Post-kolonyal Dönemde "Ulusal Kültürü" Tanımlama ve Yayma Modeli: Yunus Emre Kültür Merkezleri

22/5/2012 / skopbülten

Tiyatroların özelleştirilmesi ve “muhafazakâr sanat” tartışmaları, AKP’nin kültür politikaları (böyle bir kültür politikası çerçevesi olup olmadığı, varsa neyi öngördüğü) üzerine yeni bir tartışmanın başlamasına vesile oldu. Bu, farklı ölçeklerde (bölgesel, ulusal, kentsel, ilçe merkezli vb.) ve çokboyutlu bir şekilde (kaynak aktarımı, özelleştirme vs.) ele alınması gereken bir konu kuşkusuz. AKP’nin kültür alanına yönelik girişimleri arasında oranla görünürlük kazanmamış olan Yunus Emre Vakfı, Enstitüsü ve Kültür Merkezleri de bu politikanın bir parçası (ve ona dair ipuçları veren bir işaret) olarak dikkate değer.[1]

Söz konusu yapı, birlikte işleyen üç parçadan müteşekkil: vakıf, enstitü ve merkezler:

(1) 5 Mayıs 2007 tarihli ve 5653 sayılı Kanun’la kurulmuş bir kamu vakfı olan Yunus Emre Vakfı, 7 Mayıs 2009 tarihinde yapılan bir açılış töreniyle Ankara, Ulus’taki tarihi bir binada hizmete açıldı. Amacı, “Türkiye’yi, Türk dilini, tarihini, kültürünü  ve sanatını tanıtmak; bununla ilgili bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak; Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek; Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini artırıp dostluğunu geliştirmek” olarak belirtiliyor.[2]

(2) Bu vakfa bağlı olarak kurulan Yunus Emre Enstitüsü, vakfın amaçlarını uygulanabilir projelere dönüştürmeyi hedefliyor; farklı kurumlarla işbirliği içinde bu amaçlara uygun araştırmaları ve bilimsel çalışmaları destekliyor, ortaya çıkan sonuçları çeşitli yayınlar vasıtasıyla kamuoyuna duyurmak için gerekli faaliyetleri yürütüyor.[3]

(3)  Enstitü aynı zamanda yurt dışında açtığı kültür merkezleri aracılığıyla, söz konusu amaçları daha yaygın bir coğrafyada gerçekleştirmeyi hedefliyor. Kısa sürede Türkiye dışında, Arnavutluk, Belçika, Bosna Hersek, İngiltere, İran, Japonya, Kazakistan, Kosova, Lübnan, Makedonya, Mısır, Romanya, Suriye’de de açılan bu merkezler sayesinde bir yandan “bilimsel projeler, kültürel etkinlikler ve kurslar aracılığıyla Türkiye'nin tanıtımına katkı sağlamayı”, diğer yandan ise, “Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki dostluğu pekiştirmeyi ve kültürler arası münasebetleri artırabilmeyi” umuyor.[4]

Böylece Yunus Emre Enstitüsü ve onun uzantısı olan kültür merkezleri, Türkiye’nin kitap ve turizm fuarlarına katılmasına; film ve belgesel gösterimleri, konserler, kitap ve fotoğraf sergileri düzenlenmesine aracılık ediyor (ki bunlarda tekrar eden temalar arasında Mehmet Akif Ersoy veya Evliya Çelebi gibi isimleri görmek mümkündür). Daha ziyade komşu veya akraba sayılan kültürel çevrelerde (Saraybosna, Astana, Prizden ve Üsküp) şiir dinletileri; şiir, resim, kompozisyon yarışmaları düzenliyor. Saraybosna ve Kahire’de geleneksel Türk el sanatları (ebru, tezhip, nakış, minyatür, hat), Tiran, Londra ve Köstence’de enstrüman (ney, ud, keman, bağlama, kanun), Tiran ve İşkodra’da fotoğraf kursları, Türk kültürüne yakınlaşmak isteyen katılımcılara sunuluyor. Birkaç yerde yemek kursu da var (Astana ve Tokyo gibi). Ayrıca Enstitü, Eylül 2009’dan beri iki ayda bir tüm bu faaliyetleri tanıttığı bir Bülten yayınlıyor.[5]

Bu faaliyetlere ek olarak (ve aslında onları tamamlar şekilde) kültür merkezleri Türkçe dil kursları düzenliyor, bu sayede hem yabancı dil olarak Türkçe öğrenmek isteyenlere bu imkânı tanımış, hem de ilgili ülkelerdeki Türk vatandaşlarının, dillerini daha yakından tanımalarını, Türkiye ile kültürel bağlarının devam ettirmelerini sağlamış oluyor.[6]

Kurucu mütevelli heyeti ve güncel mütevelli heyeti üyeleri, yönetim ve denetleme, kanunla belirlenmiş danışma kurulu üyeleri göz önünde bulundurulduğunda, bugünkü hükümetle iç içe geçmiş görünen Yunus Emre Vakfı, Enstitüsü ve Kültür Merkezleri (ki vakfın açılış töreni bizzat bu iç içeliğin bir kanıtı niteliğindedir)[7] Türk kültürünün (dilinin, sanatlarının, müziğinin, hatta yemek alışkanlıklarının) belirli bir tanımı adına hareket eder görünüyor. Bu tanımın tekyanlılığı bir yana, ulus-devlete yönelik eleştirilerin yoğunlaşıp çeşitlendiği günümüzde, (bir coğrafyaya, topluma has ve onun tüm üyelerince aynı şekilde paylaşılan) “ulusal kültür” gibi bir olgunun bizzat kendisi sorunlu hale geliyor. Ulus-devlet (ve ona eşlik eden ulusal kimlik), özellikle kültür politikaları söz konusu olduğunda meşruiyetini günden güne daha fazla kaybediyor.

Aynı zamanda “Türk kültürünün” etkinlik alanını genişletmek hevesinde görünen söz konusu merkezler, bu amaçları açısından Fransa, İngiltere, İspanya gibi post-kolonyal ülkelerin dünyanın farklı şehirlerinde kurdukları kültür merkezlerini anımsatıyor (örneğin, ülke adlarının geçtiği sıra ile, Fransız Kültür Merkezi, British Council, Cervantes). Balkanlar ve Ortadoğu gibi politik-kültürel dikkatin görece yeni hedefleri haline gelen coğrafyalarda Türkiye’nin etkisini artırmak bu girişimin arkasındaki nedenlerden biri olsa gerek (nitekim merkezlerin kurulduğu şehirlere baktığımızda çoğunluğun Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Türki Cumhuriyetleri’nde yer aldığı fark edilecektir).

Özetle, hareket noktası olarak aldıkları (homojen) ulusal kimlik kavramı kadar, bu tür bir politik manevradaki rolleri nedeniyle de dikkate (ve eleştiriye) değer görünen Yunus Emre Enstitüsü ve kültür merkezleri, AKP’nin kültür politikalarına dair bazı ipuçları verecek gibi görünüyor. [SY]

 



[1] Bu yapıya dikkat çektiği için Ayça İnce’ye teşekkürler. Bu yazıda kullanılan bilgilerin tümü, Yunus Emre Enstitüsü resmi web sayfasından alınmıştır: http://yunusemreenstitusu.org/ (erişim tarihi 15 Mayıs 2012).

[7]Fotoğraflar ve açılış konuşmaları için Bülten’in birinci sayısına bakılabilir: http://yunusemreenstitusu.org/turkiye/content/bulten/bulten1.pdf

 

kolonyalizm