Uygarlık tarihi, bedeni, iktidar pratiklerinin merkezine yerleştirmiştir. Düzenin oluşturulmasında bedenin kendini ifade etme şekilleri iktidarın üzerinde en çok oynadığı alandır. Bireyin cinselliği, üzerinde tasarlanabilir bir olgu, cinsiyeti ise biyolojik ayrımının ötesinde sosyal farklılık olarak ifade bulmuştur.
Ataerkil ailenin sembolik örüntülerinin ilk görüldüğü Antik Yunan kültüründe cinsiyet olgusu toplum yapısının temel hareket noktasıydı. Tüm yasaklar ve teşvikler bu çerçevenin içinde yer alırdı. Ortaçağa gelindiğinde ise Antik Yunan kültüründen köklerini alan erdemli bedenler cinsiyetsiz, cisimsiz ruhani bedenlere dönüşmüşlerdi. Dünyevi tutkularından tamamıyla soyutlanmış Ortaçağ bedeni, din çerçevesinde baskı altına alınıyor ve hayattaki tüm erdemlerini öteki dünyada huzurlu olabilmek için kullanıyordu. Tanrının gözünde tüm bedenlerin eşit olduğu söylemiyle aslında beden dış görünüşüne verilen önem azalıyordu.
Ancak Rönesans ile bedene geri dönüldü, azizler, tanrıçalar dünyevi zevkler içinde tasvir edildi. Beden yeniden sahneye çıktı, güzelden de güzel olarak sergilendi. Bu, bedenin seyirlik olma durumuydu. Çünkü tarihte cinsellik ister belirli sınırlarda özgürce ifade bulsun, ister bastırılsın, daima ele alınan bedenin hazzı değil, bedenin görüntüsüydü. Bu da bedeni, kendisini karşısındakinin arzusuna hazırlayan bir imge olarak konumlandırıyordu. Ancak Modern çağ bu anlayışları yıktı, hazzı baş tacı yaptı. Bedenin görünümlerini çeşitledi, parçaladı, alt üst etti. Tüm tanımları kabul etti, tüm görünümleri yadsıdı. Bu, cinsellik adına büyük bir devrimdi. Ancak bu devrim, söyleminin aksine sadece cinsel göstergelerin farksız bir dolaşım halinde özerkleşmesini sağladı. Kadını da, erkeği de, çocuğu da özgürleştirdi ve dev bir sektör oluşturdu. Her şey o kadar özgürleşti ki tüm söylemler aynılaşarak sıradanlaştı. Bu bir iktidar stratejisi idi. Cinselliği mikro düzeyde bastırıp, makro düzeyde meşrulaştıracaktı. Dolayısıyla bedenin cinselliği daima tasarlanabilir bir olgu olarak özetleniyordu.
Ve sanat da bedenin bu dönüşümüne kayıtsız kalamazdı. İster Antik Yunan toplumunda mitoloji aracılığı ile bedenlere nasıl olmaları gerektiğini öğütlesin, ister Orta çağda kurduğu baskıyla cinsiyetsiz bedenler yaratsın, isterse de Modern çağın getirdiği devrimlerle yeni bir sanat anlayışı oluştursun, merkeze bedeni yerleştirmiş ve kendi dilinin araçlarıyla bedenin çeşitli görünümlerini oluşturmuştur.[1]
Tezin yazarı: Sesil Beatris Kalaycıyan
Danışman: Doç. Fatma Akyürek
Yer Bilgisi: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi - Sosyal Bilimler Enstitüsü - Heykel Anasanat Dalı
Türü: Yüksek Lisans
Yılı: 2009
Sayfa Sayısı: 166
[1] Bu metin, tezin Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi’nde yayınlanan özetinden alınmıştır.