Thomas Eakins (1844-1916), The Agnew Clinic, 1889.
İki sene önce, bir hastanenin CEO’luğunu yapan bir çocuk psikiyatristinin, şizofreni tanısı konmuş yetişkin bir yatılı hastayla yaptığı mülakatı izlemiştim. Hastanın tıbbi mülakata katılmayı kabul ettiği söyleniyordu; hemşirelerden, tıp öğrencilerinden, asistanlardan ve psikiyatristlerden oluşan 30-40 kişilik bir izleyici grubuna yönelik bir tür dersti bu. CEO, mülakat sırasında sık sık, kocaman bir gülümsemeyle, ön sıradaki doktorlara bakıyordu; fakat hasta, ihtiyatlı ve güvensiz görünüyordu. Sonuçta, kilit altında tutulduğu yatılı bir psikiyatri koğuşunda, izleyicilerin karşısında, tanımadığı birinin sorularına muhatap oluyordu. Bu koşullar altında rızanın gerçekten mümkün olduğunu sanmıyorum.
Hesapta, bu seanstan bir şeyler öğrenmem gerekiyordu, ama izlediğim şey daha önce gördüğüm tıp eğitimi seanslarına benzemiyordu; daha çok, hastanın dahil olmadığı bir gösteri veya şaka gibiydi. Belki hissettiğim rahatsızlık yersizdir, diye düşünmüştüm, kim bilir belki bu milyoner çocuk psikiyatristinin yetişkin şizofrenisi konusunda özel bir vukufu vardır… Bir öğrenci olarak, CEO’yu dört dörtlük bir Profesyonel gibi görmem gerekiyordu: neredeyse hiç hazırlık yapmadan, onca iş toplantısı arasında, aynı anda hem bir mülakat yapıp hem de bir ders sunmak gibi bir işin üstesinden gelen bir Profesyonel. Fakat zamanla, tıp fakültesinden geçip faal bir sağlıkçı olduğumda, Profesyonel’i bir toplumsal denetim figürü olarak görmeye başladım: basbayağı meslek sahibi birinin kastedildiği alışıldık profesyonel kavramından uzaklaşan bir figür.
Zaman geçtikçe, o odada hissettiğim rahatsızlığa güvenmeyi öğrendim: hem hastaların hem de sağlık çalışanlarının kötü muamele görmesine sebep olan koşulları besleyen ölümcül iktidar dinamiklerinin bir belirtisiydi hissettiğim şey. Evrensel sağlık hizmeti için mücadele eden işçi sınıfı mensuplarından oluşan Önce İnsanlar! kolektifine üye olduktan sonra, Profesyonalizmin gizli tuzaklarına karşı daha da hassaslaştım. Diğer üyelerle eşit bir üye olarak yer aldığım kolektifteki örgütlenme deneyimlerim sayesinde, tıpta Profesyonalizmi, ahlaki bir pusula veya bir dizi çalışma standardından ziyade öğrencileri ve asistanları disipline ederek uyum göstermeye alıştıran bir süreç olarak görmeyi öğrendim. Örgütlenme deneyimi, tıbbın anlamlı bir kolektiflik duygusundan nasıl uzaklaştığını, sağlık çalışanlarını hem birbirlerinden hem de hastalardan yalıtan toplumsal alanları nasıl oluşturduğunu görmemi sağladı. Önce İnsanlar! kolektifi, tıpta “Profesyonelce” sayılan şeyleri olduğu gibi özümsemek yerine, hem hastalarla ilişkimin hem de sağlık hizmetlerindeki vurguncu ve yöneticilerle ilişkimin maddi temelini kavramama yardımcı oldu; o psikiyatri koğuşunda varlığını çok belirgin biçimde hissettiğim çelişkileri bu sayede idrak ettim.
Bir endüstri olarak tıpla özdeşleşme baskısına karşın, Önce İnsanlar! kolektifi bana CEO’dan çok hastayla ortak yanım olduğunu öğretti. Hastanın failliğini yok eden tek şey kapıdaki kilit değildi, hem beni hem de diğer izleyicileri onun ihtiyaçlarını bir kenara bırakmaya sevk eden toplumsal dinamikti aynı zamanda. Profesyonalizm kültürünün ve buna dayalı sınıf politikasının yol açtığı hasar ve izolasyona karşı, doktorları hizmet verdikleri hastalarla birleştiren bir işçi sınıfı dayanışması, duygusal, söylemsel ve pratik bir alternatiftir. Yoksul kesimlerin oluşturduğu taban hareketleri ve sağlık hizmetlerine getirdikleri çözümlemeler bize bu dayanışma için bir zemin sağlayabilir. Bu hareketler bana şunu gösterdi ki, tıbbın içimize işlediği sosyal alışkanlıkların üstesinden gelmek ve işçi sınıfından insanları profesyonel uzmanlığımızın “tüketicileri” değil müşterek bir mücadeledeki ortaklarımız olarak görmek için biz doktorların bir hayli duygusal çalışma yapması gerekiyor. Bu çalışmanın bize katacağı çok şey var: mesleğimizi dayanışma üzerinde temellendirmemize; şirketlere veya vurgunculara değil, işçilere ve hastalara ait bir sağlık hizmetleri sistemi tasavvur etmemize yardımcı olabilir.
Çalışırken yaşadığımız duygusal deneyimler, bize sistemdeki işlev bozukluğunun sağlık sigortasına erişimle sınırlı olmadığını sezdiriyor. Kişisel olarak yaşadığımız sömürülme, yalıtılmışlık ve ek mesai sorunlarını, bakımını üstlendiğimiz insanlara zarar veren sistemsel işlev bozukluğuyla bağlantılandırabiliyoruz artık.
Yine de işçi sınıfı dayanışması, tıp kültüründe Profesyonalizmin önceliği yüzünden sağlık çalışanları arasında rağbet görmeyebilir. Sadece sosyal medyada nasıl davranmamız veya hastanede nasıl giyinmemiz gerektiği konusunda verilen dersleri kastetmiyorum – gerçi bunlar Profesyonalizm ideolojisinin belirgin biçim kazandığı durumlar. Ben daha ziyade tıp eğitiminde edindiğimiz temel sosyalleşme deneyiminden bahsediyorum: milyoner CEO’nun bir hastayı failliğinden koparmasını izlediğim o derste olduğu gibi. İş yerindeki kişisel kimliklerimizi biçimlendiren, düşünce ve davranışlarımızı disipline sokan gündelik süreçler, Profesyonellik konusunda aldığımız formel eğitimden çok daha tehlikeli ve zorlayıcı.
Sosyolog Paul Starr, Amerikan Tıbbının Toplumsal Dönüşümü: Egemen Bir Mesleğin Doğuşu ve Dev Bir Endüstrinin Oluşumu adlı kitabında, profesyonel otoritenin ve yarattığı toplumsal ilişkilerin mahiyetini tarif eder. Teknik uzmanlığın, yüksek gelir, özerklik, prestij ve benzeri imtiyazlara dönüşebilmesi için doktorların hastaneleri, sağlık sigortasını, halk sağlığını ve özel kurumları biçimlendirmeleri gerekmiştir. Starr’ın kitabı, tıbbın ekonomik güç ve siyasi nüfuz kullanmasını sağlayan tarihsel süreci incelemektedir.
Toplumsal yalıtılmışlık sebebiyle, politikamızın merkezine işçi sınıfı örgütleri yerine sınıf kimliğinden bağımsız “Profesyonel” meslek birliklerini koyuyoruz. Howard Waitzkin, kişisel hikâyesini modern sağlık hizmetine ilişkin Marksist bir analizle birleştiren ilk doktorlardan biridir belki de. “Hastalara bakım sunma işine yabancılaşma sebebimiz, hastaları umursayan insanların, öngörülü yöneticilerin, daha keskin ölçme sistemlerinin, hatta daha fazla zamanımızın olmaması değil (gerçi elbette bunların bulunmasının da faydası olurdu),” diyor Waitzkin. “Sağlık hizmetlerinde yabancılaşmanın çoğu sağlık çalışanını etkileyecek kadar yayılmış olmasının sebebi, yaptığımız işin amacı, içeriği, hedefi ve ürünleri konusunda kontrolü kaybetmemiz.” Dr. Damania’nın sağlık hizmetleri alanında yaşanan travma deneyimleri konusundaki aktarımları da bizi benzer bir sonuca götürüyor: Kapitalizmin sorunları sağlık hizmetleri alanındaki herkesi etkiliyor. Maddi koşullarımızı bu şekilde ele almak, yaşadığımız acı verici deneyimleri, bizi hem birbirimize hem de hastalarımıza yaklaştıracak şekilde anlamlandırmamızı sağlayacaktır.
Karim Sarıahmed’in 27 Mart 2020’de The New Inquiry’de yayınlanan Class Consciousness for American Doctors başlıklı yazısından seçilmiş bölümlerin çevirisidir.