“Gardenyalar ve Kar Taneleri” . Lou Reed’in Ardından

1/11/2013 / skopbülten

        1970                                                                                              1997

Rock müziğin ve1960’ların Pop-avangard dünyasının efsanelerinden Lou Reed, 27 Ekim’de, 71 yaşında hayatını kaybetti.

Lewis Allan "Lou" Reed 1942’de Brooklyn’de doğdu. Syracuse University’de yazarlık ve sinema eğitimi aldığı sırada şair Delmore Schwartz’la çalıştı; bu çalışmaları şarkı yazarlığı üzerinde etkili oldu. Üniversiteden sonra Pickwick Records’da kadrolu şarkı yazarı olarak çalıştı (1964’te yazdığı “The Ostrich” adlı dans parçası kısa bir süre hit oldu). 1960’ların ortalarında Reed, Gal müzisyen John Cale’le tanıştı; Cale, avangard besteci La Monte Young’la çalmış, klasik viyola eğitimi almıştı. Reed ve Cale, Primitives adlı bir grup kurdu, daha sonra grubun adını Warlocks olarak değiştirdiler. Gitarist Sterling Morrison ve davulcu Maureen Tucker’la tanıştıktan sonra Velvet Underground’u kurdular. Grup kısa sürede Andy Warhol’un dikkatini çekti; Warhol grubun yapımcılığını ve sponsorluğunu üstlenmenin yanı sıra, müzik, dans ve filmi birleştiren ve daha sonraları pop ve rock sahnelerinin olmazsa olmazı haline gelen ilk mülti-medya gösterilerinden Exploding Plastic Inevitable’ı Velvets’la birlikte sahneledi. Aslen modellik yapan Niko’nun gruba vokalist olarak katılması da –başta Lou Reed ve diğer grup üyelerinin karşı çıkmasına rağmen– Warhol’un fikriydi. Velvets’in 1967’de Warhol’un “yapımcılığıyla” yayınlanan ve ticari açıdan tam bir fiyasko olan The Velvet Underground & Nico başlıklı ilk albümü, rock müzikte Beatles'ın Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band ve Bob Dylan'ın Blonde On Blonde albümleriyle kıyaslanabilecek bir dönüm noktası oldu. Lou Reed, 1989 tarihli bir röportajında Andy Warhol’un yapımcılığı hakkında şöyle diyecekti:

 

Ne istiyorsak onu yapıyorduk, [Andy de] “Ay ne kadar güzel”; “Ay bu harikaydı”, “Ay buna kesinlikle dokunmayın” deyip duruyordu. Daha önce de stüdyoya girmişliğim vardı; böyle bir dolara satılan kelepir albümlerdeki moda şarkıları bizzat yazmış ve kaydetmiştim. Ama Andy bütün olumsuz eleştirileri göğüsledi. Sonra MGM gerçek bir yapımcıyla anlaşmak istedi, Tom Wilson’la. “Sunday Morning” şarkısının üzerine eklenen kayıtlar, Nico’nun vokaline arkada viyola eşliği filan, öyle çıktı.

[Andy] bir seferinde “ ‘Hain’ diye bir şarkı yazsanıza” demişti. “Peki ne anlamda hain?” diye sorduğumda, “Mesela seni bir çiçekle vurmuşum, öyle bir hainlik canım” diye cevap vermişti. Ben de bunu kelimesi kelimesine yazdım. O zamanlar günlük tutuyordum. İnsanların söylediği şeyleri şiirlerimde kullanıyordum. Mesela "Last Great American Whale" şarkısının sonundaki “Stick a fork in their ass, and turn them over, they're done [kıçlarına çatal sokup sırtüstü çevirin, işleri biter] sözlerini ilk defa John Mellencamp’ten duymuştum. Daha önce böyle bir şeyi hiç işitmemiştim. “Kıçıma çatal sokup sırtüstü çevir, işim biter” demişti. Ben de bunu günlüğüme yazdım, sonra şarkıda biraz değiştirdim. Bunu Fabrika’dayken yapıyordum. Gidip aynen o sözlerle bir şarkı yazdım: "Vicious/You hit me with a flower/You do it every hour/Oh baby you're so vicious" [Hain / Beni bir çiçekle vurdun/ Hep bunu yapıyorsun/ Ah güzelim, çok hainsin]   

 

     

 

Lou Reed bu dönemde hâlâ para kazanabilmek için kadrolu şarkı yazarlığına devam ediyordu. “Heroin” adlı meşhur parçasını da, gündüzleri sipariş üzerine hit şarkılar ürettiği bu dönemde yazmıştı. Gündüzün yaptığı iş ile gece hayatı ve çalışmaları arasındaki kopukluk hakkında şöyle diyecekti:

 

Ona bakarsanız Andy de ticari sanat yapıyordu, ama bir de öteki sanatı vardı. Exploding Plastic Inevitable gösterilerini ticari çalışmalarından kazandığı para sayesinde yapıyorduk. Millet bizim o gösterileri sahneleyecek parayı nereden bulduğumuzu sanıyor acaba? Hiçbirimize aileden miras filan kalmamıştı, beş kuruşumuz yoktu. Andy bir televizyon dergisine kapak filan yapıyordu, öyle idare ediyorduk.

Yani ben bunda şizofrenik bir durum görmüyorum. Para kazanmak için şarkı yazarlığı yapıyordum, o kadar. Bildiğiniz, sipariş uslûlü çalışma. Birileri gelip bize bir tema veriyordu, biz de yazıyorduk. Bugün bile hoşuma gidecek bir şey bu. Biri gelip benden bir şarkı istesin, bir de konusunu söylesin, çok hoşuma gider… Böyle bir durumda yazdığım şeye tam anlamıyla mesafe alabilirim. Andy, insanlar onun ticari çalışmalarına müdahale ettiğinde hoşuna gittiğini söylerdi, çünkü kendisi o çalışmalara karşı olumlu ya da olumsuz hiçbir şey hissetmiyordu. Kendisi bir şey hissetmediğine göre, hissedebilen başkalarının müdahalesi yerinde olsa gerekti.

 

Reed 1970’te Velvets’tan ayrıldıktan sonra İngiltere’ye gitti ve progressive-rock grubu Yes’in üyelerinin yer aldığı ilk solo albümünü çıkardı. 1972’de, yapımcılığını David Bowie’nin üstlendiği Transformer albümü ise, Reed’in kült statüsünden rock yıldızlığına adım atmasını sağladı. Warhol’un Fabrika’sını canlandıran “Walk On the Wild Side” parçası (oral seks göndermelerine rağmen) hit oldu. 1975 tarihli Metal Machine Music ise, “avangard klasik müzik” tanımlamasıyla satışa çıkarıldı.

Reed’in 1970’lerde cinsel kalıpları altüst eden persona’sı ve aşırı uyuşturucu kullanımı, onun etrafında bir yeraltı rock efsanesi yarattı. Fakat 1980’lerde Reed durulmaya başladı. Sylvia Morales’le evlendi ve 1982’de The Blue Mask albümünü çıkardı. 1991’de Velvets’tan dostu John Cale’le birlikte Warhol’a ithafen Songs For Drella’yi yayınladı. 1994’te Velvet Underground yeniden biraraya gelerek Avrupa’da konserler verdi. Reed, 2001’de Brooklyn Müzik Akademisi’nde yönetmen Robert Wilson’la birlikte Edgar Allen Poe’nun şiir ve hikâyelerine dayanan “POEtry” başlıklı gösteriyi sahneledi. Reed’in yazdığı metinler, Julian Schnabel’in fotoğraflarıyla birlikte, The Raven adıyla kitap ve albüm olarak yayınlandı. Reed, 1990’larda Sylvia Morales’ten ayrıldıktan sonra birlikte olmaya başladığı performans sanatçısı ve müzisyen Laurie Anderson’la 2008’de evlendi. Çift, birlikte yürüttükleri sanatsal çalışmaların yanı sıra, pek çok politik eylemde de yer aldı. En son, Aralık 2011’de Lincoln Merkezi’nde düzenlenen Occupy Museums eylemine katıldılar.[1]

Luc Sante, Reed’in anısına New Yorker dergisine yazdığı yazıda şöyle diyor:

 

1970’lerde bir dönem Lou Reed isminin, lurid [tüyler ürpertici] kelimesinin hafif Fransız aksanıyla telaffuz edilişi üzerine kurulu bir takma ad olduğunu düşündüm. Billy Name ve Ingrid Superstar gibi bu da bir Fabrika oyunu olabilirdi, ve Lou Reed’in kafayı taktığı şeylerden önemli bir tanesine uyduğu da kesindi. Fakat Lewis Allan Reed’in (1942-2013) ismiyle de sesiyle de oynamasına gerek yoktu. Başından beri duygusuz, tekinsiz bir sesle, konuşur gibi okuyordu şarkılarını; sonra birden aşkın, kırılgan bir tenorla ezgiye teslim oluyordu.

Reed için söylenebilecek bir şey varsa, karmaşık olduğuydu. Hem lirik hem kaba, hem duyarlı hem narsist, hem kadınsı hem erkeksi, kâh toy bir delikanlı kâh yaşlı bir ayyaş, düzgün bir adam ve inatçı bir sapkın, sanatkâr ve vandal…

 

Lou Reed, Robert Somma’nın editörlüğünde yayınlanan 1971 tarihli No One Waved Good-bye: A Casualty Report on Rock and Roll başlıklı antolojide şöyle yazmıştı: “İnsanın, kişiliğine değil yaptığı işe dayanarak sevilmeyi kabullenmesi için çok sağlam bir egosu olması gerek; kim olduğunuzun ne yaptığınızla belirlenmesini kabullenmek içinse daha da sağlam bir ego lazım. Şarkıcının bir ruhu vardır, ama sahneden indiği zaman sevilmediğini hisseder. Veya, daha beteri, sadece sahnedeyken parıldadığını, sahneden indiği anda söndüğünü… dışardan bakıldığında, bir gardenya kadar sıradan olduğunu... Ama zaten hepimiz kar taneleri kadar sıradan değil miyiz?” [EG]

 

Kaynaklar:

The Rolling Stone Interview

Rock Pioneer Dead at 71

Gardenia and Snowflake

 

 



müzik