Yabanarısı ve Orkidenin Aşkı

Michael Hardt ve Antonio Negri Ortak Zenginlik isimli kitaplarında üç ayrı arı hikâyesi anlatırlar.[1]  Burada amaçları, kapitalist, sosyalist ve biyopolitik üretim koşulları arasındaki farkı ortaya koymaktır. Yazarlara göre, kapitalist ve sosyalist ekonomiler maddi metaların üretimine dayanırken, günümüzün biyopolitik üretimi öncelikle gayri maddidir ve öznellik üretimiyle sonuçlanır.

Arı hikâyelerine geçmeden bu iddiayı biraz daha açmak; Hardt ve Negri’nin biyopolitik üretimle neyi kastettikleri üzerinde kısaca durmak; bu amaçla da, yazarların İmparatorluk’tan Çokluk’a, oradan Ortak Zenginlik’e uzanan düşünce macerası hakkında kısaca bilgi vermek anlamlı görünüyor.[2] Bu macerayı; günümüz dünyasını ve politikasını anla(t)maya çalışmak, bu koşullara uygun yeni bir politik proje için çabalamak şeklinde özetlemek mümkün. Machiavelli, Spinoza, Nietzsche, Marx, Foucault, Deleuze ve daha birçok yol arkadaşı bu maceraya eşlik ediyor; ondan heyecan duyan okuyucuyu Fransız Devrimi’nden Katrina Kasırgası’na, Guantanamo’dan Stonewall isyanına, Golem’den Gargantua’ya farklı yerler, zamanlar ve hikâyeler arasında bir yolculuk bekliyor. Yazarların Foucault’dan belirgin bir şekilde ayrılarak, bir karşıtlık içinde kullandıkları “biyoiktidar” ve “biyopolitika” kavramlarının ise bütün bu teorik ve ampirik zenginlik içinde temel bir yeri olduğunu söyleyebiliriz.

Söz konusu metinlerde “biyoiktidar” kavramı, günümüz dünyasının egemen iktidar biçimini tarif etmek için kullanılmaktadır. Bu, savaş halinin küreselleşip süreklileştiği; kitlesel imhanın istisna olmaktan çıkıp kural haline geldiği ve her türlü çevrenin, güvenlik endişesiyle ve (sıkça sıradan vatandaşların da uygulanmasını üstlendiği) polisiye ve askeri tedbirler aracılığıyla şekle sokulduğu bir dünyadır. Yazarların (emperyalizmden farklı olarak) “imparatorluk” diye adlandırdıkları bu küresel düzende hâkimiyet, ne tek bir ulus-devletin ne de herhangi bir uluslar-üstü örgütün elindedir; fakat belirli odakların öne çıktıkları, bölgesel/ulusal/yerel hiyerarşiler ekseninde katı bir şekilde bölünmüş küresel bir ağın işleyişinde, kısaca özetlediğim bu savaş ve güvenlik siyasetinde gizlidir.

İşte adı geçen üç kitabın ilkinde bu imparatorluk tasvir edilir. Fakat yazarların asıl ilgilendikleri ve sonraki iki kitapta hatları daha belirgin bir şekilde çizilecek olan imparatorluk değil, çokluk ve onun ortak paydası, ortak zenginliği’dir. Çokluk, “potansiyel olarak toplumsal üretime katılan tüm figürlerden oluşur”.[3] Bireyler arasındaki farklılıkları yok sayan, onlara özdeşlik dayatan “halk” kavramının aksine (Spinoza’dan mülhem) “çokluk”, çoğulluğun/çeşitliliğin ve tekilliğin korunduğu bir yaklaşımın ürünüdür. Buradaki mesele, bir özdeşlik veya kimlik birliği varsayımıyla hareket edilmediğinde, bireyler farklılıklarını, tekilliklerini koruduklarında ortaklığın nasıl kurulacağıdır.[4] Hardt ve Negri bu noktada sınıf veya kimlik odaklı, dolayısıyla belirli bir mağduriyet ortaklığını varsayan geleneksel politik tavır alışlardan uzaklaşır ve ortak paydanın gün yüzüne çıkarılacak değil, üretilecek bir şey olduğunda ısrar ederler.[5]

“Biyopolitik üretim” kavramıyla da bu noktada karşılaşırız. Yazarlar, savaş ve güvenlik siyasetiyle toplumsal bedenin bütününe yayılan, onu denetleyip aynılaştıran biyoiktidarın karşısına, biyopolitik üretimi çıkarırlar. Burada söz konusu olan, meta üretimiyle sınırlı kalmayan ve toplumsal yaşamın bütün yönlerini kapsayan bir faaliyettir. Ekonomik dönüşümlerle birlikte ortaya çıkan ve gayri maddi bir nitelik gösteren yeni emek biçimleri biyopolitik üretim açısından temel önemdedir. Gayri maddi emek, hem fikirler, imajlar, duygulanımlar ve yaşamlar, hem de iletişim ve işbirliği ağları üretme kapasitesine sahiptir.[6] Burada üretici, işçi sınıfından ibaret değildir ve bütün çeşitliliğiyle çokluğa denk düşer.[7] Özetle, yaşamı üreten çokluk’tur (tam da bu nedenden dolayı biyo-politik bir üretimdir bu); dolayısıyla daha iyi bir yaşamı da üretebilme kapasitesine sahiptir. Ancak bu “daha iyi yaşamın” belirli bir kesimle sınırlı kalmaması, çokluğun her köşesine yayılabilmesi için, ortak olarak üretilmesi gerekir – veya bizzat farklılığı silmeyen bir ortaklığın üretilmesi gerekir. İşte “ortak çalışmamız ve yaşamamız için gereken ilişkilenme imkânlarını yaratan”,[8] ortaklığın üretilmesini mümkün kılacak şey, bugün artık toplumsal yaşama damgasını vuran iletişim ve işbirliği ağlarıdır. Bu ağlar, ilk bakışta imparatorluk düzenini (örneğin çokuluslu şirketleri) ayakta tutar, öncelikle ona hizmet eder gibi görünürken, aslında onu yerinden edecek çokluğu da kendi içinde ilişkilendirebilmeye muktedirdir.

Böylece Hardt ve Negri imparatorluk düzenini ve onun hâkim (biyo-)iktidar biçimini tasvir ederken, burada yatan (direniş) imkânı(nı) da gözler önüne sererler: yeni bir tür ortak yaşam imkânını. Ancak daha önce dikkat çektiğim gibi bu, mevcut fakat karanlıkta kalmış bir ortaklık değildir; bizzat üretilmesi gerekir. Söz konusu kitaplarda ifade edilen, emeğin gayri maddi niteliği ve iletişime dayalı ağ yapısı sayesinde bu üretimin, önceden olmadığı şekilde mümkün hale geldiğidir. Ne ki, bu imkân henüz büyük oranda değerlendirilmemiştir. İşte bu nedenle Hardt ve Negri’nin kitapları, bu imkânı harekete geçirmeye, bu yeni yaşamı üretmeye, tekilliği silmeyen bir ortaklığı kurmaya bir davet olarak da okunabilir aslında.

                  ●

Bu bilgiler ışığında arı hikâyelerine dönebiliriz.

Söz konusu hikâyelerin ilki Bernard Mandeville’in 18. yüzyıl başında kaleme aldığı The Fable of the Bees’dir:

“Mandeville zengin ve güçlü; ancak yalan, açgözlülük, tembellik ve korkaklık gibi her türlü kişisel zaafla dolu bir arı kovanının hikâyesini anlatır. Kovanın ahlakçılarının kötülüğe karşı yergileri hiçbir fayda getirmez. Sonunda kovanın sürekli arp çalmaktan yorgun düşmüş tanrısı, tüm arıları erdemli yaparak, kötülükleri bertaraf eder; ancak o bunu yapar yapmaz, kovandaki çalışma hayatı durma noktasına gelir ve arı cemaati dağılır.”[9]

Adam Smith’in de aralarında bulunduğu 18. yüzyıl İngiliz düşünürlerinden yola çıkan Hardt ve Negri’ye göre masal, “piyasada emek ve eşya alıp satan, kendi çıkarlarında ısrarlı ve ortak faydaya kulakları sağır olan özgür bireysel aktörler temelinde kurulan kapitalist düş için bir modeldir”.[10] Bu modelde öz çıkarlara yönelen edimleri düzenleyen piyasanın görünmez elidir ve kamusal çıkar da bu düzenlemeden doğar.

Ancak bu masal, yalnızca kovan içi etkinliğe odaklanmıştır. Oysa ekonomik etkinliklerin pozitif ve negatif dışsallıklar göz önünde bulundurulmadan anlaşılması mümkün değildir. Bu nedenle arıların kovan dışındaki polenleme etkinliğinin masala dahil edilmesi gerekir. Bir meyve ağacından diğerine uçarak balözü toplayan arılar, polenleri de ağaçtan ağaca yayarlar. Çiçekler bal üretimi açısından, arı etkinliği de meyve üretimi için pozitif bir dışsallık teşkil eder. Hardt ve Negri’ye göre bu haliyle masalın vurgusu farklıdır: “çiçekleriyle birlikte karşılıklı yardımın erdemli birliğine katılan vazifelerine sadık arılar, sosyalist [bir] ütopya” örneği oluştururlar.[11]

Bu birlik, bal ve meyve üretir üretmesine ama bu, “cennette yapılmış bir eşleşmedir”. Arılar ve çiçekler, birbirlerini “tamamlar”, bir bütün oluştururlar. Fakat Hardt ve Negri için bu işbirliği, günümüz üretim koşullarını anlatmaya yetmez. Çünkü arılar ve çiçekler “ortak varoluşu aynılık ve birliğe indirgeyen iki yarımdır”.[12] Bu varoluşun yeni formlarını kur(a)mazlar.

Bu formlara ancak Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin yabanarısı-orkide aşkında rastlarız. Bazı orkidelerin çiçekleri dişi yabanarılarının cinsel organları şeklindedir ve bunların feromon hormonunun kokusunu yayarlar. Erkek yabanarıları cinsel organlarını bu çiçeklere batırdıklarında ortaya çıkan sahte-çiftleşme, polenleme işleminin gerçekleşmesini sağlar. Bu bir “evlilik ve sürekli birlik masalı” değildir ve çalışkanlık, üretkenlik gibi vasıfları yüceltmez.[13] Guattari’nin söylediği gibi, “Yani yabanarıları çiçekleri düzer! Yabanarıları bu işi öylesine yaparlar, bir hiç uğruna, sadece eğlence için!”[14]

Böylece bu karşılaşma ve etkileşim, yeni bir yabanarısı-orkide makinesi oluşturur – burada söz konusu olan niyetler veya çıkarlar değil, karşılıklı bir kapma ve makinesel bir işleyiştir:

“Aslında orkidenin yabanarısı-oluşu, yabanarısının da orkide-oluşu ikili bir kapmanın oluşudur [...] Yabanarısı orkidenin yeniden üretim aygıtı, aynı anda da orkide yabanarısının cinsel organı olur.”[15]

Bu birleşmede günümüz üretim koşullarının önemli bir özelliğini görürüz: (yeni) yaşam formları üretme gücünü. Yukarıda özetlendiği gibi, bugün belirleyici olan, bilgi, enformasyon, iletişim, ilişkiler ve duygulanımlar gibi, ürettiği maddi olmayan emek biçimidir:

“Hiçbir şey üretmezken, bu yabanarıları nasıl bir ekonomik üretim modeli olabilir diye sorulabilir. Arılar ve çiçekler bal ve meyve üretir; ancak yabanarıları ve orkideler sadece zevk ve güzellik yaratan hedonistler ve estetlerdir!”[16]

Yabanarısı ve orkidenin birbirlerine kapılmalarında, birinin diğeri oluşunda yazarlar, “her bir tekilliğin daimi dönüşümünün işaretini” görürler.[17] Böylece arı masalının üçüncü biçimi, hem gayri maddi üretime ışık tutması; hem de araçsallaşmayan bir eylem, verimliliğiyle sınanmayan bir etkinlik, sabit bir kimliğe sığdırılamayan bir oluş ve toplum-birey ikiliğinin yerine koyduğu tekillik vurgusuyla bambaşka bir hikâye kurar. Yazarlara göre, bugünün biyopolitik üretim koşullarını ancak bu hikâye anlatabilir. Burada anlatılan, bizim hikâyemizdir.

“Hadi o zaman, çalışkan arılarla vedalaşalım ve yabanarısı-orkide aşkının oluşları ve tekilliklerine odaklanalım!”[18]

 

 



[1] Michael Hardt ve Antonio Negri, Ortak Zenginlik, çev. Eflâ-Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, 2011. Burada aktardığım bölüm 190-193. sayfalar arasındadır.

[2] İmparatorluk, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 2003; Çokluk. İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, çev. Barış Yıldırım (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2004).

[3] Çokluk, s. 13.

[4] Hint-Avrupa dillerinin birçoğunda bu iki sözcüğün (kimlik/özdeşlik) aynı olmasına şaşmamalı. (İngilizce identity, Fransızca identité). Latince’de “aynı” anlamına gelen “idem” sözcüğünden türüyorlar. Bu anlamda “çokluk” kavramı, kimlik politikalarının bir eleştirisi olarak da düşünülebilir.

[5] Çokluk, s. 12-13.

[6] Yeni emek biçimlerinin aslında yaşamı ürettiği argümanı belki de ilk bakışta kolay anlaşılır değildir. Fakat basit birkaç örnek, bu meseleyi kısmen de olsa açıklığa kavuşturabilir: Özel güvenlik sektörü, örneğin, güvenlik duygusu ve bununla ilişkili bir rahatlık ve mutluluk üretir; aileler çocuklarının güvenlikli bir sitenin sokaklarında oynamasına izin verdiklerinde ortaya çıkan çocukluğa dair belirli bir deneyim olur; daha az su kullanımını mümkün kılan bir fikir yalnızca bir AR-GE projesi değildir, farklı bir ekolojik çevre anlamına gelir; veya image-maker’lar yalnız bir reklam vesilesi değil, gündelik hayatta tekrar tekrar icra edilecek yeni kimlikler üretirler.

[7] Burada da yine hem yapılan işin çeşitliliğini (düşük prestijli hizmet verenler, güvencesiz işlerin esnek emekçileri, kültürel sermayesi yüksek fakat gelir düzeyi düşük çalışanlar vb.), hem de çalışanların bireysel özelliklerindeki (etnik köken, dini inanış, cinsel yönelim vb.) farklılıkları düşünebiliriz.

[8] Çokluk, s.13.

[9] Ortak Zenginlik, s. 190.

[10] Age, s. 193.

[11] Age.

[12] Age, s. 191.

[13] Çalışmanın reddi Hardt ve Negri’nin daha sonra yeniden dönecekleri bir temadır, bkz. özellikle s. 326. Çalışmanın reddi için ayrıca bkz. Ali Akay, Minör Politika (Bağlam Yayınları, 2000), özellikle ss. 119-149.

[14] Félix Guattari, The Anti-Oedipus Papers, der. Stéphane Nadaud, çev. Kélina Gotman (Semiotext(e), 2006) s. 179 (aktaran Hardt ve Negri, Ortak Zenginlik, s. 192).

[15] Gilles Deleuze ve Claire Parnet, Diyaloglar, çev. Ali Akay (Bağlam Yayınları, 1990) ss. 16-17. Çevirideki “balarısı” sözcüğünü, Hardt ve Negri çevirisi ile tutarlı hale getirmek için “yabanarısı” olarak değiştirdim.

[16] Age.

[17] Ortak Zenginlik, s. 193.

[18] Age.