Uğur Orhan, çağdaş sanatın önemli bir merkezi haline gelen Videoist-Mardin’deki kişisel sergisine “Sondan Bir Önceki” adını verdi ve bu ifadeyi şöyle açıkladı: Her şey sondan bir öncekidir; çünkü sözlerin ve imgenin ötesinde nihai gerçek, sözlerle anlatılmaz… Sanatçı, belli ki dilin ve orada kullanmak zorunda kaldığımız birtakım göstergelerin yetersizliğinden söz ediyordu. Gerçekten de tarih boyunca “hakikat”e ulaşmak için çabalayıp duran insan, pratikte kullandığı dil göstergelerinin ne kadar zayıf ve bu kavramı açıklayabilmekten ne kadar uzak olduğunu anlamakta gecikmemiştir. Bu yüzden yeni diller icat etmek ve yeni göstergeler yaratmak işi, her zaman insanın baş uğraşı haline geldi.
İşte Uğur Orhan’ın videolarında ve o videolarla birlikte oluşturduğu performans ve enstalasyonlarında görülen de “hakikat”i tanımlama niyeti değildir; yalnızca onun uğruna verilen mücadeleye odaklanmaktır ki anlatılan bu yolculuk başlı başına bir serüvendir. Yolculukta doğabilecek yeni engeller serüvene eklendikçe, o yol bitmek bilmez bir hale gelir. Böylece, önemli olan eğer bu mücadelenin kendisi ise son söz henüz söylenmemiştir ve mücadele devam ettiği sürece de söylenmeyecektir. Çünkü serüvene eklenen yeni engelleri kavramak ve onların üstesinden gelmek, artık “hakikat”e ulaşma ve onu hemen tanımlama ihtirasını unutturmuştur.
Mitolojiler, felsefeler, sanatlar ve bilimler… Bunlar “hakikat avcılığı” adına vardırlar; tümü de nihai bir söze sahip olmak isterler. Her biri “yaratıcılık” kavramına bağlanmışlarsa, o nihai sözün tutkusuyla bağlanmışlardır. Ne var ki şu çok iyi öğrenilmiştir: “Hakikat”e ulaşmak ve onu hemen tanımlamak için çıkılan yol başlı başına bir serüvene dönüşmüşse, o yolun da “ikinci bir hakikat”i oluşmuştur. Bu yüzden bu disiplinlerin konu ettiği insan, ve insanın doğayla ilişkisi, doğrudan doğruya nihai “hakikat” yerine, yaratılan “ikinci hakikat”le yüz yüze gelmiştir. Mitolojiler, Yunan toplumunun doğayı dil ve simgeyle anlamlandırmasından öte, daha ilk adımda Marx’ın “modern mitolojiler”ine evrilmiş ve sınıfsal simgelere indirgenmiştir. Felsefeler, kendi bakış açılarının öznelerini yaratırken, insana dair “yeni doğalar” öne sürmekten kaçınmamıştır. Sanatlar ve bilimler ise (aynı felsefelerin yaptığı biçimde) kendi disipliner ortamlarının “hakikat”ine gömülmeyi tercih etmiştir. Sonuçta “yaratıcılık” kavramı, nihai “hakikat”le olan ilişkisinden uzaklaşıp yeni dillere ve göstergelere sarılmıştır. Ortaya çıkan bu diller ve göstergeler, acaba nihai “hakikat”i bize ne kadar anlatabilir? Buna yanıt verebilmek son derece zordur.
"Rock-Heroic", video, 2’14, 2015
Ve Uğur Orhan, nihai “hakikat”i aramak, bulmak amacıyla yaratılmış dili ve göstergeleri sergilerken, düpedüz nihai “hakikat”e doğru ilerleyen, serüvenlerle dolu o yolu sergilemektedir. Örneğin bu sergide yer alan Rock-Heroic/Destansı Taşlama adlı videoda, ayaklarındaki patenlerle, taşlarla kaplanmış bir yolda ilerlemeye çalışan bir çocukla karşılaşırız. Bu çocuk, nihai “hakikat”i bulduğu için “destansı bir kahraman” haline gelmemiştir; onun kahramanlığı, bir serüvene dönüşmüş o yoldaki engelleri aşma iradesi ve çabasıyla öne çıkar. Diğer yandan sanatçı Vicious Transition/Kusurlu Geçiş adlı video-performansında, elinde şeffaf bir bayrakla durmaksızın yürümekte ve kararlı bir tavırla sanki bir hedefe doğru ilerlemektedir. Fonda yer alan bir Yunan melodisi ise sanatçıya tempo sağlamaktadır. Yapıta şöyle bir mitolojik öykü yerleştirilmiştir: Atina kralı Aegeus, oğlu Theseus’a Minotaur’u öldürme görevi verir. Theseus görevini başarıyla sonlandırır ve zafer sarhoşluğuyla geri dönerken, babasının söylediklerini karıştırır ve gemisine yanlışlıkla siyah bayrak çeker. Bunu gören kral, oğlunun başarısızlığa uğradığını düşünerek, kendini, sonradan adıyla anıldığı Ege Denizi’ne atarak intihar eder. Bu mitolojik öykü, “hakikat”in diller ve göstergelerle sınırlandığı durumda, ne ölçüde anlamdan uzaklaştığını söylemektedir bize. Ve burada izleyicinin aklına gelen soru ilk anda şu olur: Niçin bu bayrak şeffaftır? Yanıtı basittir: Simgeler kesinlikle yaşamın, orada olup bitenin, nihai “hakikat” yolundaki çabaların karşılığı yerine geçmez. Olsa olsa bunlar diller ve göstergeler, nihai “hakikat”e yönelen yolun engellerini ve dolayısıyla “ikinci hakikat”ini üretir; serüvenlerin ve kahramanların üretildiği yer de o “ikinci hakikat”tir. Evet, bir bayrak olacaksa, bu bayrağın simgelediği şey, gerçekte bir boşluktan başka bir şey olmayacaktır.
"Vicious Transition", video performans, 3’24, 2015
Sonra Uğur Orhan, bu şeffaf bayrağı alır ve bir enstalasyon malzemesi yapar; o yapıtın adı Naked Wish/Çıplak Dilek. “Dilek” şurada anlam kazanır: Toprak ve ışık, bir nihai “hakikat”in parçaları olarak önümüze serilirken, onların nihai “hakikat”le bağını bozacak her şey ortadan kaldırılmakta, “ikinci hakikat”i simgeleyen işaretler yok edilmektedir. Belki de kahramanca bir tutumdan söz edilecekse, bu, tam da insanları simgelerden arındıracak, o simgeleri şeffaflaştıracak bir çabanın sonucunda doğacaktır.
"Naked Wish", enstalasyon, 2015
Sonunda, tüm bu yapıtları seyredecek olan izleyiciler, Videoist-Mardin’de toplanırlar ve kendi aralarında bir konuşmaya dalarlar. Oradaki konuşmanın açılış konusu, sanatçı tarafından onlara verilmiştir; konu, T. S. Eliot’ın “The Love Song of J. Alfred Profrock” adlı şiirinden bir bölümdür: “…in the room the women come and go talking of Michelangelo”. Aslında izleyiciler kendilerini, şiirin bu bölümüyle şöyle bir tartışma içinde bulurlar: “İnsanlar galeriye gelir ve kahramanlar üzerine konuşur”.
Belki de yaşamı ilgilendiren asıl soru şudur: Hangi kahraman üzerine konuşuyoruz? Dillerin ve göstergelerin dar alanına sıkışmış bir kahraman üzerine mi, yoksa bizi bunlardan arındırmak için çabalayan, en azından her tür aldatıcı simgeyi şeffaflaştırmayı deneyen bir kahramandan mı?
Uğur Orhan'ın 19 Kasım-19 Aralık 2015 tarihleri arasında Mardin Videoist'te görülen Next to the Last/Sondan Bir Önceki başlıklı sergisi üzerine kaleme alınmıştır.