Modernleşmeye periferiden dahil olan Türkiye’nin, entelektüeli, sanatçısı, yazarı ve mimarı, bu süreçte, merkezdekilere oranla katmerli sorunlarla yüzleşiyordu. Geç modernitenin ilerleyen genel sorunları, henüz modernleşmekte olan coğrafyanın özgül sorunları ile birleşip adeta amalgam haline gelerek sanatın yeniden üretiminde içinden çıkılması güç sorunsalları doğuruyor, ekonomi-politikte, neoliberalizmin muhafazakârlıkla tuhaf evliliği sanat alanında “kitsch”le sonuçlanıyordu. Düşünülür dünyanın yeniden üretim cephesine gelince, bir yanda tüketilen her şeyin olumlandığı liberal bakış, öte yanda modern sanatın geleneksel köklerden yeniden doğmakta olduğuna dair gelenekselci muhafazakâr uylaştırmacı bakış, başka bir yanda ise sanatın sonunun çoktan gelmiş olduğuna dair nihilist tavır, hepsi bir arada heterotopik bir dünyada var oluyordu.
Aykut Köksal böyle bir ortamda, bu bakış açılarından hiçbirine yaslanmadan, sınırsız çoğulculuk ve aşırı öznellik içinde yolunu kaybeden sanat öznesine her seferinde yeni ve özgün izlekler önererek, duyulur dünyadaki çağdaş sanatın düşünülür dünyada yeniden üretimini üstleniyor. Derinliğini kaybeden özneye, dönüşlü düşünceyi yeniden kazandırmak için çağdaş sanatın kültürlerarası ortak akılcı mirasını yerel üretim için farklı perspektiflerden yeniden çözümlüyor. Çetin bir toplumsal coğrafyada, çağdaş sanat ortamına arzu edilen derinliği kazandırmak için tarih, kuram ve eleştiri araçlarının üçünü birden ustalıkla kullanmayı başaran bir entelektüel konumu bu.
Köksal’ın uzun yıllar boyunca yapmış olduğu çalışmalarla sanat kültürünün derinleşmesine katkısını temel olarak iki kategoride ele almak mümkün. Bunlardan ilki sanat kültürüne doğrudan tarih, eleştiri ve kuram alanında yapmış olduğu katkılar. İkincisi ise yapmış olduğu yayın yönetmenliği, sergi küratörlüğü, jüri üyeliği, kültür programları yöneticiliği gibi etkinlikler yoluyla sanat aktüalitesinin sürekli canlı tutulmasına yönelik yorulmak bilmez çabaları. Her iki alanda yapmış olduğu çalışmalar da sanatların bir arada sahip olduğu entelektüel arakesiti düşünülür dünyada ortaya çıkarmaya yönelik.
Köksal’ın Türk sanat aktüalitesini sürekli canlı tutmaya yönelik çabalarını bir Rönesans entelektüelinin çok yönlülüğü ile karşılaştırmak abartılı olmaz. Katıldığı ve yönettiği etkinlikler yoluyla müzikolojiden dilbilime, edebiyattan görsel sanatlara, semiyolojiden antropolojiye oldukça geniş ve çok yönlü bir alanda Türk sanatının entelektüel teritorisinin genişletilmesine olanak sağlamıştır.
Türkiye’deki sanat kültürüne yönelik tarihsel çözümlemelerindeki başarısında da çağdaş sanat ortamını mutfağın içinden izleyebilmesine olanak sağlayan Güzel Sanatlar Akademisi geçmişi ile bu deneyimi sanat tarihi bilgisi ile buluşturan akademik deneyimi etkili olmuştur. İlk kurulduğu Sanayi-i Nefise döneminden beri Türk sanatının modernleşme projesinin laboratuvarı işlevini gören Akademi, Köksal’ın Türk sanatının modernleşme sürecini çok farklı açılardan duyumsayıp deneyimleyerek yazabilmesine zemin hazırlamıştır. Sanat ve mimarlık tarihine olan akademik düzeyde ilgisi ise, bir yandan alanın araştırma, çözümleme tekniğini çalışmalarında kullanmasını getirirken, diğer yandan da küresel ölçekte araştırma ve inceleme olanağı bulduğu çağdaş örnekleri, yakından gözlemlediği Türkiye’deki örneklerle karşılaştırabilmesine olanak sağlamıştır.
Bununla birlikte çalışmaları, var olanı olduğu gibi kabullenen, görüneni betimlemekle yetinen, liberal çoğulculuğun her şeyi oluşuna bırakan kendiliğindenciliği içinde değerlendirilemez. Görüneni arkeolog titizliği içinde kazır. Toplumsal gelişmeler ve bunların sanata yansımaları karşısında rahatsızdır, pozisyon alır ve bunu belli eder; sorgulayıcıdır, gerektiğinde hesap sorar. Okuyucuyu da var olan ve olması gereken arasında kurulan tartışmaya davet eder. Bunu yaparken çıtayı üst seviyeye koyar, alanda yeni olanlar bir solukta okuyamaz.
Eleştirel gücünün arkasında, çalışmalarını belirli bir ideoloji, kurum, grup ya da kuruluşa bağlı kalmaksızın, özgür ve direşken bir iradeyle Türkiye’de sanat kültürünün gelişmesine yönelik içten gelen bir coşkuyla yürütmesi yatmaktadır. Türk mimarlık kültürü ve sanatını geliştirmeye adanmış yarım yüzyılı aşan bu özgün ve idealist hayat çizgisidir bağımsız ve özgür eleştirel tutumu sağlayan.
Köksal, inceleme konularını nedensellik zinciri içinde birbirine bağlanan parçalardan bütüne doğru örerek her zaman akılcı bir bağlam kurar. Metinlerde ontolojik çerçeve ampirik temelde kurulduğunda dahi, metinlerin arka planında yürüyen metafiziğinde olumsallık (contingency) yerine mantıksal zorunluluk esasına dayalı güçlü bir yapılanma hissedilir. Kant’ın düşünsel mimarisinde olduğu gibi, her öğe olması gerektiği yerde, zorunlulukla oradadır ve varlığı diğer öğelerin varlığını güçlü bir şekilde etkiler. Köksal, sanat nesnesini ve onu çevreleyen koşulları da metinleri gibi görür, duyulur dünyada da düşünülür dünyanın zorunlulukla takip edilen izlerini arar ve bulur. Sanat nesnesini ve onu çerçeveleyen koşulları parçalarına ayırarak öğelerinin eklemlenme mantığını, iç gerilimlerini ve çelişkilerini açığa çıkarır.
Köksal’ın bu bakışı, başlangıçtan beri hep izini sürdüğü yapısalcılık kuramıyla ilgilidir. Yapısal bütünü bir sistem olarak görmesi, öğeler arasındaki ilişkilerin anlamlama düzeyi üzerinde durması bu kuramsal çerçeve bağlamında yer alır. Bu yaklaşımın, tüm eğitim süreci boyunca yakın bir ilişki içinde olduğu hocası Muammer Onat’ın, mimarlık eğitiminde parça bütün ontolojisi etrafında örgütleyerek geliştirdiği ekolle paralellik göstermesi dikkat çekiyor. Onat’ın ekolünde de öğelerden çok bunların eklemlenme mantığı ön plandadır.
Köksal’da mimari tasarım nesnesinin kendi dışında daha önceden var olanlarla nasıl bir bütünün parçası olduğu, olacağı, olması gerektiği ve ayrıca tasarım nesnesinin kendi içinde düzenlemeye konu olan öğelerinin neden, nasıl bir araya geldiği, geleceği, gelmesi gerektiği gibi sorular belirleyicidir. Mimari tasarımın nesneleştirme rejimi yalnız duyulur dünyanın biçimleri ile sınırlı kalmaz, aynı zamanda düşünülür dünyanın bir parçası olarak metinlere yansır. Ancak biçim-kavram diyalektiği doğrudan bir nesne tasarımı değil, tasarımın tasarlanması boyutunda işlediği için biçimsel gramer de her zaman olumsallıktan, dolayısıyla da keyfiyetten uzaktadır.
Bir mimarlık ve sanat entelektüeli olarak, kuramsal çalışmalar yoluyla sanata ama özellikle de mimarlığa katkısında zaman ve mekân yoluyla yapmış olduğu çözümlemeler önemli bir yer tutuyor. Bu yönüyle Kantçı bakışı çağdaş mimarlık ve sanat gerekleri doğrultusunda yeniden yorumlayan Köksal, görsel sanatların yalnız kendi içinde değil, aynı zamanda bu sanatların müzik, edebiyat gibi sıralı düzene dayalı sanatlarla ilişkisini a priori koşullar bağlamında güçlü bir şekilde ortaya koyuyor.
Kant’ın duyarlığın ön koşulu olarak ortaya koyduğu zaman ve mekân, sanatsal varoluşun da ön koşulu olarak hâlihazırda, a priori olarak verilidir. Kant’ta a priori, nesneye ait bir şart değil, bilen öznenin bilinen nesneye kattıklarının bilgisidir. Bu yalnızca deneyimden bağımsız ve deneyimi önceleyen değil, aynı zamanda evrensel ve zorunludur. Kant zaman ve mekânı öznenin içine almakla birlikte öznenin aktif etkilerinin ulaşamayacağı bir yere koyar. Buna göre mekân nesnelere, zaman da olaylara göre belirlenmez, tam tersine mekânın sunduğu a priori şartlar nesnelerin, zaman da olayların belirleyici formudur.
Köksal, sanatın kurgusallığından ve temsil gücünden yararlanarak bu a priori şartların doğasını, insan duyarlığındaki sınırlarını, çerçevesini kuramsal alanda farklı perspektiflerden ortaya çıkarıyor. Sanatın temsil gücünü, dönüşlü düşünceyi harekete geçiren bir manivela gibi kullanıyor. Mekânın mekânda temsili, zamanın zamanda temsili gibi ikinci düzey temsil etkinliklerinde, öznenin a priori koşulları nasıl değiştirip dönüştürerek sanatsal üretimin kurucu koşullarını belirleyebildiğini gösterir. Köksal bu yolla, Kant’ın izleğini takip etmesine rağmen Kant’tan farklı olarak zaman ve mekânı öznenin aktif etkilerinin ulaşamayacağı yerden çıkarıyor. Daha da ileri giderek sanatsal etkinliklerde zamanın mekânda temsil edilerek mekânsallaşması, mekânın da zamanda temsil edilerek zamansallaşması yönünde yaratıcı öznenin nasıl aktif bir konum üstlenebildiğini göstererek izleyiciyi sanatın beliriş koşulları konusunda uyarıyor.
Köksal’ın sanat kuramını üzerine inşa ettiği eşzamanlılık ve artzamanlılık kavramsallaştırmaları, bir yandan mekân ve yer ayrımlarının Türk sanat ve mimarlık kültürü içinde açık bir şekilde anlaşılmasına aracılık ederken diğer yandan mimarlığın tarihsel süreçte insan eyleyişi ve anlam arayışlarına başka sanatlarla ilişkisi çerçevesinde nasıl cevap verebildiğine yönelik eşsiz çözümlemeler sunmasını sağlıyor.
. . .
Bu Mekân Artık Bu Yer Değil, dünyada ve Türkiye’de modernitenin ve modernizmin temel sorunsallarına farklı perspektiflerden ışık tutan, kuramsal, eleştirel ve tarihsel çözümleme yöntemlerinin üçünün birden yetkinlikle kullanıldığı bir yapıt olarak Türk sanat ve mimarlık yazınına katılıyor. Çalışma beş bölümden ve toplamda on iki metinden oluşuyor. İlk bölüm, açıkça hissedileceği gibi Kantçı bir başlangıçla açılıyor ve sanatın duyulur dünyasının, daha doğru bir ifadeyle öznenin duyarlığının ön koşullarını belirleyen modernitenin zaman-mekân sorunsalını konu ediniyor.
Kitaba ismini veren “Bu Mekân Artık Bu Yer Değil”, mekân ve yer kavramlarını kültürel üretim gibi geniş bir çerçevede ele alıyor. İnsan - kültür nesnesi ilişkisinde yaşanan değişimi geleneksel dünyadan günümüz dünyasına mekân/yer bağlamı yönünden artzamanlılık-eşzamanlılık, öznellik-nesnellik araçları ile sorunsallaştırıyor.
“Yazınsal Ürünlerde Eşzamanlılık”, düşünülür dünya ile duyulur dünya arasındaki diyalektiği, temsil sorunu bağlamında oldukça ilginç örneklerle ele alıyor. Geleneksel olarak düşünülür dünya içinde konumlanagelen yazınsal üretimde, zaman ve mekânın nesnenin beliriş koşulları ile öznenin duyarlığının formlarını nasıl belirleyebileceğini gösteriyor.
İkinci bölüm, Cumhuriyet’in meyvelerini vermeye başladığı, Türk modernizminin altın yılları olarak görülebilecek “elliler”in, sanatsal üretimin her alanındaki başarısını anlatan “Elliler Modernizmi ve Özgürleşme” adlı metniyle açılıyor. Birinci bölümdeki modernizme dair genel kurucu koşullar, bu bölümde yerini yaratıcı özneyi çevreleyen daha somut ve yerel toplumsal koşullar çerçevesine bırakıyor. Türk modernizminin iki önemli temsilcisi İlhan Koman ve Orhan Şahinler’i keyifle okunacak olağanüstü incelikte tarihsel çözümlemeler ile adeta Türk sanatına yeniden kazandırıyor.
Üçüncü bölüm, modernleşme sürecinde mimarlığın mekânsal bağlamı ve sanatın kolektif üretim alanı olarak Kent sorunsallarını işliyor. İlk iki metin (“İstanbul ve Mimarlığın Kente Bitişik Öyküsü” ve “Suriçi İstanbul'un Modernleşmesi”) Türkiye’nin modernleşme serüvenini İstanbul üzerinden okuyor. Modernitenin tarihsel olanla sancılı ilişkisini tarihsel süreç içinde, batılılaşma, kimlik arayışları, çoğulculuk sorunsalları bağlamında sorguluyor.
Üçüncü bölümün “Le Corbusier’nin Şehircilik’i ve Yazınsal Ütopyalar” adlı son yazısı Le Corbusier’nin Ünlü Şehircilik metnini ütopya tarihi içinde konumlandırarak adeta yeniden üretiyor. Bunu yaparken, mekânın duyulur dünyanın yakınılan bir öğesi olması karşısında toplumsal çözümler ve siyasi yönelimler yoluyla düşünülür dünyanın nasıl arzu edilen bir parçası olabileceğine işaret ediyor.
Dördüncü bölüm, “Osmanlı Mimarlığının Ayasofya’yı İçselleştirmesi ve Tarihyazımının Bakışı” başlığını taşıyan tek metinden oluşuyor. Tarih, tarihyazımı, ve modernite sorunsallarının çok katmanlı bir şekilde ele alınıp tartışıldığı metin bu netameli konuyu hem mantıksal hem de tarihsel düzeyde muazzam bir çözümlemeye tabi tutarak okuyucuyu dönüşlü düşünceye davet ediyor.
Beşinci ve son bölüm, diyalektik döngüyü tamamlayarak tekrar kuramsal anlatıya dönüyor. “Kandinski’nin Biçimler Kuramı”, geleneksel dünyanın tarihsel olarak üretilen anlam dizgesinin modernizm içinde mantıksal boyutta nasıl yeniden üretilebileceğine dair heyecan verici betimlemeler sunuyor. Bunu yaparken de resmin mekânsallığını müziğin zamansallığı ile koşutluk içinde değerlendirerek duyarlığın a priori koşullarını zaman-mekân bütünlüğü içinde değerlendirmeye alıyor.
“Zamansız Gölgeler”, tarihsel süreçte objektif temsil gücü sayesinde resmin yerini alan fotoğrafın modernizm sürecinde bu araçsallıktan kurtularak nasıl kendi başına anlam üretebildiğine dair olağanüstü bir çözümleme sunuyor.
“Opus Dizisi: Sarkis’ten Mimari Plan Yorumları” başlığını taşıyan son metin, duyulur dünya ile düşünülür dünya arasındaki diyalektiğin hızlanarak neredeyse bir bütün haline geldiği sanatsal süreci Sarkis’in mimari planları araçsallıktan kurtararak kendi başına anlam üreten birer öğeye dönüştürmesi üzerinden ele alıyor.
Bu Mekân Bu Yer Değil okuyucuyla doğrudan ve ağırbaşlı bir ilişki kuruyor. Kitapta yer alan yazılar, dikkat çekmek uğruna yapılan çarpıtmalardan, metinlerin arka planında yürütülen gizil göndermelerden, sansasyonel yorumlardan uzak, özlemi duyulan arı ve duru metinler.
Köksal’ın ekolü, içinde bulunduğu çağın her türlü kafa karışıklığına ve manipülatif yapısına meydan okurcasına, 17. yüzyıldan bu yana gelen modern düşünsel geleneğin bu çetin coğrafyadaki güçlü ve yaratıcı bir uzantısı. Bu kitap da, modern sanatı çalışmasının nesnesi haline getirip dönüşlü düşünceyi işleterek bunu kanıtlıyor.