Dezavantajlı topluluklara kendi yaşam alanlarını şekillendirebilmeleri için eğitim, tasarım ve avukatlık desteği veren Design Corps kapsamında yapılmış bir göçmen evi, Pearlington.
Mimarlığın, antik çağdan beri toplumdaki güçlü sınıfın gücünü somut ve sürekli kıldığı bilinmektedir. Endüstri Devrimi’yle birlikte oluşan kapitalist sistem, sabit ve hiyerarşik güç ilişkilerini esnek ve değişken kılmış; mimarlığın hizmet alanını genişletmiştir. Ancak yine de bu durum, mimarlığın yalnızca gücü yetene bu hizmeti sunduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Bunun yanı sıra, kapitalist sistemin barındırdığı iç çelişkiler, ekolojik tehdit gibi kapitalizme özgü toplumsal sorunların oluşmasına yol açmış, eşitsizlik, bireysel özgürlüklerin ihlali gibi mevcut sorunların ise yalnızca biçim değiştirmesine neden olmuştur. Mimarlık, toplumsal yaşam ile yakın ilişkisi sonucu tüm bu sorunların tam ortasında yer almaktadır. Mevcut toplumsal işleyiş tarafından beslenen ve aynı zamanda da bu işleyişi destekleyen mimarlığın, sistemle ilintili sorunları pekiştirdiği söylenebilir. Mimarlığın büyük toplumsal değişimlere yol açabileceğine dair inancın ortadan kalkmış olmasına rağmen, bu işleyişe karşı çıkan mimarlıkların olabilirliğini görmek umut vericidir. Araştırma kapsamında, mevcut sistemle ilintili bu sorunlar, Ursula Le Guin’e ait Mülksüzler romanı üzerinden incelenmekte ve bu sorunlara karşı çıkmayı amaç edinen mimari girişimler araştırılmaktadır.
Mevcut kapitalist sisteme karşı yeni bir toplum düzenini sorgulayıcı biçimde ele alan Mülksüzler, iki zıt düzeni karşılaştırmaya dayanan diyalektik kurgusu sayesinde, tezin konusuyla olduğu kadar yaklaşımıyla da paralellik içindedir. Mülksüzler’in yazıldığı dönem olan 1968 kuşağı, geçtiğimiz yüzyılda sisteme karşı eleştirel yaklaşımların en çok gündemde olduğu, entelektüel çevrelerin konvansiyonel toplum mekanizmalarına karşı en fazla eleştirel fikir ürettiği dönemlerden biridir. Bu dönemde Marx’ın metinleri ve diyalektik materyalizm kuramı yeniden ele alınmış ve dönemin koşullarına göre yeniden yorumlanmıştır. Bu paralellikte diyalektik materyalizm üzerine düşünmek ve diyalektik materyalizmi bugünün koşulları kapsamında değerlendirmek, mevcut işleyişe karşı çıkan bir mimarlığın olabilirliği ve bunun olası yöntemleri hakkında fikir vermektedir. David Harvey’in Ursula Le Guin’e de değinerek ortaya attığı diyalektik ütopya kavramı, şimdiye kadar üretilen ve sistemin dışında kendi başına var olan ütopik yaklaşımların başarısızlığına karşılık bizzat sistemin içinde ve sistemle birlikte var olmayı başarabilen yaklaşımlara dikkat çekmektedir. Sistemle kurduğu diyalektik ilişki çerçevesinde yer yer sistemle çatışan ve bu sayede sistemi sarsmayı amaç edinen anarşizan yaklaşımlar, bu bağlamda umut vericidir.[1]
Yazar: Didem Cengiz
Danışman: Prof. Dr. Belkıs Uluoğlu
Yer Bilgisi: İstanbul Teknik Üniversitesi / Fen Bilimleri Enstitüsü / Mimarlık Anabilim Dalı
Türü: Yüksek Lisans
Yılı: 2012