Jan de Bray, Harlem Ressamlar Loncası, 1675
“Sanatın özerkliği” konusu, sanatın diğer toplumsal pratiklerden ayrı bir kategori olarak icat edildiği tarihlerden bu yana tartışılan bir konu olmuştur. Günümüzde yaygın olarak kullanıldığı haliyle sanatın özerkliği, sanatçıya ve genel olarak sanata, sanat dışı herhangi bir alandan müdahale edilmemesi üzerine kurulu, sanatın özerk[1], yani kendi yasaları olduğu/olması gerektiği varsayımına dayanan bir tavır olarak nitelenebilir. Özerklik bahsini açmadan önce çoğunlukla herkesin zihninde belli bir imge barındıran ve bu yüzden belki de es geçilen daha temel bir soruyla da yüzleşmek gerekir: Sanat nedir? Richard Sennett, “‘Sanat nedir?’ sorusu[nu]” sorarak “belki de özerkliğin aslında ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyoruzdur” der (Sennett, 2009a: 90). Bu cümleyi şu şekilde de ifade etmek mümkün görünüyor; ‘sanatın özerkliği’ aslında ‘sanat nedir?’ sorusunun peşine düşmektir; tıpkı, her ‘x nedir?’ sorusunda olduğu gibi: Bir ‘şeyin’ kendinde (özerk oluşunda) anlamı nedir?
Bu çalışma, Sennett’in söylediği gibi “Sanat nedir?” sorusunun pesine düşmekle ilgili görünse de, çalışmanın sonunda bir sanat tanımına ulaşmak gibi bir hedefin olmadığını belirtmek gerekir. Böyle bir tanıma ulaşmanın –özellikle günümüzde– mümkün olup olmadığı konusu bir yana dursun, çalışmanın ortaya çıkışının bazı pratik nedenlere dayandığını ve bir ölçüde bu sorunlarla ilişkilenme derdinde olduğunu belirtmek yerinde olur. Bu sebeple, tezin yazıldığı tarihte Türkiye’deki sanatla ilgili toplumsal bağlama kısaca değinmek gerekir.
Tez, ana hatlarıyla belirtmek gerekirse:
- Devletin kamuya bağlı sanat kurumlarını kapatma ya da özelleştirme yönünde girişimlerde bulunduğu,
- Devletin, ‘Türkiye Sanat Kurumu’ adında, sanat kurumlarının mali ve idari islerini merkezi bir şekilde yürütecek bir kurumun tesisi için bir yasa taslağı hazırladığı,
- Özel şirketlerin sanat alanındaki rolünün (sponsorluk desteğinde bulunma, sanat mekânları açma, koleksiyon oluşturma, vs. aracılığıyla) arttığı,
- Sanatçıların ve sanatçı örgütlerinin, sanat dışı (yoğunlukla siyasal) alanlardan gelen müdahalelere karşı, yasal dayanağı olan özerk bir sanat kurumu için çalışmalar yaptığı,
- Muhalif siyasal eylemlilik süreçleri ile sanatsal pratikler arasındaki ilişkilerin tartışıldığı bir dönemde yazılıyor.
Dünyanın farklı ülkelerinde de bu konuların farklı düzeylerde tartışıldığını gözlemleyebilmek mümkün. Bu konular etrafında dönen yoğun tartışmalara sanat tarihi alanından nasıl güncel bir katkı yapılabileceği hususu bu tezin temel çıkış̧ noktalarından biridir. Konunun zorluğu, yalnızca sanatın diğer toplumsal kurumlarla arasındaki ilişkinin uygun bir model bulunarak belirlenmesinden ibaret değildir; aynı zamanda sanatın yekpare bir olgu olmamasından da ileri gelir. Daha açık söylemek gerekirse, farklı araç ve prosedürlere sahip alanları (tiyatro, müzik, resim, vb.) kapsayan bir kavram olarak sanatın, nasıl tanımlandığı ve toplumsal işlevinin ne olduğu gibi konularda –sanat üreticileri açısından dahi– belirleyici bir yanıt üretebilmenin zorluğudur bu. Diğer yandan, sorun yalnızca günümüz sanatçılarıyla ilgili olmayıp, -modern sanatın kurumsallaşması itibariyle- iki yüz yıllık geçmişe dayanan bir sorundur ve özellikle son elli yılda sanatın ne olduğuna dair bir teamülden bahsetmek daha da güçleşmiştir. O halde geçmişte ele alınış̧ biçimlerine bakarak günümüzde sanatı ve özerkliği nasıl anlamlandırabiliriz? Sanatı özerklik üzerinden, kurum olma perspektifi dışında farklı bir siyasetle tahayyül edebilir miyiz? Sanatın özerkliğini bir tavır ya da talep olarak ortaya koyarken, sanatla iştigal etmeyi ya da sanatçı olmayı farklı toplumsal pratiklerden ve statülerden ayırt edici kılma iddiası hangi temele dayanmaktadır? Bu sorulardan da anlaşılabileceği gibi, tezin amacı, sanatın özerkliğinin savunulacak ya da karşı çıkılacak bir olgu olup olmadığını düşünürken, ‘sanat’ düşüncesini oluşturan tarihsel dinamikleri eleştirel bir şekilde anlamaya çalışmak ve özerkliği özdüşünümsel bir yaklaşımla irdelemektir. Dolayısıyla araştırma, daha ziyade sanatla ilgilenen ve sanat alanında çalışma yapan kişi ya da kurumlara yönelik olarak, yukarıda bahsedilen pratik meselelere dair düşünsel bir destek sağlama girişimi olarak görülebilir. Bu nedenle de, araştırma çerçevesini daraltmak adına, özerkliğe makro bir açıdan yaklaşılarak incelenebilecek, sanat kurumlarının yapısı ve isleyişi, hükümetlerin kültür politikaları gibi önemli konular tezin kapsamının dışında bırakılmıştır. Araştırmanın tarihsel kısmının coğrafi sınırları ise, Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’ni içine alacak şekilde çizilmiştir. Düşünsel izlek de, bu doğrultuda kaynağını klasik ve modern Batı sosyal ve beşeri bilimlerinden alacaktır.
Tezin iskeleti iki ana hat üzerine inşa edilmiştir. Bunlardan ilkini, herhangi bir dönemin sanatını merkeze almadan, Klasik Çağ’dan (MÖ 4. ve 5. yüzyıl) başlayarak sanat düşüncesinin[2] tarihsel sürecini özerklik bağlamında irdelemek teşkil ediyor. Burada, Klasik Çağ’dan günümüze, bir kategori olarak sanatın nasıl algılandığı ve üretim pratikleri arasında sanatın ayrı bir alan olarak görülüp görülmediği, görüldüğü yerde onu farklılaştıran unsurların belirlenmesi gibi bir yol izlenmektedir. Ayrıca sanat açısından konuya yaklaşılmakla birlikte, toplumsal arka plandaki dönüşümlerle sanat arasındaki etkileşim her iki yönden bakılarak irdelenmeye çalışılmaktadır.[3] İkinci hat ise, bu tarihselleştirmeyi temel alarak, sanatın özerk siyaseti üzerine Fransız felsefeci Jacques Rancière’in yazdığı Estetiğin Huzursuzluğu (2012) kitabının eleştirel bir okumasıyla bir tartışma açmayı hedefliyor.
Bu doğrultuda, çalışmanın ikinci bölümü, döneme özgü tanımlanış̧ biçimiyle sanatın anlamını ve toplumsal yaşantıdaki işlevi üzerine Klasik Çağ’dan Rönesans’a uzanan bir zaman diliminde sanatsal pratiklerini ana hatlarıyla ele alıyor. Üçüncü bölüm, on beşinci yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar olan zaman diliminde[4], sosyo-ekonomik ve siyasal dönüşümlerin üretim süreci üzerindeki etkisi ve bunun sanata yansıması (zanaat-sanat ilişkisi, sanatçının edinmeye başladığı özel statü, sanatın akademilerde kurumsallaşmaya başlaması, sergi ve salon kültürünün ortaya çıkmasıyla birlikte sanat kamuoyunun oluşması, vb.) farklı sanat alanlarındaki örnekler üzerinden irdeleniyor. Dördüncü bölüm, Güzel Sanatlar alanının oluşumunun düşünsel ve toplumsal nedenleri ve estetik kategorisinin sanata dâhil edilme süreçlerinin felsefi açıdan irdelenmesi üzerine kurulu. Bölümün sonunda, yeni sanat yaklaşımının sanatın alımlanışını nasıl değiştirdiği ve bunun toplumsal yaşantıyla nasıl bir koşutluk içinde olduğu analiz ediliyor. “Modernite: Özerk Sanat ve İtirazlar” başlıklı beşinci bölümde ilk olarak işbölümüne dayalı modern toplumda sanatın özerk işlevini saptayabilmek açısından müzeler ele alınıyor. Daha sonra sanatın özerkliğinin, bir yandan özerkliğin savunularak (estetizm) bir yandan da bu özerk statüye ve genel olarak sanata başkaldırarak (avangard) yürüdüğü son yüz elli yıllık dönemin sanatsal dinamikleri ortaya konulmaya çalışılıyor. Altıncı bölümde ise Rancière’in sanat ve siyaset üzerine geliştirdiği tezlerden hareketle, sanatın özerk statüsünün ve sanatsal araçlarının taşıdığı siyaset imkânları araştırılıyor.
Belirtildiği gibi, bu çalışma, dünyada ve Türkiye’de sanat ile ilgili süregiden özerklik tartışmalarından hareketle, sanatın kendi içinde nasıl bir siyaset imkânını barındırdığına yönelik bir sorgulama teşebbüsüdür. Sonuç bölümünde, bu konuda hangi olasılıkların bulunduğuna dair bazı çıkarımlar yapılması hedeflenmektedir. Ancak bu çıkarımları yaparken, bugün artık varlığı sorgulanır hale gelen sanat düşüncesinin kökenlerine ve oluşum süreçlerine özerklik penceresinden yeniden bakmanın önemli bir ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Güncel sorunlara karşı üretilecek somut öneri ve pratiklerin anlamlı bir yol açabilmesinin koşullarından biri de budur.*
Tezin Yazarı: Burak Üzümkesici
Danışman: Öğr. Gör. Dr. Aslıhan Erkmen Birkandan
Yer Bilgisi: İstanbul Teknik Üniversitesi/ Sosyal Bilimler Fakültesi/Sanat Tarihi Anabilim Dalı
Tezin Türü: Yüksek Lisans
Yılı: 2014
*Tezin giriş bölümden alınmıştır. Yazara teşekkür ederiz.
[1] “Özerk” terimi, Türkçede "öz" ve "erk" sözcüklerinden oluşan birleşik bir kelimedir. İngilizcesi autonomy olan kelimenin kökeni eski Yunancadaki auto ve nomos’dan gelir ve birlikte kullanıldığında kendi yasasını/kuralını kendi koyan anlamına gelir. Türkçedeki erk sözcüğü ise muhtemelen eski Yunancadaki arche’den geçmiştir. Kaynak, güç, iktidar gibi anlamları vardır.
[2] “Sanat düşüncesi” derken, burada yalnızca kavramın felsefi anlamının değil, aynı zamanda pratik boyutunun vurgulandığını belirtmek gerekir. Zira her ne kadar toplumsal pratiklerle şekillendiği gibi, bu pratikleri etkileyen ve somut nesneler ortaya koyan bir olgu olsa da, sanata sanat dememize neden olan şey neticede belli bir kavrayış̧ tarzıdır.
[3] Zira bu unsurların hiçbiri, tek başına bir dönüşümün müsebbibi olmamış̧ her daim birbirini beslemiş̧, tetiklemiş̧ ve dönüştürmüştür. Ayrıca, tezde “farklı bir aşamaya geçildiği” gibi bir ifadeye rastlandığında geride kalan aşamanın tamamen tarihten silinmediği, yalnızca yaygınlık niteliğini yitirdiği her zaman göz önünde tutulmalıdır.
[4] Bu zaman dilimi, modern anlamda sanatın özerklik koşullarının şekillendiği döneme tekabül etmektedir.