Gerçeküstücülükten ilk söz edenlerden biri Mehmet Behçet Yazar. Yazar'ın Genç Şairlerimiz ve Eserleri (1936) adlı yapıtında Dada ve sürrealizm akımlarına değinilmiş, belirli bir tanımlama yapılmış ve Türk şiirinde o güne göre bu akımlara yaklaşmış şairlerden söz edilmiş, örnekler de verilmiş.
Tahir Olgun da 1936'da yayımladığı Edebiyat Lügati’nde “sürrealizm” maddesinde Mehmet Behçet Yazar'a gönderme yapmış, sonra da onun o konuda bütün dediklerini alıntılamış:
Sürrealizm Avrupa'da yeni ve edebi bir meslek imiş. Bay Behçet Yazar’ın Genç Şairler ve Eserleri isimli kitabında deniliyor ki “Dadaizmin müfrit bir cereyanı olduğu tahmin edilen surrealisme de san'atkârın iradesini şiirden nez ederek kendisini tesadüfün cereyanına sevk eden bir yoldur. Kendimizi sevk-i tabiimize bırakmak suretiyle inconcient âlemle temasımızı muhafaza edebileceğimize kani olan bu cereyanın da diğerleri gibi Avrupa edebiyatında müteaddit yolcuları vardır. Surrealisme cereyanını 1868'de yarı deli bir halde bulunan Lautreamont adlı bir gence irca ederler...
Ercümend Behzat'ın şu parçası bunun modeli imiş:
Ressam, marangoz
İşçi, elektrik, toz
Duman:
Harman.
Sök ve tak, atla koş!
Emir alan, emir veren...
Çakan, kuran, deviren
Dur yakma... Yak! pat!
Bir tabanca mı? Hayır, bin vatlık iri
Ampullerden biri
Yerde tuz
Buz!
Ercüment Behzat Lav
Tahir Olgun'un "Lügat"ında Dadaizm maddesi de sözcüğü sözcüğüne Yazar'ın kitabından alınmıştır: "Dadaizm, çocukların kekelemesini, dadısını model tutarak ve hisse dayanıp fikri ve hafızayı inkâr ve ifadenin en son karışık şeklini isdihdaf ederek abes'in, manasızın zaferini alkışlayan bir yoldur. Bay Mümtaz Zeki'nin şu parçası dadaizmin bir modeli imiş:
Hayti Adaları
Bir istiridye bizim ada
dada
dada
dada
Benim istiridye adamın incisidir
dadam
dadam
Dadam derken çıldıracak adam..!
Mehmet Behçet Yazar'ın ve Tahir Olgun'un kitapları gerçeküstücülüğün çok yeni bir olgu sayılmasa bile gücünü ve etkilerini yitirmediği bir dönemde yayınlanmış. O tarihte Londra'da Uluslararası Gerçeküstücü Sergisi açılıyor. Breton'la Éluard arasında daha bir kopuşma yok. Ama bazı edebiyat tarihçilerinin günümüzde de gerçeküstücülüğü Mehmet Behçet Yazar'ın 1936'daki sözlerini olduğu gibi aktararak tanımlama yoluna gittiklerini söylersek, ülkemizde bu konudaki yabancılığı ya da duyarsızlığı anlatmış oluruz. Sözgelimi, açalım İnkılap Kitabevi'nin yayınlarını...
Gerçeküstücülük Antolojisi yayınlandığı yıl, Garip kuşağı 50, İkinci Yeni kuşağı 35 yaşı dönmüş bulunuyordu.
Türk edebiyatında Dada ve gerçeküstücülükle ilişkiler yönünden ileriki yıllarda da yukarda anılan iki şair üzerinde özellikle durulmuştur. Behçet Necatigil Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nde Lav'ın "Gerçeküstücülük, fütürizm, kübizm" gibi şiir akımlarını denedikten sonra hümanist bir görüşe bağlandığını söyler. "Kübizm de nerden çıktı?" diye düşündürür bizi. Şükran Kurdakul Şairler ve Yazarlar Sözlüğü'nde Doğan Hızlan'ın aynı yöndeki yargısını paylaşır; Memet Fuat ve Atilla Özkırımlı da Lav'ın şiiri için aşağı yukarı aynı sözleri söylerler. Memet Fuat, Lav'ın gerçeküstücü yanını serbest veznin bir kolu olarak da değerlendirir.
Aynı yazarlar Mümtaz Zeki Taşkın' ın dadacılığı ya da Dada'ya öykünmesi konusunda da birleşmiş gibidirler.
Bence fütürizm bir yerde Dada ile birleşebilir, bazı yanlarıyla üst üste gelebilir belki; Dada'ya fütürizmin bir noktada negatifi olarak bakılabileceğini söyleyenler de çıkmış; ama aynı şair hem fütürist, hem gerçeküstücü olamaz. Fütürizm, sistemin tersini oluşturarak var olmak ister; yani kendisi de bir sistemdir. Gerçeküstücülük ise doğrudan sisteme karşı bir akım. Çok büyük, temel bir ayrım var aralarında. Lav, o döneminde birçok bakımdan belirememiş, şiirsel ve düşünsel seçme'ye adım atamamış bir sanatçı; her şey serpinti, her şey izlenim halinde onda; yine de bir taçyaprak, ama çiçektozunu bilmiyor, gelmesini de isteme olanağı yok. Bu yüzden çeşitli akımların etkisini, çelişik de olsa, taşımıştır. Yanlış anlaşılmış bir gerçeklik duygusuyla çalışan ressamlar vardır; bu çalışmaları onları olduklarından başka türlü gösterir. Lav'ın şiiri de öyle. Sesi fazlaca öne alma kaygısıyla dize aralarında sıralanan rastlantı dizileri, salt fonetik nitelikteki bu şairde sanki-sürrealist, sanki-fütürist bir yan bulunduğu izlemini uyandırmıştır. Fütürizmde de, gerçeküstücülükte de aile, yurt, din gerçeklerine ve klasik idealizm kavramına karşı bir tavır vardır. Lav ise, özellikle o evresinde, sadece bir ses olarak kalmıştır; gürültü olarak ses... Ortamı, hava koşulu, dil eti, şiirsel ve ekinsel bir mirası yok.
Nazım'ın gerçekleştirdiği şiir, evrenselliğin yanı sıra Türkçe’nin, Anadolu kültürünün içinde de devinen bir şiirdir. Lav'ın Nazım'ı andırışı serbest vezne geçişin ilk tutukluğu ile açıklanabilir. Nazım o evreyi hemen aştı, en lepiska şiiri de o yazdı. Lav ise sonuna dek öyle kaldı. Kekemeliği ile gerçeküstücü, tutukluğu ile fütürist ve ilk günlerindeki bir Nazım gibi görüldü.
Mümtaz Zeki Taşkın'da ise Dada'nın gümbürtüsünü hiç bulamayız. Mehmet Behçet Yazar'ın örnek gösterdiği ve içinde "Dada" sözcüğü geçen, ama, kafiye hatırı için hemeninden "ada" sözcüğüne bağlanan, şiirsel varoluşu da bundan ibaret kalan parçayı ele alalım. Mümtaz Zeki Taşkın'ın durumu da gösteriyor ki Türk şiirinde doğrudan bir Dada etkisi olmamış. Dadacı olduğunu söyleyen tek Türk şairi için yıllarca önce Günübirlik'te şöyle demişim: "Ona dadacı diyebilir miyiz? Mümtaz Zeki Taşkın'ın yapıtında özgün görünme çabası o yapıtı uyumsuzluklardan tat devşirmeye götürür. Ama bu yalnız kuruluş ve biçim yönündendir. Bir 'her şeyi yıkma' merakı yoktur Taşkın'da. Uygarlığa, edebiyata, düşünceye karşı açılmış bir yaylım ateş hiç yoktur. Mümtaz Zeki Taşkın kuralsızı değil de, bazı kural dışılıkları (o da şiirin yalnız fizik yapısında) denemek istemiştir. Nitekim bu şair, dadacı olduğunu söylediği deneylerden hemen sonra en ussal, daha doğrusu en didaktik bir şiire, çocuk şiirleri yazma sürecine girecektir."
Dada'dan didaktizme geçilemez. Gerçeküstücülükten toplumculuğa geçmeyle karşılaştırmayalım bunu.
Aynı yazıdan:
Ekim 1937'de Varlık dergisinde Orhan Veli ile Oktay Rifat'ın yayınladıkları "Sürrealist Oyunlardan Diyalog" adlı ortak parçadan, Garipçilerin çıkışlarında gerçeküstücü, biraz da dadacı esinlerle yüklü oldukları görülüyor. Aragon'un Le Mouvement Perpetuel (Sürekli Devinim) adlı kitabındaki "Une Fois Pour Toute" parçasıyla hemen hemen aynı demeyeceksek, koşut sözcüğüyle açıklayabileceğimiz o yazıda görmezden gelinemeyen bir şey daha var: kimi sorular ve karşılıkları gerçekdışı, kimileri de düşünceye bağlı. Garipçiler bu iki öğeden ussal olanı seçmişlerdir."
Şöyle de demişlerdir Garipçiler: "Sürrealizmle burada bahsettiğim(iz) iştiraklar haricinde hiçbir alakamız olmadığı gibi herhangi bir edebi mekteple de bağlılığımız mevcut değildir."
1940'larda palazlanmaya başlayan ve kısa sürede toplumcu yergi planına kayan Garip kuşağının gerçeküstücülükten kaçınması biraz da, Batı’da, özellikle Fransa'da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği'nde temeli atılan sosyalist gerçekçiliğin ağırlık kazanmasından kaynaklanmıştır. Sosyalist gerçekçiliğin etkileri de Fransa'daki direniş olgusunda yer almış eski gerçeküstücü şairler ve sanatçılar kanalıyla olmuştur: Aragon, Éluard... Bu da Garipçilerin gerçeküstücülüğe alttan da olsa bir sevgileri olduğunu gösterir. Savaş sonunda gerçeküstücülük gücünü büyük ölçüde yitirdi. Liberasyon değerleri direniş terimlerinden toplumcu terimlere geçti. Yaprak dergisi bu geçişin Türkçe içinde el yordamıyla aranışların, o arada bir kararsızlığın öyküsü olarak da anılmahdır. Türk şairi gerçeküstücülüğün Stalin-Troçki çatışmasında Troçki'nin yenik düşmesiyle gözden düştüğü gerçeğini anlayamadı. 1940 kuşağı da denen şairlerin hayat dramlarının yarattığı baskı Türk yazarında ve okurunda gerçeküstücülüğü burjuvaziyle, kapitalizmle, gericilikle yalnız onlarla bir tutma duygusu yaratmıştır. İmge şiirden sürüldü. Hatta bir anlamda ayıp da sayıldı.
Atilla Özkırımlı İkinci Yeni şairlerinin gerçeküstücülükten daha bir "bilinçli" olarak yararlandıkları kanısında. Bu düşünceye katılamıyorum. İkinci Yeni'yi başlatan ve ona sonradan katılan şairler gerçeküstücülüğü bilmiyorlardı. Yine de bu şairlerin ürünlerinde gerçeküstü öğelere sık sık rastlanmıştır. Parça parça, çıkma olarak, sürçüp düşme olarak, arayışın vardığı uçlardan biri olarak. Büyük harfle yazılan, tarihte belli bir akımın adı olan bir Gerçeküstücülük var. Bir de o akımdan önce görülmüş ve dünyada şiir yazıldıkça görülecek olan bir gerçeküstü. Bu ikincisi, özellikle de ikincinin ikincisi şairin tartışılmaz terekesidir.
Şiirlerindeki masalsı gelişimden ötürü 15. yüzyıl halk şairi Kaygusuz Abdal'da gerçeküstücü yanlar bulanlar olmuştur. Esrarı fazla kaçırdığı ve tasavvuf neşesini taşırdığı zaman Kaygusuz'un kelamı bir güzel saptırdığı ve alışılmadık biçimlere yöneldiği bir gerçek. Ama bunun gerçeküstücülükle bir ilgisi olamaz elbet. Yine de şiirinde anonim tekerlemeye yer verdiğinde o ilişki kurulur gibi de olur.
Tekerlemenin İngilizce karşılığı olan "Jingle" sözcüğünün bir anlamı da "vezinsiz şiir."
Yıllar önce, Ankara'da, bir sahafta Paul Leautaud'nun antolojisini bulmuştum. Kitap Asaf Halet Çelebi'ninmiş. Gerçeküstü öncesi şairlerin dizelerinin hemen hepsinin altını çizmişti Çelebi. "Somut malzemeyle soyut dünya yaratmak" isteyen bu şair gerçeküstüne Dünyanın Damı'ndan bakıyordu ve durumunun ayrımına varamamıştı.
İlhan Berk, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ahmet Oktay, Özdemir Asaf, Enis Batur, Akif Kurtuluş.
Sözün kısası, edebiyatımızda gerçeküstücülük olmadı; İtalya'da, Yugoslavya'da, İspanya'da, Paraguay'da, Venezuela'da, Arjantin'de, Kolombiya'da rastlanan biçimde bir akım belirmedi; ama gerçeküstü'ne özellikle 1950'li yıllardan sonra çok sık rastlıyoruz.
İmgenin varlığı gerçeküstü'ne de her zaman olanak tanır.
Tekerlemelere dönelim yine. Çocuk oyunlarını düşünelim. Yandaki sütunlara aldığım iki tekerleme, özellikle de birincisi, gerçeküstünün Türkçedeki doruk noktasını gösteriyor. Breton görse hayıflanırdı.
Gerçeküstü edebiyatımıza fazla girmemiş. Hayatımızda edebiyatımızdakinden daha çok yeri var gerçeküstü'nün.
TEKERLEME
Aman aman dostum
Ben sana küstüm
Armudu kestim
Tavana astım
Pat dedi düştü
Annem Yoğurt getirdi
Karıncalar üşüştü
Kedi burnu batırdı
Bu kediyi napmalı
Pencereden atmalı
Pencerede bir kuş var
Kanadında gümüş var
Eniştemin cebinde
Türlü türlü yemiş var
yemişimi yediler
Bana miskin dediler
Ben miskinden beterim
Sokak sokak gezerim
ÇOCUK OYUNLARINDA İLK HAMLE İÇİN AYAK
Marmiç
Karkiç
Kırk üç
Kırk dört
Kırk beş
Kırk altı
Kırk yedi
Kırk sekiz
Limon dokuz
Lif otuz
Yarım elma
Bütün elma
Hartul
Hurtul
Cigaradan
Çık
Gel
Git
Kurtul
Gergedan Dergisi Gerçeküstücülük Özel Sayısı, Ağustos 1987, s. 134-135.