[...]
Peter Szondi, tragedya için önlenemez bir etkileşim ve çatışmaları engellenemeyen güçlerin ortak huzursuzluğu der. Gelecekte de, geri dönüşü olmayan bir yıkım, çevre kirliliği ve yoksulluk bizleri pusuda bekliyor. Slavoj Žižek ise, her ne kadar hayal etmekte zorlansak da, bu dünyanın değil, kapitalizmin sonunun geleceğini söylüyor bizlere. Haklı da olabilir elbette, ancak aklımızdan çıkarmamamız gereken bir şey var: Kapitalizm, yaşamın maddi manevi her boyutunu öylesine derinden işgal etmiş durumda ki, onun çöküşü bildiğimiz uygarlığın da sonu anlamına gelebilir.
Greenpeace’in açıklamalarına göre 2011’in Eylül ayında yirmi milyon nüfusa sahip Tokyo’da radyoaktivite seviyesi neredeyse Fukuşima’dakine yetişmişti. Ne var ki insan eliyle gerçekleşen nükleer bir kıyamet karşısında, insanın yapabileceği hiçbir şey yok ve bu teknoloji, doğanın denetlenemeyen bir gücüne dönüşmüş durumda. İşte “tragedya”nın gerçek anlamı budur. Tragedya, doğanın ve tarihin dış güçleri üzerinde hâkimiyet kurulamayacağının, çünkü, bu dışarıdaki gücün aslında içeriden ilerlediğinin aniden kavrandığı andır. İnsan, eylemleriyle suları ve havayı kirletti. Şimdi de, gelecek nesillerin beklenti ve umutlarını yok etmekle meşgul; üstelik bu eylemleri, her geçen gün daha da insanlık dışı bir hal alıyor. Peki insanı kendi kendini yok edecek böylesi bir yolda ilerlemeye mecbur bırakan neden ne? Hiç kuşkusuz makineleşme.
Nietzsche’ye göre tragedya, ölçüm ilkesini, yani, şeylerin ve sözcüklerin belli bir değer sistemine tabi oluşlarını temsil eden Apollon’un uygarlaştırdığı dünyaya, Dionysos’un geri dönüşüyle baş gösterir. Nietzsche Tragedya’nın Doğuşu’nda[1] Apollon’un etik bir tanrı olduğunu; ölçülü bir ruh ve bireyleşme ilkesi barındırdığını; oysa Dionysos’un zevk ve kaosla dolup taşan bir tanrı olduğunu; bireyleşmenin orgazmik yitimini, kargaşa ve çözünmenin ruhunu taşıdığını yazmıştı. Bu iki ilke arasında muazzam bir fark olmasına ve uygarlığın Apollo’nun hegemonyasıyla özdeş sayılmasına karşın, Antik Yunan kültürü, ritüelleriyle Dionysosvari içgüdülerin geçici sarhoşluğunu da kutsamaktan geri durmuyordu.
Günümüzde ise modern uygarlığın ve teknolojinin ürettiği Apolloncu düzenin temeli, toplumsal beden içinde barınan orgazmik dürtüleri bastırma ve terbiye etmeye dayanıyor. Dolayısıyla, ne zaman ki toplumsal beden uygarlığın normalliğiyle bağlarını koparır, işte o zaman kentlere yeniden kaos gelir. Modernitenin krizi dediğimiz de en başta, tüm toplumu kapsayan rasyonel ölçütlerin krizidir: Değer belirleyen kaidelerin sonu, emek ve sermaye arasındaki saptanmış ilişkinin sonu, üretici güçlerin karakterinin yeniden tanımlanması ve belirlenmiş kimliklerin ortadan kalkması.
Uygarlık bu müthiş kibrinden sıyrılmadığı takdirde, aşırı karmaşıklığın (kaos) nemesis’i ile tekno-psikozla gelen yıkıcı bir güç açığa çıkacaktır. Öte yandan rizomatik (kökgövdesel) bir hamleyle mevcut değerleri silip atmak, saldırganlığın ve paniğin kaotik güçlerinin serbest kalmasına yol açacak; hiyerarşi ile düzen ortadan kalkacak ve makinede bölünerek çoğalan sanal-finansal virüslerin rizomatik yayılımı içinde gizlenmiş olan Dionysos serbest kalacaktır. Tüm bunların yanında finansal makinenin aşırı karmaşıklaşması ise, para ve mal ile finans ve büyüme arasındaki rasyonel ilişkiyi tehlikeye atacak; zaman ve değere dair ortak belirlenimin yerini, değişken değerlerle açığa çıkan rastlantısal güçler almaya başlayacaktır. Son olarak panik baş gösterecek ve hükümetlerin varlığı, artık yalnızca siyasetin ütopik bir hedefi haline dönüşecektir.
Tekno-dilsel makine, yani finansal ağ, canlı bir organizma gibi hareket ediyor ve taşıdığı misyon, tüm dünyanın tükenmesine yol açacağa benziyor. Siyasetçilerin ise temel kaygısı, çok çabuk sinirlenen bu kaprisli tanrıyı, yani piyasayı hoşnut tutmak. Bu tanrıyı yatıştırmanın tek yolu ona insan kurban etmek; işte siyasetçiler de bunu yapar. Öte yandan fetih süreçlerini yönetme çılgınlığına kapılmış olan piyasalar, insanlardan durmadan var olmayan borçlarını ödemelerini istiyor; bunun sonucunda, kuralsızlık, panik ve akabinde yine kurallardan oluşan bir girdap içinde dönüp duruyoruz.
Piyasalar bir yandan, toplumun gelecekte üreteceği kaynakları da önceden ele geçirme çabasında. Biz onlara paramızı verdikçe, onlar daha fazlasını istiyorlar; finansal makinenin bağlantı noktalarından ibaret hale gelen insanların gerçek düşüncelerini algılamayan, sonu gelmeyen bir açgözlülükle kodlanmışlar. Warren Buffett[2] “İnsan ırkına yaptıklarımızdan dolayı utanç içindeyim,” diye bir itirafta bulunmasına karşın, finansal makineyi işler kılan bu yok edici yazılımı engellemesi pek mümkün görünmüyor.
Eğer insan iradesi, toplumun gündelik yaşamına yedirilmiş otomatizmi denetim altına almayı başaramaz ve böylesi eylemlere teslimiyetçi bir biçimde boyun eğmeye devam ederse, bizi bekleyen şey tragedyadır. Bugünlerde, modern zamanların son büyük siyasal projesi olan Avrupa Birliği’nin dağılışına tanıklık ediyoruz. Bu projenin başarısızlığı demek, şiddet, savaş, sefalet ve kültürel gerilemenin de başlangıcı demektir. Böylesi bir ortamda hümanist anlayışın da parçalanacağı açık. Öte yandan Birliğin mevcut ilkeler çerçevesinde devamlılığı da bir başka felakete yol açacak. Bu durumda tek umudumuz, Avrupa Birliği’nin çöküşü ile yeniden yaratılışının aynı anda gerçekleşebilmesi.
İşte bugün Avrupa’daki hareketin ödevi de bu: Kin gütmek ve var olan kültürel değerleri silip atmak yerine, toplumsal dayanışma ve ortak bir zekâ geliştirerek Avrupa’yı yeniden yaratma ödevi. Bu, ne post-ulusalcı akıma karşıt, ne de ulusal hükümranlıkları geri getirmek isteyen bir hareket olmalı. Yapılması gereken, post-kapitalist Avrupa’nın kültürel koşullarını yeniden belirlemektir. Dolayısıyla Avrupa’nın çöküşü, Maastricht Antlaşması’nın parasal yaptırımlarını terk etmek ve daha ileri bir sosyo-politik birlik oluşturmak için uygun bir ortam yaratabilir. Ve yeni bir Avrupa yazılımı (sürüm 2.0) ile birlikte, rekabet ve açgözlülük yerine paylaşım ve dayanışma temelli kurumların temelleri atılabilir.
Bu metin, Franco “Bifo” Berardi’nin dOCUMENTA (13) bünyesinde hazırlanan ve 100 Notes – 100 Thoughts serisinden çıkan transverse / transversal adlı kitabında yer alan Tragedy başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrilmiştir.
Yazar hakkında:
İtalyan Marksist kuramcı ve aktivist Franco “Bifo” Berardi 1970’lerdeki Autonomia hareketinin önde gelen temsilcilerindendir. Yine bu dönemde Paris’e gitmiş ve Félix Guattari ile birlikte şizoanaliz üzerine çalışmalar yapmıştır. Ayrıca İtalya’daki ilk serbest özel radyo Radio Alice’in kurucularından olan Berardi, bugün Milano’daki Accademia di Brera’da Sosyal Medya Tarihi dersleri veriyor.
[1] Friedrich Wilhelm Nietzsche, Tragedya’nın Doğuşu, çev. Mustafa Tüzel (İstanbul: İş Bankası, 2010)
[2] Amerikalı milyoner bir iş adamı olan Warren Buffett, 20. yüzyılın en başarılı yatırımcılarından biri olarak kabul görür. Servetinin büyük bir bölümünü hayır işlerine ayırmasıyla dikkat çeker.