Tarihte, 1968 baharında Fransa’da patlayan hareketteki kadar derin bir mücadeleye sahne olan çok az toplumsal hareket olmuştur. Bu kadar çok sayıda yorumcunun ağız birliği etmişçesine “beklenmedik” diye tarif ettiği tek hareket de bu olsa gerektir. Halbuki bu patlama gayet beklendikti. Sorun, bir toplumun bilgisinin ve tarihsel bilincinin tarihte hiç olmadığı kadar karartılmış olmasıydı.
1968 Mayıs’ındaki devrimci krizin seferber ettiği kitlelerin büyük çoğunluğu, o sırada ne yaşadıklarını, dolayısıyla daha önce ne yaşamış olduklarını anlamaya başladılar. Yaşananlar konusunda tam bir bilinç açıklığına kavuşanlar, devrimci kuramı sahiplendiler.
Eleştirel kuramın ve eleştirel eylemin yeniden belirmesi tarihsel açıdan nesnel bir birlik oluşturdu. Dönemin yeni ihtiyaçları kendilerine ait kuramı ve kuramcıları yarattı. Bu şekilde başlayan diyalog, her ne kadar sınırlı ve bölünme koşullarıyla yabancılaşmış olsa da, bilinçli öznel örgütlenmeye yöneldi. Bir yandan, Batı’da fiilî grevler ve Doğu’daki işçi sınıfı ayaklanmaları, bürokratik yapılara karşı mücadelenin tohumlarını attı. Öte yandan, mevcut devrimci kuram gelişmiş kapitalizmdeki hayat koşullarının eleştirisine başladı: hep tahakküm uzmanlarının hizmetinde olan sahte bir meta bolluğu ve hayatın gösteriye indirgenmesi, baskıcı şehircilik ve ideoloji. Sitüasyonist Enternasyonal bu gerçekliğe dair bütünlüklü bir kuram geliştirdiğinde, sanatın ve felsefenin özgürleşmiş gündelik hayatta ete kemiğe bürünmesiyle bu gerçekliğin yadsınacağını göstermişti. Bu bakımdan kuram hem kökten yeniydi, hem de işçi sınıfı hareketinin geçici olarak bastırılmış eski hakikatini tümüyle canlandırıyordu. Yeni program, hem sınıflı toplumu ortadan kaldırma, bilinçli tarihe ulaşma ve hayatı özgürce inşa etme hedefini, hem de bunun aracı olarak işçi konseylerini daha üst bir düzeyde yeniden keşfetmişti.
Fransa’da belirleyici bir eşik aşıldı, hareket en derin amaçlarını yeniden keşfetti. Modern kapitalist bir ülkenin işçileri kitleler halinde radikal mücadeleye girişti. Her şey yeniden sorgulanmaya başladı. Çağın yalanları çöktü. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı.
Fransa’da, bugüne dek Stalinizme Batı’dan indirilmiş en ağır darbeyi vuran devrimci durumun zenginliği, işçilerin hiyerarşiyi, meta toplumunu, hayatta kalma ilkesini ve gösteriyi eleştiren bir hareketi kendi inisiyatifleriyle ele geçirmiş olmalarından bellidir. Ayrıca, sitüasyonist kuramın 1967’nin son günlerinde yayınlanan iki kitabında yer alan ifadelerin, Mayıs ayaklanmasındaki en ileri unsurlar tarafından Paris’te ve bazı taşra kentlerinde duvarlara yazıldığını da kaydetmek gerekiyor. Sitüasyonist kuram, beklendiği üzere, kitleleri saran pratik bir güce dönüşmüştü.
Ekonominin kilit sektörlerini ele geçiren işgal hareketi, büyük bir hızla toplumsal hayatın her alanına yayıldı, kapitalizmin ve bürokrasinin tüm kontrol noktalarına saldırdı. Şimdi grevlerin, geçmişte hep yıkıcı darbelerden kaçabilmiş etkinlikleri de kapsayacak şekilde genişlemesi, sitüasyonist analizin en temel iki iddiasının doğrulandığını gösteriyor: birincisi, kapitalizmin artan modernleşmesi halkın daha geniş kesimlerinin proleterleşmesine yol açar; ve ikincisi, meta âlemi gücünü hayatın tüm alanlarına yaydıkça, onu yadsıyan kuvvetler de her yerde daha fazla genişler ve derinleşir.
Üniversitelerde ve sokaklarda öğrencilerin başlattığı hareket, başından beri liseleri de kapsıyordu. Lise öğrencileri, savaşçı ruhları ve bilinçleriyle, geleceğin üniversite öğrencileri değil, üniversitelerin mezar kazıcıları olduklarını gösterdiler. Lise öğretmenleri, öğrencilerinden feyz almaya üniversitelerdeki meslektaşlarından çok daha fazla hazırdılar. Okullardaki yöneticilerin katı tavrına rağmen, greve büyük destek verdiler. Bankaların, sigorta şirketlerinin, alışveriş merkezlerinin çalışanları işyerlerini işgal ederek maruz kaldıkları proleterleşmeye ve herkesi sistemin kölesi haline getiren bir hizmet sektörüne isyan ettiler. Ezilenlerin coşkusunu taşıyan dayanışma dalgası sınır tanımıyordu. Sahne Sanatları Konservatuarı’ndaki öğrenciler binaları ele geçirip hareketin en dinamik aşamalarına kitleler halinde katıldılar. Müzik Konservatuarı öğrencileri yayınladıkları bildiride “çılgınca ve geçici” bir müzik çağrısı yaptılar ve sözlerini “taleplerimiz tez vakitte karşılanmazsa devrim gelecek” diyerek noktaladılar. Sanayileşmiş ülkelerin işçi sınıfları bağımsızlıklarının önünü açtığı imkânlarla deneyler yaparken, Kongo’daki bağımsızlık savaşçılarının meşhur ettiği ve tüm iktidarların en büyük korkusunu dışavuran tınıları keşfettiler: politik bilinci uyanan bir halkın saf kendiliğindenliğini. Keza, “HEPİMİZ ALMAN YAHUDİSİYİZ” sloganı da, 24 Mayıs’ta bu sözleri haykıran Bastille’deki Arapların ağzında tam anlamıyla yıkıcı bir tona bürünmüştü.
Bir Fransız okyanus gemisinin Le Havre açıklarında tayfası tarafından ele geçirilmesi ise, önemli sonuçlar yaratmamış olsa da, devrim olasılığı üzerine düşünenlere Odessa, Kronstadt ve Kiel’deki denizcilerin eylemlerinin geçmişte kalmadığını hatırlattı. Gündelik hayat olağanüstü değişim olasılıklarına açık hale geldikçe, sıradışı olan her şey harcıâlem oldu. Meudon Gözlemevi’ndeki çalışanlar araştırmaların yönetimini kendi ellerine aldılar. Ulusal basın greve gitti. Mezarcılar mezarlıkları işgal etti. Genç hekimler ve stajyerler, mesleklerinde hüküm süren derebeylik düzenine son verip idarecilerini kapı dışarı ettiler.
1871 Paris Komünü’nden beri ilk defa, ve çok daha umut vaat eden biçimde, gerçek bireyler soyut yurttaşlık kavramını hayatlarında, işlerinde ve kişisel ilişkilerinde içselleştirdiler; [Marx’ın tabiriyle] birer “tür varlığı” haline gelerek kendi güçlerinin toplumsal güçler olduğunu idrak etmeye başladılar. Mesai saatlerinden ve izin günlerinden başka hiçbir şey bilmeyen insanlar, bu festivalle gerçek tatilin ne olduğunu anladılar. Hiyerarşi piramidi Mayıs güneşi altında pamuk şekeri gibi eridi. İnsanlar konuşmaya başladılar ve ağızlarından çıkan ilk kelimede birbirlerini anladılar. Artık işçiler ve entelektüeller yoktu, sadece birbiriyle konuşan devrimciler vardı. Bu ortamda “yoldaş” kelimesi has anlamına kavuştu ve gerçekten de ayrımlara son verdi. Sokaklar, onları kazıp yapanlara ait oldu.
Sermayeleştirilmiş zaman durdu. Trenlerin, tramvayların, otomobillerin ve çalışmanın yokluğunda, grevciler fabrikalarda, otobanlarda, televizyon karşısında kaybettikleri zamanı geri kazandılar. İnsanlar aylak aylak gezmeye, hayal kurmaya başladı, yaşamayı öğrendi. Gençlik ilk defa gerçek anlamda var oldu. Sosyologların ve ekonomistlerin, meta ekonomisinin ihtiyaçları için icat ettikleri bir toplumsal kategori olarak değil, âtıl zaman geçirmeksizin yaşanan hayat anlamında, yaşla ilgili dayatmaları yaşama gücü adına reddeden yegâne gerçek gençlik anlamında. Entelektüellerin, yaşamaktan aciz oldukları için zor buldukları radikal kuram, en küçük red eylemlerinde bile onu iliklerinde hissedenler için elle tutulur hale geldi, işte bu nedenle arzuladıkları hayatın kuramsal formüllerini duvarlara yazmakta en ufak sıkıntı çekmediler. Barikatlarda geçirilen tek bir gece, davası olmayan isyankârların politize olması ve işgal hareketinin en ilerici fraksiyonlarıyla tam bir fikir birliğine varması için yeterliydi.
Kendi isyancı niteliğinin bilincinde olan bir hareketin olmazsa olmaz parçası olan iş bırakma eylemleri, yabancılaşmış çalışmanın yabancılaşma ürettiği yolundaki basit gerçeği herkese hatırlattı. Tembellik hakkı sadece “ASLA ÇALIŞMA” gibi popüler graffitilerde değil, zincirinden boşanan oyuncu faaliyetlerde de olumlanıyordu. Fourier, daha o zamandan, isyancıların birkaç dakikada kurabildikleri bir barikatı işçilerin ancak birkaç saatte kurabildiklerine dikkat çekmişti. Zoraki çalışmanın ortadan kalkmasıyla birlikte her alanda yaratıcılık alıp başını gitti: graffitilerde, dilde, davranışlarda, taktiklerde, sokak kavgası tekniklerinde, ajitasyonda, şarkı ve afişlerde, çizgi romanlarda... Böylece herkes, üretime, alışverişe, televizyon seyretmeye, edilginliğe mahkûm vaziyette ekmek mücadelesi adına bastırdığı yaratıcı enerjiyi keşfetti.
Kitlelerin saldırganlığının hedefi hiç kuşkusuz meta sistemiydi. Yağma olaylarına çok ender rastlansa da, kaldırım taşlarının eleştirisinden pek çok mağaza vitrini nasibini aldı. Sitüasyonistler yıllardır dile getirdikleri öngörülerinde haklı çıkmıştı: İnsanları, para karşılığında envai çeşit nesneyi biriktirmeye teşvik eden yaygın sistem, tüketim makinesi muamelesi edilerek aşağılanan kitleleri er geç öfkeye sevk edecektir. Çalışma ve boş zamandaki yabancılaşmanın, mekanik sıkıntının, hareket etme zorluğunun ve sahiplerinin sürekli huysuzluğunun tecessümü olan otomobiller, şimdi sadece kibritleri cezbediyordu. (Bu arada, şiddeti kınamakta hiç gecikmeyen hümanistlerin, her gün trafik kazalarında onlarca insanı ölmekten kurtaran bu sağlıklı eylemler karşısında neden alkış tutmadıklarını anlamak mümkün değil.) Bankaların kapanması yüzünden çekilen para eksikliği, bir sıkıntı olarak değil, insan ilişkilerini kolaylaştıran bir durum olarak yaşandı. Mayıs ayının sonlarına doğru insanlar para denen şeyin külliyen ortadan kalkması fikrine alıştılar. Dayanışma, her türlü eksikliği gideriyordu. Grevciler pek çok yerde ücretsiz yiyecek dağıtıyordu. Üstelik herkes, grevin uzun sürmesi halinde gerçek bir bolluk dönemi başlatmak için el koymalara başlanması gerekeceğinin farkındaydı.
Gündelik hayatın eleştirisi, yabancılaşma diyarını dönüştürmeye başlamıştı. Gay-Lussac Sokağı’nın adı, 11 Mayıs Sokağı olarak değiştirildi, kara kızıl bayraklarla donatılan kamu binaları insani bir çehreye büründü. Haussmann’ın biçim verdiği bulvarlar düzeltildi ve yeşil alanlar yeniden düzenlenip trafiğe kapatıldı. Herkes, kendi bildiğince, kendi şehircilik eleştirisini yaptı. Sanatsal projenin eleştirisine gelince, o da seyyar happening satıcıları arasından veya avangardın soğumuş artıklarından değil, sokaklardan, duvarlardan ve sanatın hayata geçirilmesini bünyesinde barındıran özgürleşme hareketinden çıktı. Hep şirket çıkarlarını savunmakla özdeşleştirilen hekimler, kendilerine dayatılan polislik işlevlerini reddederek devrim cenahına geçtiler: "Kapitalist toplum, tarafsızlık (liberalizm, tıp mesleği, barışçıl hümanizm) kisvesi altında, hekimleri baskıdan taraf olmaya itmiştir: hekime, halkı çalışacak ve tüketecek kadar sağlıklı tutma (yani endüstriyel tıp) ve insanları kendilerini hasta eden bir sistemi kabullenmeye teşvik etme görevi yüklenmiştir." Sainte-Anne psikiyatri hastanesindeki onurlu stajyerler ve hemşireler de, binaları işgal edip, Breton’un yok olmalarını hayal ettiği atıkları kovalayarak, “hasta” denen insanları işgal komitesine dahil ettiler.
Şimdi radikal kuram doğrulandı ve muazzam derecede güçlendi. Artık herkese gerçekte ne olduğunu göstermeli, onu kendine yontmaya çalışanlarla tüm bağlarını koparmalıdır. Radikal kuramı savunanlar hiçbir taviz veremez. Tarihin onlara verdiği güçten hareketle taleplerini daha da yükseltmeliler. Artık söndürülmesi imkânsız bir ateşin kıvılcımı çakılmıştır. İşgal hareketi metaların efendilerini uykularından uyandırdı, ve gösteri toplumu bir daha asla huzur içinde uyuyamayacak.
“Enragés et situationnistes dans le mouvement des occupations” (Paris: Gallimard, 1968) başlıklı metnin İngilizce çevirisinden kısaltılmıştır. İngilizceye çevirenler: Loren Goldner ve Paul Sieveking (New York: Autonomedia, 1992). İngilizce metnin tamamı için bkz. http://libcom.org/library/enragés-situationists-occupations-movement