Akademi, Evinden Çıkarılıyor mu?

2021’in Mart ayında Vakıflar Genel Müdürlüğü, mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) ait olan Gezi Parkı’nın Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı'na devredildiğini duyurdu.[1] Bu girişim, Topçu Kışlası’nın (1780-1940) yeniden inşasına yönelik bir adım olarak değerlendirildi. Sözcü gazetesinin iddiasına göre bahsedilen vakıf “mazbut” kategorisine giriyordu; başka bir deyişle, yalnızca kâğıt üzerinde varlık gösteriyordu ve aktif değildi. Ayrıca İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’a göre, söz konusu devir işleminin gerekçesi olarak Topçu Kışlası gösterilemezdi; çünkü “Gezi Parkı, Beyazıt döneminde boş arsaydı” ve kışla, arazisi “III. Selim döneminde kiralanarak” inşa edilmişti. Dolayısıyla söz konusu vakfın kışlanın yapımıyla ya da iyeliğiyle herhangi bir ilgisi yoktu.[2] Bunun üzerine İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, gazeteci Cüneyt Özdemir’in canlı yayınına katılarak bu isimde etkin bir vakfın şu anda mevcut olmadığını ve belediye olarak parkın mülkiyetini geri almak amacıyla hukuki yollara başvuracaklarını anlattı.[3] Vakıflar Genel Müdürü Burhan Ersoy, iddialara yanıt olarak vakfın vârisinin kendileri olduğunu belirttiği kapsamlı bir açıklamada bulundu.[4] Bu olayın üzerinden daha bir ay bile geçmeden, İstanbul’da 76 adet, Türkiye genelinde ise 1000’i aşkın tescilli binanın benzer şekilde vakıflara devredildiği; bunlardan birinin de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin (MSGSÜ) Fındıklı yerleşkesi olduğu ortaya çıktı.[5]

 

Akademi ve Fındıklı Binası

Akademi, kurumla bütünleşmiş olan Fındıklı binasına taşınana kadar oradan oraya savrulup durdu. Osman Hamdi Bey’in 1882’de kurduğu ve kurucu müdürlüğünü üstlendiği Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk mekânı, Arkeoloji Müzesi’nin karşısındaki binaydı. 1916 yılında Cağaloğlu’ndaki Lisan Mektebi binasına geçen okul, sırasıyla 1919’da Şehzadebaşı’ndaki bir binaya, 1920’de de şimdilerde Sıhhiye Müzesi olarak bilinen Gedikler Kâhyası Salih Efendi Konağı’na taşındı. 1921’de ise Lisan Mektebi’ne geri döndü. 1926’da nihayet Fındıklı’ya, eski Meclis-i Mebusan binası olarak da bilinen Cemile Sultan Sarayı’na yerleşti ve 1928’de “Güzel Sanatlar Akademisi” adını aldı.[6]

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.

 

Akademi’nin tarihindeki en önemli olaylardan biri, çok büyük hasar ve kayıplarla sonuçlanan 1948 yangınıydı. Nezih R. Aysel, Mimarlık dergisinde yayımlanan ve MSGSÜ’nün yangın sonrası onarım sürecini ele aldığı 2013 tarihli makalesinde, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli mimarlardan biri olan Sedat Hakkı Eldem’in Mehmet Ali Handan ile birlikte hazırladığı projenin temel prensibinin “binaya çağdaş bir katkıda bulunarak koruma” fikrine dayandığını söyler.[7] Geçtiğimiz yıl yayınlanan bir diğer makalesinde ise onarım için gerekli olan bütçenin, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün girişimiyle sağlandığını; eğitimin kısmen “yangından zarar görmeyen Ek Atölyeler Binası, Arap Ahmet Paşa Kütüphanesi ile Taut Atölyesi ve Selamlık Köşkü yapılarında”, kısmen de “geçici olarak tahsis edilen binalarda” sürdürüldüğünü anlatır (s. 13). Eldem ve Handan’ın esas amacı sarayın kalıntılarını ayağa kaldırmak değil; “kolektif belleğin parçası olan mekânın anlamını araştıran ve yorumlayan bir düşünce” üzerinden hareket etmekti. Bundan ötürü binanın yangında yıkılan orta bölümüne gün ışığı ile aydınlanan yeni, betonarme bir yapı yerleştirmeyi daha uygun gördüler.[8] Okulun atlattığı badireler bununla da kalmadı. 1950’lerde İstanbul’da imar planı adı altında muazzam bir yıkım seferberliği başlatıldı ve Akademi de bundan payına düşeni aldı. Akademi’nin kullandığı ve aralarında Ek Atölyeler Binası’nın da olduğu bazı alanlar, Karaköy-Dolmabahçe yolunun genişletilmesi amacıyla gerçekleştirilen yıkımlara dâhil edildi (s. 13-14).[9]

 

Binanın 1948 yangınından sonraki durumu.

 

Uzun süren onarım çalışmalarının ardından 1953’te yeniden açılan binaya komşusu Adile Sultan Sarayı’nın katılması, okulun faaliyet alanını daha da genişletti. Bu genişleme, yeni bir yasa çıkarılarak kuruma “İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi” adı altında bilimsel özerklik verilmesiyle aynı yıl içinde, 1969’da gerçekleşti. Ancak bu özerklik 1980 darbesinin ardından son buldu ve Akademi, 1982’de Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) bağlanarak adı “İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Mimar Sinan Üniversitesi” olarak değiştirildi. Kurum, “Akademi” titrini tamamen terk ettiği 2004 yılından bu yana yalnızca “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi” olarak anılıyor.[10]

1948 yangınından tam 70 yıl sonra, 2018’de yine bir yangın olayı konuşuluyordu. Mimar Sinan Üniversitesi’nin çatısında “çalışma sırasında izolasyon malzemelerinin tutuşması” sonucunda yangın çıktı; neyse ki yangın, itfaiye ekiplerinin hızlı müdahalesi sayesinde kısa sürede söndürüldü ve olay hafif denebilecek birtakım hasarlarla atlatıldı.[11] Bilindiği üzere İstanbul’un kıyı şeridinde kilit konumda olan Haydarpaşa Garı, Galatasaray Üniversitesi ve Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu gibi bazı tescilli binaların şansı bu denli yaver gitmemişti.

 

Konservatuvar binasından görünüm.

 

Terk Edilmeye Zorlanan Akademi Binaları

2007 yılında, üniversitenin tümüyle Şile’ye taşınacağına dair söylentiler gündeme geldi. Ancak yönetim, sadece “üniversitenin çeşitli alanlarda gelişmesine imkân sağlanması amacıyla Şile Belediyesi’nden yer” talep ettiklerini açıkladı.[12] 2018’de ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, üniversiteye bağlı konservatuvarın 1987’den bu yana bulunduğu Dolmabahçe Sarayı Baltacılar Dairesi’ndeki yerini terk etmesi için talimat verdi; gerekçe olarak da Dolmabahçe'deki Başbakanlık ofisinin genişletilerek Cumhurbaşkanlığı ofisi haline getirilmesi planını gösterdi. Dönemin rektörü Yalçın Karayağız, karara ancak kendilerine yeni ve uygun bir yer gösterilirse uyacaklarını söyledi ve kamuoyuna “buradayız, bir yere gitmiyoruz” diye açıklamada bulundu.[13] Buna karşılık TBMM Başkanlığı, binanın konservatuvara zaten geçici süre için tahsis edildiğini, restorasyon amacıyla geri istendiğini, dolayısıyla itirazın mümkün olmadığını bildirdi.[14] Ancak kamuoyunun karara tepkisi o kadar büyük oldu ki, sonunda kararın ertelendiği açıklandı. Konservatuvarın öğretim üyelerinden Doç. Dr. Evrim Hikmet Öğüt, marksist.org’a verdiği röportajda yaşanan olayları “neoliberal bir dönüşüm” sürecinin parçası olarak değerlendirdi ve gerek rektörün, gerek “çalışanlardan, öğrencilere ve mezunlara kadar tüm üniversite bileşenlerinin” kararlı tavrının bu sonucun alınmasında büyük etkisi olduğunu vurguladı.[15] 2020 yılının sonbaharında ise konservatuvarın Savunma Bakanlığı’nın da izniyle binada kalmayı sürdüreceği resmen ilan edildi.[16]

 

Antrepo no. 5’te yer alan MSGSÜ Çağdaş Sanat Müzesi’nden görünüm. ©EAA.

 

MSGSÜ’nün tarihindeki bir diğer kilit olay, Resim ve Heykel Müzesi’nin Atatürk’ün girişimiyle 1937’de açılarak Akademi’ye bağlanmasıydı. Müze için Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi tahsis edilmişti. Ancak bundan 75 yıl sonra, 2012’de sarayın bağlı olduğu Meclis Başkanlık Divanı, Veliaht Dairesi’ne ani bir baskın gerçekleştirdi ve binanın mevcut koşullarının yetersizliğini öne sürerek İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne tahsisini iptal etti.[17] Ardından Veliaht Dairesi’nde Osmanlı Dönemi saray koleksiyonlarından derlenmiş olan, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Millî Saraylar Resim Müzesi açıldı. Böylece modern/ulusal sanat, Osmanlı hanedanının sarayından kovulmuş oldu. Bu arada yine Akademi’nin ve kamuoyunun tepkisi üzerine müzenin, Tophane sahilindeki Antrepo No. 5’e taşınacağı açıklandı.[18]

 

Galataport: İstanbul’da “Deniz Kimin”?

Akademi’nin Boğaz kıyısındaki binalarına yönelik uygulamaları anlamlandırmaya çalışırken, Türkiye’nin en kapsamlı kentsel dönüşüm ve özelleştirme tasarılarından biri olan Galataport projesi ve bu bağlamda Beşiktaş’tan Karaköy’e uzanan kıyı şeridinin tamamına yayılan radikal değişiklikleri de hesaba katmak gerekiyor. Bu tasarıdaki en çok tepki çeken uygulamalardan biri, Karaköy sahilinde yer alan ve “Türkiye’nin ilk modern deniz yolcusu uğurlama ve karşılama salonu” olan Karaköy Yolcu Salonu ile komşusu Tarihî Paket Postanesi’nin yıkılması oldu. Mimarlar Odası düzenlediği basın toplantısında, “tescilli binaların yıkımı ve inşaatın çevreye zarar verdiği”ni, “Kemankeş Caddesi’nde çatlaklar ve çevre binalarda hasarlar oluştuğunu” açıkladı.[19] Zaten kamuoyuna 2002 yılında duyurusu yapılan Galataport projesi, aslında Koruma Kurulu tarafından 2004’te reddedilmiş olmasına karşın uygulanmaya devam ediyordu. Bunun üzerine 2005 yılında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Şehir Plancıları Odası, yürütmeyi durdurma ve ihalenin iptali istemiyle dava bile açmıştı. Dava TMMOB’nin lehine sonuçlanmış; fakat hemen ardından Kıyı Kanunu değiştirilerek projenin devam etmesi sağlanmıştı.[20]

 

Karaköy Yolcu Salonu’ndan görünüm.


Tarihî Paket Postanesi’nden görünüm.

 

Galataport projesi, mevcut durumuyla İstanbul’un tarihî dokusuna verdiği zararın yanı sıra, kamunun kıyıya erişimini de engelliyordu. Her ne kadar şantiye alanını çevreleyen panolarda “deniz senin” ibareleri yer alsa ve iki asırdır halkın erişimine kapalı olan kıyı şeridinin bu proje sayesinde kamusallaşacağı mesajları verilse de, 2019 yılında Evrensel gazetesinde yayınlanan habere göre, proje “İstanbul’un merkezinde kıyının özelleştirilmesi” anlamına geliyordu. Bu açıdan bakıldığında, alınan kararlar bölgenin en gözde yapılarından olan Akademi binalarının kamusallıklarını yitireceğine ve akıbetinin özel şirketlerin insafına bırakılacağına mı işaret ediyor? Bu soruların yanıtlarını ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz.

 



[8] Nezih R. Aysel, “1 Yer, 4 Mimar, 3 Yapı: Yer’in Tanıklığında Akademi Tarihi Üzerine Kısa Notlar”. Tasarım Kuram 2020; 16(31): 1-17. doi: 10.14744

[9] A.g.e.

[10] A.g.e.