Sanat, Ekoloji, Özgürlük

Aşağıdaki pasajlar, sanat tarihçisi ve eleştirmeni T.J. Demos’un 27 Haziran 2021’de Mao Mollona’yla gerçekleştirdiği “Art, Ecology and De-colonial Freedom” başlıklı video söyleşisinden seçilmiştir. Söyleşinin kaydı pasajların altında yer almaktadır. T.J. Demos’un Türkçede yayınlanmış makalesi: “Duchamp’ın Labirenti: First Papers of Surrealism, 1942”, Sürrealizm/Mimarlık: Mekân Sanatı içinde, der. Nur Altınyıldız Artun (İletişim Yayınları, SanatHayat dizisi, 2014).

 

 

Son dönemdeki çalışmalarımda ekoloji ve toplumsal adalet sorunlarını birbiriyle bağlantısı içinde ele alan sanat eserleri üzerine kafa yoruyorum. Bunun günümüzde çok önemli olduğunu düşünüyorum, zira çevre politikalarının kapsamının giderek daha da daraltıldığı, mesela sadece atmosferdeki karbona odaklanıldığı, sürekli bir “acil durum” düşüncesinin gündemde olduğu, hükümetlerin veya uluslararası kurumların sadece karbon emisyonunu azaltmaya veya iklim değişimine odaklandığı, buna karşılık toplumsal şiddetin veya toplumsal-çevresel şiddet diyebileceğimiz olgunun tamamen göz ardı edildiği bir dönemdeyiz. Dolayısıyla ele almamız gereken sorun, atmosferdeki karbon değil, yerdeki siyasi ve ekonomik eşitsizlikler ve bunların birbiriyle olan bağlantısı. Toplumsal yaşam özü gereği karmaşıktır ve birçok sorunun kesişmesinden oluşur, bugünlerde birçok alanda başvurulduğunu gördüğümüz dar veya sınırlandırılmış metodolojilerle ele alınamaz.  

Red Nation [Kızıl Halk] adlı Amerikan yerli kolektifinin son çalışmalarına baktığınızda, kolonyalizmden kurtulmuş, anti-kapitalist bir çevrecilik anlayışının, az önce bahsettiğim anlayışla arasındaki farkı görebilirsiniz. Onların çevreciliği, doğadaki biyo-çeşitliliği korumaya, atmosferdeki karbonu azaltmaya ya da tehlike altındaki türleri korumaya atıfta bulunmuyor; onlar hedefe en başta ABD’nin militarizmini, polisiye uygulamalarını, hapishane-sanayi kompleksini koyuyorlar.

Çevrenin, ekolojinin ve iklimin ne olduğu konusundaki anlayışımızı radikalleştirmeliyiz; öyle ki, yalnızca sera gazı iklimlerinden değil, ordu ve polis şiddeti ikliminden, bedensel kontrol ikliminden, biber gazı ikliminden, özel mülkiyet çitleme ikliminden, ekonomik eşitsizlik ve  sömürü ikliminden vs. söz edebilelim. Konuyu bu şekilde kapsamlı düşünmek hem kavramsal hem de stratejik açıdan elzemdir, zira yaşam dünyalarımızın ırkçı ve kolonyal kapitalizm tarafından yok edilişine karşı bir şeyler yapacaksak mücadeleleri birbirine bağlamak zorundayız. Aksi halde çevre, üst-orta sınıf liberal beyazların meselesi haline gelir. İklim acil durumu, karbon kirliliğine bağlı acil durum değildir; akıl almaz ekonomik eşitsizlik, servet birikimi ve sömürü döngüleri arasında ölüme, tutuklanmaya, hapsedilmeye maruz kalmadaki eşitsizliğin yarattığı acil durumdur.

İklim acil durumu şu an muazzam ilgi gören bir tema ve Extinction Rebellion, 350.org gibi grupların çevreci eylemlerini motive ediyor. Bu gruplar hükümetleri iklim acil durumunu kabul etmeye çağırıyor… Fakat tabii bunların sözünü ettiği iklim acil durumunun ne olduğunu sorgulamanız gerek. Extinction Rebellion, 350.org, Greenpeace gibi gruplar, tipik olarak, BM bünyesinde toplanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) adlı organın yürüttüğü, teknokratik bilimsel araştırmaları temel alıyorlar. Bunlar iklim acil durumunu aşağı yukarı önümüzdeki on yıl içinde gerçekleşecek bir olay gibi tarif ediyorlar ve onun için önlem alınmasını talep ediyorlar. Oysa birçok başka halk için gerçek iklim acil durumu yüzlerce yıl önce yaşandı, sözgelimi 1492’de yaşandı, kölelikte yaşandı; Amerikan yerlileri asırlardır iklim acil durumu içinde yaşıyor ve ölüyor…