Eric Fischl, sanat fuarı tablolarından biriyle.
“Sanat fuarlarından vebadan kaçar gibi uzak durmuşumdur.” Long Island, New York’taki atölyesinde buluştuğum Eric Fischl böyle diyor. Etrafımız sanat fuarlarını resmettiği dev tablolarıyla çevrili. “Hâlâ da fuarların veba gibi olduğunu düşünüyorum. Sanatın var olmak için ne kadar sebebi varsa hepsi oralarda yok oluyor sanki...”
Altmış altı yaşındaki Fischl, vebanın nasıl yayıldığını iyi hatırlıyor. Önce fark edilmedi. Bir bienal, ardından bir başkası, derken her yanı fuarlar sardı. Başta bunun geçici bir moda olduğu düşünülse de, 2000’lerin başında sanat piyasasının çöküşünden sonra sanat dünyasını bir telaş sarınca salgın yayıldı.
Bugün Dubai’den Şanghay’a, São Paulo’ya kadar 50 civarında uluslararası etkinlik var, yani yılın her haftasına bir fuar düşüyor. Fischl, uzun süre hepsinden uzak durmayı başarmış, ama nihayet birkaç sene önce New Yorker dergisinden gelen bir söyleşi talebi üzerine, fuarların en şaşaalısı olan Art Basel Miami'ye gitmiş. Sahnelenen gösteri onu öylesine çarpmış ki, eline fotoğraf makinesini alıp fuardan kareler çekmiş, sonra Frieze New York'a ve Southampton’ındaki fuara da gitmiş.
Ardından, çektiği yüzlerce fotoğrafı Photoshop programıyla kolajlamış, gerçekte olmayıp yaşanması muhtemel sahneler yaratmış. Konuşurken bana arkasında duran muhteşem resmi gösteriyor: “Şuradaki büyük spor ayakkabılar bir Claes Oldenburg sergisinden. Sırtı bize dönük olan adam o sergideki bir güvenlik görevlisiydi. Şu soldaki kadınsa Southampton fuarından. Şu adam Miami’den. Kareleri karıştırıp eşleştiriyorum. Güruh aynı, kıyafetler farklı. Ama yaşananlar hep aynı.”
Fischl’in sanat fuarlarını konu alan resimleri bu haftadan itibaren, yani Frieze sanat fuarıyla aynı sırada Londra’daki Victoria Miro Gallery’de sergilenecek. İnsanların önce Frieze’e gidip sonra kendi sergisine gelmelerini, böylece Frieze’deki hallerinin neye benzediğini görmelerini istediğini söylüyor.
Frieze’e hiç gitmediyseniz, Fischl’in resimlerinin oradaki atmosferi büyük ölçüde yansıttığını söyleyebiliriz: görmeden bakan gözler, gülünç ve iç karartıcı yan yanalıklar. Fischl’in Sanat Fuarı: Dört Numaralı Pavyonda Price adlı tablosunda, başka işlerle meşgul bir alıcı kalabalığı Ken Price’ın amorf bir heykeli etrafında toplanmış, kimse heykele bakmıyor. Arkalarında Joan Semmel’in son derece mahrem bir oto-portresi var ama kimsenin dikkatini bile çekmiyor. “Büyük koleksiyoncular eserlere hep böyle ayaküstü bakarlar,” diyor Fischl. “Peşinde oldukları eserleri başka biri almadan önce sergiye girmeyi, ve tabii ayaktakımı gelmeden önce de çıkmayı isterler. Bir de sırf o sosyal ortamda bulunmak için gelenler vardır. Onun için ne yana baksanız cep telefonuyla mesajlaşan insanlar görürsünüz, kimse eserlere bakmaz bile. Sanki sanat orada değildir, veya onlar üzerinde hiçbir etkisi olmadığını düşünmektedirler.”
Art Fair: Booth #4 The Price, detay.
Art Fair: Booth # 60 Shoot/Please
Fischl, soyut ekspresyonizm ve kavramsal sanatın gözde olduğu zamanlarda soyu tükenen bir sanatçı olmayı seçmiştir: figüratif ressam, bir hikâye anlatıcı. Fakat kariyerine kendi eliyle vurduğu bu darbeye rağmen, 1985’e gelindiğinde Andy Warhol günlüğüne onun hakkında şöyle yazacaktır: “seksi yeni sanatçıların en iyisi”. Vanity Fair’de kendisi hakkında çıkan kapsamlı bir yazıda büyük övgüler alır, Julian Schnabel ve Jean Michel Basquiat gibi çağdaşı yıldızlarla kıyaslanır; sonra resimleri birden yüz binlerce dolara satılmaya başlar.
Fischl kısa sürede kendini 1980’ler New York’unun çılgın sanat dünyasının içinde bulur – bugün belgelediği çevreyle ilk temasıdır bu. Warhol, atölyesini ziyaret edip onu takdis eder. “Gençliğin peşindeydi, hep ne olup ne bitiyor merak ederdi,” diye anlatıyor Fischl. “Hayran olduğumuz sanatçıların çoğu topluma dışardan bakmak istiyordu. Warhol sosyetenin tam göbeğinde yer alıp buna rağmen radikal olmayı istemişti. Sanki içine girip ona dışardan virüs bulaştırma derdindeydi.”
Fischl, sanat hayatının gidişatının kendisini şaşırttığını anlatıyor. “Ben hep müzelerde sergilenecek eserler yaptığımı düşünürdüm, yani insanların birlikte yaşamak istemeyeceği eserler. Allah aşkına, kim sabah kalkıp havuzda mastürbasyon yapan bir herifle kahvaltı etmek ister ki? Ama müzeleri de fazla büyütmüşüm. Onlar eserlerin yanına uyarı levhaları asarken, özel sektör eserlerimi satın aldı. Halbuki ben kamusal olarak izlenmelerini isterdim.”
Bad Boy, 1981
Sleepwalker, 1979
Fischl’in hayal kırıklığı geçtiğimiz yıllarda yaptığı bir eserin aldığı tepkilerle daha da yoğunlaşmış, sanatçının bakışlarını sanat dünyasının kendi içine çevirmesinin sebebi de bu. Fischl 2002’de New York’taki Rockefeller Merkezi’ne yerleştirilmek üzere, 11 Eylül olaylarını konu alan Düşen Kadın başlıklı bir heykel yapar. “11 Eylül o kadar sarsıcıydı ki, bizim de kırılgan ve güçsüz olabileceğimizi göstermişti,” diyor Fischl. “Üstelik gerçekten inanılmaz bir yanı da vardı: 3000 kişi ölmüştü ve ortada tek bir beden yoktu. Bu ölümlerin yası nasıl tutulacaktı? Gerçeküstü bir kayıp gibiydi. Yaşananların dehşetini sadece pencerelerden atlayan insanların görüntülerinden anlamıştık. Fakat medya ânında oto-sansür uygulayıp bu görüntüleri ortadan kaldırdı. Bence bu yanlıştı.”
Fischl’in sade heykeli açıldığında infial uyandırır. Bir New York Post yazarı eserin zalimce olduğunu, sanatçının “kendi kariyerini diriltmek için insanların acısını ve kayıplarını kullandığını” yazar. Bunun üzerine Fischl bir numaralı halk düşmanı ilan edilir. “Rockefeller Merkezi’nin sahibi, ki kendisi New York’un büyük sanat hamilerinden biridir, heykeli kaldırdı. Bana bomba tehditleri aldığını ve bu riski göze alamayacağını söyledi,” diye anlatıyor Fischl. “Ben de ona bir heykel yüzünden kimsenin bomba koymayacağını söyledim. Ama içinde yaşadığımız dünya böyle... Öyle anlaşılıyor ki Amerika’nın istediği, yetişkinler gibi konuşmak yerine pahalı oyuncaklar yapan sanatçılar. Jeff Koons bunun iyi bir örneği. Hangi kültür kendini böyle çocukça davranışlarla ifade etmek ister? Boktan şakalar ve çocukça bir mizah anlayışı...”
Tumbling Woman, 2002
Fischl’in sanat sergilerini konu alan resimleri, o dünyanın boşluğunu gösteriyor. “Sanat dünyası artık para kazanmanın kutsandığı bir yer haline geldi. Birkaç hafta önce bir fuara gittim ve onca hercümercin ortasında bir De Kooning resmi görünce heyecanlandım. Meğer bir emlak şirketinin pavyonunda duruyormuş. De Kooning tablosunun yanında 40 milyon dolarlık evleri satıyorlar. Bir ev alana yanında 5 milyon ilaveyle bir De Kooning! Ticaretle sanat dünyası arasındaki sınırlar silindi. Ortada bir ironi filan yok – sadece kinizm. Eserin amacı sizin dikkatinizi çekip iki kere bakmanızı ve düşünmenizi sağlamak değil, bunu ironi yapar. Bir şey anlayıp anlamamanız onların umurunda değil, kinizm bu.”
Eric Fischl: Art Fair Paintings sergisi 19 Aralık'a kadar Londra'da, Victoria Miro galerisinde görülebilir.
Eric Fischl: “What America wants is artists who are doing very expensive toys” başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrildi.