. Halk kelimesinin, önüne kimlik veya ulus belirten sıfatlar konarak “resmî” bağlamlarda kullanıldığı durumlar ile, siyasi bir süreç dahilinde kullanıldığı, yani, kavramın onu sahiplenenlere yasaklandığı durumları (mesela, sömürgecilikte) birbirinden ayırıyor. Deleuze ve Guattari’nin geliştirdiği minör-oluş kavramında olduğu gibi, Badiou da halkın daima bir azınlığı ifade ettiğini, ama bunun sayılara değil iktidar ilişkilerine dayalı bir azınlık hali olduğunu belirtiyor:
“Fransız Halkı” gibi ifadeleri mahkûm oldukları gerici kadere terk etmemiz gerek, keza “halk”ın bir kimliğe tabi kılındığı diğer tüm ifadeleri de. Bugün “Fransa Halkı”, sadece “devletin Fransız diye tanımlanma hakkı verdiği insanlar topluluğu”nu ifade ediyor. Biz bu kavram grubunu, ancak ve ancak, kimliğin siyasi bir süreç olduğu durumlarda kabul edebiliriz: Mesela, Cezayir Savaşı sırasında “Cezayir halkı”, veya Yenan’ın komünist tabanından telaffuz edilmesi koşuluyla “Çin Halkı” ifadelerinde olduğu gibi. Bu örneklerde, şöyle bir şey fark ediyoruz: “Ulusal kimlik + Halk” sadece başka bir “Ulusal kimlik + Halk”a şiddetle karşı çıkmak üzere var oluyor – sömürge ordusunu taşıyanlara, isyancılara “halk” kelimesini kullanmayı yasaklayabileceği iddiasında olanlara, veya “milliyetçilik karşıtı” isyancıları yok etmeyi arzu eden gerici devletin ordusuna karşı.[2]
Pierre Bourdieu ise, “Popüler mi Dediniz?” başlıklı metninde, dilin, hem eğitimli toplumsal sınıfların –Bourdieu “dilsel sermaye” sahipleri diyor– alt sınıflara baskı uygulamasının, hem de erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasının aracı olarak nasıl kullanıldığını sorguluyor. Bourdieu, üst sınıfların edepsiz veya bayağı bulduğu argonun, aslında toplumsal etkileşimlerdeki tüm duygu yelpazesinin üzerini örttüğünü öne sürüyor. Dolayısıyla argo, bir halkı kuran dilsel bir aygıt oluyor. Aşağıdaki alıntıda Bourdieu, malların üretimi ile dil üretiminin aynı örüntüleri izlediğini göstermek üzere “piyasa” veya “ücret” gibi kavramları kullanıyor:
Hiç kimse dilsel veya kültürel yasayı göz ardı edemez; ve ezilenler, dilsel ehliyet sahipleriyle etkileşime girdikleri her seferde, hele kendilerini resmî bir durum içinde bulmuşlarsa, kendi dilsel üretimlerinin en düşük ücrete tabi olduğu oluşum yasalarını fiilen ve bedenen kabul etmeye zorlanırlar. Ya dillerini düzeltmek, ya da sessiz kalmak arasında çaresizce seçim yapmaya mahkûm edilirler.
[…] Bir dilsel karşı-meşruiyetin oluşturulması ve hâkim piyasalara damgasını vuran uzlaşımları az çok bilerek ihmal etmeye dayalı bir söylemin üretilmesi, ancak, kendilerine has ücret oluşumlarıyla yönetilen serbest piyasaların sınırları içinde mümkündür. Yani: ezilenlere has yerlerde, dışlananların oluşturduğu ve hâkim sınıfların dışlandığı sığınaklarda.[3]
Léopold Lambert’in Occupy Wall Street: The Funambulist Pamphlets Volume 5 başlıklı derlemesinde yer alan “What is a People?” başlıklı metninin çevirisidir. Metinde Fransızca kitaptan yapılan tüm alıntıların İngilizce çevirisi yazara aittir.
Occupy Wall Street kitabı creativecommons lisanslıdır ve erişime açıktır: yazarlara referans vermek; ticari amaçlarla kullanmamak; içeriğini herhangi bir şekilde değiştirmemek; yazardan izin almaksızın akademik amaçlar haricinde eseri temel almamak kaydıyla kitabı çoğaltmak, dağıtmak, sergilemek veya icra etmek serbesttir. Yeniden kullanmak veya dağıtmak için bu lisans koşullarının belirtilmesi gerekmektedir. Kitaba erişim için: http://punctumbooks.com/titles/funambulist-pamphlets-vol-05_occupy-wall-street/
[1] Judith Butler, “Nous, le peuple”: réflexions sur la liberté de réunion, Qu’est-ce qu’un peuple, Paris: La Fabrique, 2013, s. 75.
[2] Alain Badiou, “Vingt-quatre notes sur les usages du mot peuple”, Qu’est-ce qu’un peuple, Paris: La Fabrique, 2013.
[3] Pierre Bourdieu, “Vous avez dit populaire?”, Qu’est-ce qu’un peuple, Paris: La Fabrique, 2013, s. 38