Sanatın tarihine genel bir bakış atacak olursak, yirminci yüzyıl başlarında sanatta köklü bir değişimin baş göstermiş olduğunu görebiliriz. Bu dönemle birlikte sanatta Rönesans’tan beri süregelen tüm gelenekçi anlayış yıkılmıştır. Bu durumun önemli sebeplerinden biri özellikle bilim alanında, hiç de azımsanmayacak sayıda olan yeni buluşlardır. Aynı zamanda, Avrupa’da arka arkaya çıkan iki savaşın sebep olduğu gergin atmosfer de, bu yıkım için gerekli zemini oluşturmuştur.
Yirminci yüzyılda, sanat alanındaki büyük yıkımı en iyi örnekleyen akımlardan biri Dada hareketi olmuştur. Dada hareketi, Berlin, Zürih, Paris, Prag, New York kafelerinde ve başka değişik toplantı salonlarında düzenlenen etkinliklerden doğmuştur. Bu performanslar çeşitli sapkınlık gösterilerini de içeren gösterilerdir ve toplum içindeki tabuları yıkmayı kendine amaç edinmiştir. Dada akımının temelinde bu yıkım isteği ve anarşi bulunur. 1916 yılında doğan ve 1920’lerin başında sona eren bir akım olan Dada geleneksel burjuva görüşlerini tersine çevirmeyi kendine amaç edinmiş, uluslar arası bir karşı-sanat hareketidir.
İlk kez Dada tarafından tohumları atılmış olan Sürrealizm ise, 1924 yılında André Breton’un Birinci Sürrealist Manifesto’yu kaleme almasıyla birlikte bir akım halini almıştır. Breton, bu manifestoda sürrealizm akımını ‘katıksız ruhsal otomatizm’ olarak tanımlamıştır. Dada’nın yıkıcı temelleri üzerine kurulmuş olan sürrealizm akımı, Dada’ya kıyasla daha az provokasyona yer verip, daha çok sistematik üretimin yolunu açmıştır. Dada gibi Sürrealizm de, sanatı yaşam pratiğinin içine dahil etme amacındadır.
Aslında hayal edilen şey devrimle eşdeğerdir. Hem Dada hem de sürrealizm, ulusal duyarlıktan tiksinmişlerdir. Bir tür evrensellik düşüncesiyle hareket etmişlerdir. Sonraları sürrealizm sahiden de, uluslararası düzeyde geniş bir yayılım göstermiştir. Bilinçaltının dizginsiz işleyişinden ilham alan üretimlerin peşinden koşmuş olan sürrealizm, psikanaliz ve Freud’un düşüncelerinden oldukça etkilenmiştir. Sürrealistler için düşlerin yadsınamaz bir önemi vardır.
Çoğunlukla sanat, edebiyat, sinema, felsefe ve politik alanda ürünler veren akım, zihni özgürleştirme yöntemlerini kendine amaç edinerek bu üretimlerini gerçekleştirmiştir. Gerçekliğe ait herhangi bir kuramı kendine çıkış noktası olarak almamış, şiirselliği temel edinmiştir. Şiirsel etkinliğin büyülü yolunu tercih etmiştir. Ünlü yazar Octavio Paz’a göre, sürrealizm (bir öbek ya da tarikat oluşmasına karşılık) ne bir okul, (en önemli boyutlarından biri esinlenmenin kurtarıcı gücünün şiirsel nitelik taşıması olsa da) ne de bir şiir sanatı olduğundan, bir din ya da siyasi parti olmadığından yapıtlarının önemiyle sınırlı değildir. Paz’a göre (1954) sürrealizm tamamen tinsel bir tutumdur. Hatta belki de en eski ve en dayanıklı, en güçlü ve en gizli tinsel tutumdur.
Sürrealizmin yaygın kuramı, Breton’un makalelerinde ve bildirilerinde şekillenmiştir. 1924 yılında yazmış olduğu manifestoyla akımı resmen kurmuş olan Breton, bu önemli manifestoyla, akımın temel ilkelerini ve yönelimlerini belirlemiştir. Sürrealizmin ilerleyen yıllarında politik bir kimlik kazanması ve bu tür bir yola sapmasında yine Breton’un büyük payı mevcuttur. Sürrealizmin politik temellerinin atılmasıyla devrim düşüncesi, sürrealizmin felsefesiyle daha çok bir arada düşünülebilir hale gelmiştir. Breton, Sürrealizmin temellerinin çok daha eskilere dayandığını savunmuştur. Bunu örneklendirmek için de, yazınsal alanda özellikle Rimbaud, Baudelaire, Lautréamont gibi şairlerin yapıtlarını örnek göstermiştir. Sanat alanında ise, kübistler, ekspresyonistler, Wassily Kandinsky, Hieronymus Bosch, Pieter Brueghel gibi ressamlar ve özellikle primitif ya da naif sanat, Breton için çıkış noktaları olmuştur.
Günümüzde sürrealizm akımı, çoğunlukla Magritte, Dali gibi ismi çok duyulmuş olan ressamlarla ilişkilendirilmektedir. Aslında sürrealizm ilk olarak edebi bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Akım içinde, şairlerin dile uyguladığı ruhsal otomatizmi 1920li yıllardan başlayarak uygulamayı amaç edinmiş ressamlar mevcuttur fakat başlarda ressamların sayısı, yazarlara kıyasla daha azdır. Zaman içinde bu ressamların sayısı artmış hem de grup içindeki konumları daha önemli bir yere gelmiştir. 1925 yılında, Paris’te Galerie Pierre’de düzenlenmiş olan ilk sürrealist sergi, La Peinture Surréaliste akımın görsel sanatlarla olan bağlantısını kanıtlaması açısından önemli bir işleve sahip olmuştur.
Breton, sürrealist resmin en başından beri savunuculuğunu yapmış, tıpkı kelimeler aracılığıyla yaratılan şiirsellik gibi, imgelerin tuvale yansımasında da ya da başka türde bir sanat eserinin yaratımında da şiirselliğin ağır basabileceğini göstermiştir. Yazmış olduğu Birinci Sürrealist Manifesto’da, sürreal imgelerin kuvvetine sonuna kadar inandığından söz etmiştir. 1926 yılında yazmış olduğu, Le Surréalisme et la peinture/Surrealism and Painting kitabı ise, hem sürrealist sanat hakkındaki görüşlerini ortaya serer niteliktedir, hem de sanat tarihi açısından önemli metinleri içinde barındıran bir kitaptır. Bu tezin son bölümünde incelenen, ‘André Breton ve Sürrealist Resim İlişkisi’ konusu için de önemli bir kaynak oluşturmuş olan bu kitap, sürrealist sanata en başından beri inanan ve onu yüceltmeye çalışan Breton’un, bu konuyla ilgili yazmış olduğu birçok makale ve inceleme yazısını içinde barındırmaktadır. Sanatla ilgili yazmış olduğu yazıların yanı sıra önemli bir koleksiyoner olan Breton, gerçek bir sanatseverdir. Hayatı boyunca birçok ressamla yakın ilişkiler kurmuş olan Breton, sürrealist resmin gelişmesi adına, oldukça önemli adımlar atmıştır.
Bu tezde, ilk bölümde Sürrealizm akımının kuruluşu ve gelişim süreci incelenmiştir. Yine ilk bölüm içinde sürrealist sanat hakkında bilgi verilmiş, bu alanda ürünler vermiş çeşitli sanatçıların çalışmalarına yer verilmiştir. İkinci bölümde ise, Breton’un hayatı, sürrealizm akımının hayatındaki yeri göz önünde bulundurularak incelenmiştir. Son bölümde, Breton’un yazmış olduğu yazılar aracılığıyla, Sürrealist resimle olan ilişkisinden bahsedilmiştir. Breton’un bir sanatsever, bir kuramcı, bir koleksiyoner olarak portresinin çizilmesi amaç edinilmiştir.[1]
Tezin yazarı: Ayşe Güngör
Danışman: Prof. Dr. Nedret Öztokat
Yer Bilgisi: Işık Üniversitesi - Sosyal Bilimler Enstitüsü
Türü: Yüksek Lisans
Yılı: 2011
Sayfa sayısı: 99
[1] Tezin önsözünden alınmıştır.