Sanatta Tahrip Sempozyumu (STS) 1966 Eylül ayında Londra’da düzenlendi. Sempozyuma on sekiz kadar ülkeyi temsil eden 100 civarında sanatçı ve şair katıldı. Katılımcılar ya fotoğraflar, belgeler, orjinal işler, teorik metinler gönderdiler ya da sanatlarını icra etmek üzere bizzat Londra’ya gittiler. Başka başka ulusları, etnisiteleri ve cinsiyetleri temsil etselerse de, politik, psikolojik ve toplumsal şiddete karşı tahrip sanatının kullanılmasında birleşiyor; tahrip olayını hayatın bir ilkesi olarak ele alıyor ve tahrip ile yaratıcılık arasındaki karşılıklı ilişkilerde saklı olan süreçleri ve yapıları irdeliyorlardı. Tahrip eylemlerini, aynı zamanda, egemen estetik formları eleştirmek, sanatın ve şiirin politik dilini genişletmek, ve bir politik güç olarak sanatçının kültüre doğrudan müdahalesinin gereğini vurgulamak için kışkırtıcı bir strateji olarak kullanıyorlardı. Birçok STS sanatçısının happening’lere ve Fluxus, Viyana aksiyonizmi [Wiener Aktionismus], somut şiir gibi hareketlere önderlik etmesi kayda değerdir.
Sanatı ve sanatçıları toplumsal ve politik hayatı şekillendiren bir kültürel güç olarak gören STS sanatçıları; sanatın, yeni bilgilerin, algıların ve bakışların oluşma süreçlerinin merkezinde olduğunu vurguladılar. Kullandıkları teknikler şunları kapsıyordu: patlatma, yakma, parçalama ve kesme gibi yollarla yıkmak ve imha etmek; rüzgâr, ateş, yağmur ve yerçekimi gibi doğal hadiselere müdahele ederek tahribat; ses, görsel temsil ve performans yoluyla art-zamanlı anlatının tahrip edilmesi; duygusal bakımdan şiddetli ve kavramsal açıdan iddialı psikofiziksel sitüasyonlar yaratarak, psikoseksüel konvansiyonların ve toplumsal baskıların tahribi. Tahrip olayının, yıkıcılığın baştan çıkarıcı gücüne kucak açan STS sanatçıları, antik döneme özgü, putperestlik ve putkırıcılık ile şehvet arasındaki karşılıklı bağı kavrıyorlardı. Kendileri de, suretleri ve simgeyi, arzuyu ve korkuyu hem yüceltiyor hem yerden yere vuruyorlardı.
STS’ye katılanların toplu fotoğrafı, Battersea Park, London Free School, 1966
STS toplumsal bir davası olan, sanatçıların inisiyatifindeki, onların denetlediği ve tanımladığı çokuluslu bir hareketti. STS’nin muazzam canlılığı ve esnekliği; akademik, ticari ya da kurumsal hiçbir karaktere sahip olmamasını yansıtır. STS tarihsel bir “-izm” değildir. Sanat yayınlarında geniş yer bulmasına ve ilerde de etkinliğini korumasına rağmen, STS sanatçıları bundan sonra hiçbir zaman bir grup olarak biraraya gelmedi. Ne var ki, STS, her zaman bir karşı-kültür (counter-culture) hareketi olarak kamu nezdindeki izlenimini ve üyeleri arasındaki dayanışmayı korudu. Ayrıca yeraltı hareketleri ve 1960’ların altkültürleriyle aynı çevreleri paylaştılar. STS’yi düzenleyen Gustav Metzger’in Hollandalı anarşist PROVO [provokatör kelimesinden türetilmiştir] grubuna gönderdiği davet STS ile Avrupa’nın radikal hareketleri arasında bağ kurdu. Amsterdam’daki şiddet dolu ayaklanmalarından bir hafta sonra, iki PROVO üyesi STS’nin basın toplantısına katılmak üzere Londra’ya gitti. Bunlardan 25 yaşında bir sanatçı ve şair olan De Vries, aslında Hitler’e hizmet etmiş bir Alman olan Hollanda prensesinin düğününü protesto ederek sis bombası atmasından sonra 1966’da Amsterdam Belediye Meclis’ine seçilmişti. PROVO, Sitüasyonist Enternasyonal ve devrimci yazar Alexander Trocchi’nin kurduğu Sigma gibi anarşist gruplarla bağlantılıydı.
Sonunda, tahrip nesnelerinin, performansların ve mekâna özel enstalasyonların gelip geçici doğasını paylaşan STS göz önünden kayboldu. Aynı zamanlarda da, temelinin atılmasında büyük katkısı olan 1968 ayaklanmaları, STS’nin önüne geçti. Her şeyden önce, STS, Gustav Metzger’in sanat tarihine bir katkısıdır. STS’nin mimarı olarak Metzger’in kendi kendini tahrip eden ve kendi kendini yaratan sanat teorileri her kademede STS’yi etkilemiştir. Tahrip üzerine uzak görüşlü deneyimleri ve düşünceleri, insanlığın yüz yüze olduğu en baskın meselenin sorgulanmasını gerektirmiştir. Tahrip konusundaki yoğun ilgisi ve dünyadan birçok sanatçıyı bu konu çevresinde örgütlemesi, STS’yi, Alman Zero grubundan (1958-1961), Lebel’in Özgür İfade Festivalleri’nden (1964-1967) ve 1962’den bu yana süren Fluxus Festivalleri’nden çarpıcı bir şekilde farklılaştırmıştır.
Sanatta Tahrip Sempozyumu
Sempozyumun açılış konuşmasında Metzger şunları söyledi: “Uygarlığın silinmesi ihtimali karşısında, insanlardaki saldırganlık ve savaşların psikolojik, biyolojik ve ekonomik tepileri üzerinde çalışmak yüz yüze olduğumuz en acil meseledir. STS’nin niyeti, yeni sanat deneylerindeki tahrip öğesinin toplumdaki yıkıcılıkla bağlarını keşfetmektir.”[1] Metzger’in tatışılacağını belirttiği başlıklar şunları da içermektedir: “SANAT: Mimarlık, sinema, happening’ler, dil, müzik, plastik sanatlar, tiyatro. TOPLUM: Hava kirliliği, yaratıcı vandalizm, protesto hadisesinde yıkıcılık, popüler medya, tükenme/körelme, kentsel nüfusun şişmesi, savaş. BİLİM: Biyoloji, ekonomi, tıp, fizik, psikoloji, sosyoloji ve uzay araştırmaları.”[2]
Sonraki üç gün içinde sempozyuma gönderilen birçok bildiri okundu. Bunlardan ilki, Alfred Barr, Peter Selz, Dore Ashton, Richard Huelsenbeck ve Marcel Duchamp’ın, bir makinenin kendi kendini tahrip ettiği, Jean Tinguely’nin New York’a Saygı (1960) enstalasyonu üzerine yazılarından, New York Modern Sanat Müzesi’nin yaptığı derlemeydi. Arkasından Sitüasyonist Enternasyonal’in “kendi kendini tahrip eden sanat”ın sonunu ilan ettiği mektubu okundu. George Maciunas bir yandan Fluxus’un tahriple ilgisi olmadığını açıklıyor, ama diğer yandan da ABD Bütün Soykırım Rakamlarını Aştı başlıklı bir bildiri sunuyordu. Daha sonra Çekoslovakya, Arjantin ve Fransa’dan sanatçılarla şairlerin bildiri ve manifestoları okundu. Alman sanatçı Werner Schreib, Peter Gorsen’in modern sanatta cinsellik konusundaki eserinden bölümler okuduktan sonra, ateş, duman ve patlayıcılarla yaptığı resimlerini anlattı. En çarpıcı olan, Arjantinli sanatçı Kenneth Kemble’in gönderdiği, 1961’de Buenos Aires’te kurduğu Arte Destructivo grubuyla ilgili belgelerdi. Kemble metin ve fotoğraflara bir de “Müziğin ve Şiirin Tahribiyle İlgili Düşünceler” başlıklı kasetini eklemişti. Kaset; Picasso, Goethe, Aldous Huxley, Aristoteles gibi sanatçı, edebiyatçı ve filozoflardan yapılan okumaların, şiirle, ses-metinleriyle ve gürültüyle üst üste bindirildiği 28 kompozisyonu içeriyordu. Amaç: “semantik patlama, imla, hecelerin rastgele dönüştürülmesi ve sesin çözüştürülmesi yollarıyla, takibe dayalı, lineer anlamın tahribi”ydi.[3]
Jean Tinguely, New York’a Saygı
Sempozyumun panellerinden biri tamamıyla Viyanalı sanatçılara ayrılmıştı. Viyanalı sanatçılar kendi deneylerini paylaşarak, tahrip sanatının bir toplumsal eleştiri aracı olarak geliştirilmesinde yalnız olmadıklarını gördüler. Bu arada Günter Brus, şişirdiği kese kâğıdını kafasıyla patlatarak, kafasını yardı. Amacı, Fluxus kurucusu Nam June Paik’in 1962’deki ünlü performansında bir kemanı masaya vurarak parçalarken bedenini tehlikeye atmadığını göstermekti. Yani bir eleştiriydi. Bütün bu bildiriler ve tartışmalar, sanatçıların felsefelerini ve estetiklerini eleştirel enerjileriyle yoğurdukları yıllar süren çabaların sonucuydu. Düşünceleri ne kadar çelişkili ve çapraşık olursa olsun; sanatları kimilerine ne kadar ham ve kaba görünürse görünsün; ifadeleri ne kadar yabancı, itici kabul edilirse edilsin, STS sanatçıları da deneyimlerini geliştirmek konusunda bir o kadar ciddi ve kararlıydılar. Alan Kaprow, Joseph Beuys, Claes Oldenburg gibi sanatçılar ise STS’yi “aşırı” buluyorlardı.
Günter Brus
STS sırasında tarihsel önemi olan daha birçok performans sergilendi. Özellikle de büyük finalin gerçekleştiği 30 Eylül’de, Mercury Tiyatrosu’nda… Bu performanslardan biri Flanagan’ın kumdan heykeliydi. Flanagan daha yeni, ünlü sanat tarihçisi ve eleştirmeni Clement Greenberg’ün kitabını çiğneyip yemiş, bunun üzerine hocalık görevlerinden atılmıştı. Ne var ki bu “iş” daha sonra New York Modern Sanat Müzesi koleksiyonuna katıldı. STS finali için Flanagan tiyatronun ana girişine kumdan bir heykel yapmış, topraktan yaptığı bir eserini de bunun ortasına koymuştu. Dolayısıyla STS izleyicileri tiyatroya girerken hem kumdan heykeli hem de Flanagan’ın topraktan eserini tahrip edip parçalamışlardı. Diğer bir İngiliz sanatçısı Mark Boyle da, bir ay boyunca düzenlenen etkinliklerden çektiği diaları, projeksiyon cihazının içinde bekleterek yakmıştı. Etrafı yanık film kokularının sardığı Projeksiyon performansı, bir vudu kurban törenini hatırlatıyordu. Kurban bizzat STS idi.
Sanatta Tahrip Sempozyumu’na Tepkiler
STS çabuk unutuldu. Ancak 1980’lerden sonra yoğun olarak araştırılmaya başladı ve sonunda sanat tarihinde hak ettiği yeri kazandı. Uzun zaman kaydedilmese de, 1960’larda yükselen minimalizme ve kavramsal sanata tahrip sanatı öncülük etmiştir. Yapısöküm filozofları 1970’lerde, 1980’lerde Aydınlanma ‘yapılarını’ ve hümanist epistemolojileri ‘sökerken’, sanatçılar 1950’lerin sonundan itibaren tahrip olayının psikolojik, fizyolojik, toplumsal ve politik yönleriyle yüzleşiyorlardı. STS sanatçıları, sanatsal yaratıcılık konusundaki kabulleri ‘sökerken’, 1960’ların felsefesi yapısökümü (deconstruction) doğuran kavramsal ve toplumsal oluşumları pekiştirmişlerdir. Bunu Derrida’nın 1967’de De la grammatologie kitabını yayınlaması izlemiştir. Bu temel kaynak, STS’den bir yıl sonra; STS sanatçı ve şairlerinin kültürü, dini, felsefeyi, toplumu ve politikayı tahrip yoluyla incelemeye başlamalarından neredeyse on yıl sonra ortaya çıkmıştır. İlkin STS sanatçıları, çağdaş hayatın psikolojik ve toplumsal ihtiyaçlarıyla yüzleşmek amacıyla, nesnel formların duyusallığını ‘sökerek’, formel estetiğin barındırdığı baştan çıkarıcı amnezi ve travmatik unutkanlık öğelerini açığa çıkarmışlardır. Minimalist sanat bu ihtiyaçlarla hiç ilgilenmemiştir. Gerçi kavramsal sanat konvansiyonel sanat kurumlarının somut ve sistemli olarak çözüştürülmesini başarmıştır. Ne var ki, bu olayın habercisi de tahrip sanatıdır. STS, konvansiyonel temsil formlarını imha ederek ve dili parçalayarak, Lautréamont, Nietzsche, Jarry, Dada, Artaud, sürrealizm ve Bataille’ın hümanist tasavvuru reddetmelerini yankılamıştır.
Sonuç, STS Afekti
STS bir afekt (duygulanım) ağı oluşturuyor. Duygulanım yoluyla etkilenen pek çok sanatçı tahrip performansları icra etmeye başlıyor ve tahrip estetiğine dayalı bir sürü girişim peyda oluyor. 1990’lara gelindiğinde, artık “tahrip” ve onun türevleri olan “şiddet”, “zillet” gibi kavramlar estetik kuramında ve sanat tarihlerinde yerini alıyor. Totalitarizm ve kapitalizmi eleştirmek üzere Metzger’in geliştirdiği tahrip eylemleri 1970’ler ve 1980’lerde, Metzger’den haberi bile olmayan birçok sanatçı tarafından benimseniyor. Örneğin 1978’de San Francisco’da kurulan Survival Research Laboratories (SRL) ve 1980’de Yugoslavya’da kurulan Neue Slowenische Kunst (NSK). SRL daha ziyade robotlarla gerçekleştirdiği savaş ve şiddet poarodileri düzenliyor. Örneğin, “kişiliği olan manyak makineler” imal ediyor, kan fışkırtan dinamit infilakları düzenliyor; ölü hayvanlar, hamburger gibi kızaran insanlar yapıyor; yöneticilerin acımacısızca alay ve eziyet edildiği dev tablolar üretiyor. Böylece kan, ter, ateş ve zehirli gazların fışkırdığı cehenneme özgü bir karnavalı canlandırıyor.
Mark Pauline (SRL), Robot Savaşları
STS afekti, popüler sanat ortamlarına da sirayet ediyor. İspanyol Le Fura Dels Baus, kalabalıkların doluştuğu tahrip gösterileri düzenliyor. Müzik aletlerinin parçalanması, riyakâr sosyal ve ahlaki davranışların ve değerlerin yıkılmasının metaforu oluyor. The Who grubundan Pete Townshend gitarını parçalıyor. Jimi Hendrix, John Lennon ve Yoko Ono gibi savaş karşıtı rockçular tahrip sanatçılarıyla işbirliği yapıyor. Ancak bütün bunların yanında STS afektinin en kalıcı ve derin etkisi Viyana Aksiyonizmi hareketinin tanınmasıdır. Bu Viyanalı sanatçılar, performans sanatında kendini şiddet yoluyla ifade etmeye dayalı bir tür geliştirdiler. Batı’nın yıkıcı kültürünün psişik varlığımız üzerindeki travmasını teşhir edebilmek için, eziyetin ve acının daha da feci hissedildiği bir şiddet estetiği yarattılar. Örneğin, bu estetiğin temsilcilerinden Brus, 1968 yazındaki bir performansında, soyunarak önce jiletle sırtını ve baldırını kesti, arkasından sahneye işedi ve dışkıladı; idrarını içip dışkısını vücuduna sürdü; sonra da Avusturya millî marşını söyleyerek mastürbasyon yaptı.
Pete Townsend (The Who), 1967
STS’nin düzenlenmesinden on ay sonra bir grup psikiyatrist tarafından Dialectics of Liberation Congress kuruldu. Bu psikiyatristlerden Joseph Berke, STS sempozyumuna “Kendi Kendini Tahrip Eden Sanat Olarak İnsan” (Man as a Self-Destroying Art) başlıklı bir bildiri sunmuştu. Özgürlüğün Diyalektiği Kongresi, sosyolog, politikacı gibi aydınların ve devrimcilerin de tahrip sanatıyla ilgilenmeye başlamasında etkili oldu. STS afektinin başka örnekleri arasında, Londra’da kurulup, başta New York olmak üzere başka merkezlere de yayılan Guerilla Art Action Group ve Artist Placement Group da sayılabilir.
STS sanatçıları “İkinci Dünya Savaşı’nın ötesine geçen ilk kuşaktı. Kim olduklarını bilmeleri gerekiyordu; kendileri için bir ethos, gelecek nesiller içinse bir anlam, bir bağ yaratmalıydılar.”[4]
Kristine Stiles, “The Story of the Destruction in Art Symposium and the ‘DIAS Affect’ (2005)”, Destruction içinde, ed. Sven Spieker (Cambridge, MIT Press, 2017) s. 105-127. Özetleyerek çeviren: Emine Kenan.
[1] Gustav Metzger, Studio International, no. 174 (Aralık 1966), s. 238.
[3] Kenneth Kemble, yayınlanmamış görüşme, 9 Eylül 1982, Viyana.
[4] Barbara Gladstone ile görüşme, 4 Mayıs 1984.