10 Eylül günü kimi “bilinmeyen mimarlar” bir şiirsel mimarlık atölyesi (ŞİMA) kurarak bir bildiri yayınladılar:
Mimarlık var olalı beri, mimarlığı ‘bina etme’ye indirgeyen dogmalara karşı gelişen bir felsefe, sanat, edebiyat da yaratıladurmuş. Bunlar, işlevin, amacın, ölçünün, oranın, yapının karşısına düşü, arzuyu, hayal gücünü, büyüyü, oyunu koymuşlar. Mimarlığın katı rasyonalizminin karşısına hermetizmi, formalizminin karşısına şiiri koymuşlar. Binayı ihlal etmişler.
Şiirsel mimarlık hareketleri, özellikle Rönesans döneminde ve 19. yüzyıl ortalarından başlayarak estetik modernizmin ve avangardın doğduğu dönemde yükselmişler. Rönesans’ın şöhretli mimarı Filarete’ye göre mimarlık bir ritüeldir, dans ayinidir, chora’dır. Evrenin bilgisi chora’da saklıdır ve bu bilgi ancak mimarlık ayiniyle gün ışığına çıkar. Mimarların ve heykeltıraşların atası, yarı-tanrı (demiourgos) Daidalos’un labirenti böyle bir ayinin mimarlığıdır. Diğer biri ise Rönesans’ın hafıza tiyatrolarıdır. En ünlüsü Camillo’ya ait olan ve gezegenleri sembolleştiren hafıza tiyatroları evrenin bütün gizlerinin nakşedildiği yedi katlı, yedi girişli, yedi sütunlu sahnelerdir. Semiyotik anıtlardır. Kitapmekânlardır (bibliospace). Zaten henüz matbaanın icat edilmediği o zamanlarda mimarlık okunur. Rönesans’ın bir diğer mimarlık bilgesi olan Scamozzi’ye göreyse, Evrensel Mimarlığın Düşüncesi adlı eseri dev bir tiyatro yapısıdır.
Rönesans müzelerini oluşturan ve sahibinin özel evrenini keşfettiği (okuduğu) nadire kabinelerinde sergilenen harikalar (mirablia) aynı zamanda büyülü diyarların harikulade mekânlarıdır. Hypnerotomachia Poliphili’nin mirablia evreni kristaldendir, pırıl pırıl cam, mermer yüzeyler ve incilerle doludur. Scheerbart ve Bruno Taut’un 20. yüzyıl başındaki “cam mimarlığını” hatırlatır. Rönesans’ta Ficino, Bruno ve Paracelsus gibi filozoflarda mimarlığın ruhsal, zihinsel pınarı aşktır. O nedenle de bizi baştan çıkarır. 18. yüzyılın fantastik mimarlarından Jean-Laurent Legeay ve Piranesi için asıl mimarlık, harabelerin şiiridir. Boullée de mimarlığın ölçüye gelmediğini söyler, mimarlığı bilimden ayırır ve şiirle, sanatla bağlar.
19. yüzyıl sonlarında, avangardın örgütlediği anti-art hareketlere paralel olarak, bir de anti-mimarlık birikimi oluşmaya başlamıştır. En yoğun dönem, sanatçıların etkin olduğu 1917 Rus Devrimi ve 1918 Alman Devrimi dolaylarıdır. Bu devrimlerin uyandırdığı ütopyalar, başka zamanlar kadar başka mekânların da hayal edilmesini kışkırtmıştır. Süprematist Maleviç’in mimarlığı “yeni dünyayı” oluşturacak gezegenlerin arkitektoniki’sidir. Maleviç’i izleyen Çernikov’a göre ise süprematist mimarlık “çizgilerin, hacimlerin ve yüzeylerin asamblajlarına dayanan gayri nesnel soyut hayallerdir.” Konstrüktivist Lissitzki için de “yeni dünya”nın sanatı PROUN, “pentür ile mimarlık arası bir duraktır”.
Alman ekspresyonistlerin sosyalist ütopyalarına özgü mimarlıkları da tamamıyla özerktir. Bruno Taut’un, rehberi saydığı şair Scheerbart’la geliştirdiği “cam mimarlığın” sembolü olan glashaus’un “güzel olmaktan başka amacı yoktur.” Taut’un Devrim ertesinde “kristal mimarlık” ütopyasını paylaşan mimar ve sanatçılar arasında düzenlediği “bilinmeyen mimarlar” sergisi, egemen mimarlık kurumunu ve kuramını parçalayan ütopik, düşsel, fantastik ‘tasarım’lardan oluşur. Mimarlığın ciddi, kibirli söylemini alaya alır.
Sürrealist ve dadaist sanatçılar da şiirsel mimarlık peşine düşerler. Bunların şaheseri muhakkak ki Schwitters’in bütün hayatı boyunca evini dönüştürerek, çerden çöpten inşa etmeyi sürdürdüğü Merzbau veya Erotik Katedral’dir. De Chirico’nun sürrealizm dönemi işleri, arkadların, meydanların, havuzların, heykellerin doğayı fethettiği bir mimarlık metafiziği üzerine kuruludur. Mimari fragmanlar, “büyülü Roma şiiriyle dolu enigmalarla konuşurlar”. Mimarlığın ve şehirciliğin disipliner, rasyonel kalıplarını dönüştürme yolunda mücadele eden en radikal avangard hareket sitüasyonizmdir. Lefebvre’in Mekânın Üretimi, Kentsel Devrim gibi kitaplarında geliştirdiği, gündelik hayatı baştan aşağı dönüştürmeye yönelik sosyolojisinden yola çıkan Guy Debord, Asger Jorn gibi sitüasyonizm kurucuları, kent hayatını işlevselliğinden kurtaracak, arzuya, aşka, şansa dayalı tasavvurlar kurarlar. Asger Jorn, Bauhaus’un dogmalarına, özellikle de Le Corbusier’nin “makine mimarlığı”na karşı bir Hayalperest Bauhaus (Imaginist Bauhaus) enternasyonalini örgütler. Constant, hayatın oyun oynamaya dayalı olduğu Yeni Babil’i tasarlar.
1968 Devrimi’ni izleyen Batı felsefesindeki köklü değişimin şiirsel mimarlıktaki yansıması Unbuilt-Binasız Mimarlık hareketi olur. Raimund Abraham, Walter Pichler, Hans Hollein ve John Hedjuk, mimarlığı “negatif bir deneyim alanı” olarak tasavvur ederler. Mimarlığın ögelerini, Mallarmé’nin şiirinde kelimelere yaptığı gibi anlamsızlaştırırlar. Mekanları işlevlerinden, geometrilerinden, mühendisliklerinden sökerler. Binayı ihlal ederler. Böylece mimarlığa özgü gizem, muamma özgürleşir.
*
Şiirsel Mimarlık Atölyesi’nın “bilinmeyen mimarları” böyle bir eleştirel geleneği yaşatmak üzere biraraya gelmişlerdir. Bu geleneğin tarihsel birikimini topluca deneyimlemeyi ve araştırmayı arzu etmektedirler. İlk ürünleri Şiir/Mimarlık: Binanın İhlali kitabıdır.
Finster, Dirimdurum, B-antarel, Dorian Gray, Ukan, Nat
Dirimdurum, House of Dimension
B-antarel, House of Dimension
Finster, Deconstruction Construction
Dorian Gray, Ring
Ukan, Uçan Püküp