/ Pasajlar / Sanatçılar ve Sanat Kurumları

 

 

Hoşnutsuz falan değilim. Sadece, beni yoğurup imal eden aygıtı keşfetmenin derdindeyim ve bana sorarsanız bu meşru bir dert. Her zaman farklı mekânlar ve farklı ilişki türleri ilgimi çekmiştir; mesela beyaz bir odada cereyan eden ilişkiye karşılık bir taş ocağındaki ilişki. Burada bir niyet farkı olduğu ortada; odanın beyazlığı cennetteki nötr bir hücreyi andırıyor. Duvarda asılı resme gelecek olursak ... resmin asılı olduğu duvarı bile aklınızdan çıkarmanız bekleniyor. Durduğunuz noktayı, nerede olduğunuzu, ve mekânın genel havasını unutup yalnızca rengi, çizgileri ve yapısı itibariyle metafizik olarak resme tepki vermeniz gerekiyor. Dolayısıyla, bence benim yaptığım, bir çeşit mekân kontrolüne dair bir sorgulamaya denk düşüyor - türlü türlü toplumsal, ekonomik ve politik içerimleri olan bir mekân kontrolü bu. [...]

Sanat simsarları ve müzeler birbirleriyle içli dışlıdır. Bunu bir sorun olarak görmüyorum. Sonuçta, değer üretimi diye bir şey var ve sanat simsarlarıyla müzeler arasındaki bu bağlantı her daim var olmuştur. Bir de, nasıl oluyorsa, küratörün bu durumla hiçbir ilgisinin olmadığı; o sefil tüccarlar ortalıkta cirit atarken fildişi kulesinde oturduğu yolunda bir fantezi var. Ben böyle bir durum görmüyorum. Resimler alınıyor ve satılıyor. Sanatçıysa tek başına oturuyor; resim üstüne resim yapıyor, onları biraraya getiriyor; sonra da birinin, bir dış otoritenin gelip bu eserlere değer bahşetmesini bekliyor. Olaylar böyle yürüyüp gidiyor. [...] Ben burada ilişkilerden bahsediyorum. Sanatı, yalıtılmışlık, tarafsızlaşma, ayrılık gibi mefhumlar üzerinden düşünmeye yönelik bir eğilim var ve bu yaklaşım teşvik ediliyor. Sanat güya dünyevi deneyimlerden etkilenmeyen ebedi bir düzlemde yer alıyor. Oysa beni asıl ilgilendiren bu deneyimler; sanatın reddi anlamına geldikleri için değil; bilakis, sanat bu deneyimlerin parçası olduğu, onlarla iç içe geçmiş olduğu için. Sanatı tüm bu etmenlerden ayrı düşünmek mümkün değil. Her şeyi durmadan küçük dilimlere ayırma; münferit, birbirine karşıt, çatışan estetik varlıklar olarak düşünme alışkanlığı sanatçılar arasında bir rekabet ortamı yaratıyor ve bu ortam dışsal değer yapıları tarafından teşvik ediliyor. Başka bir deyişle, bir eserin Parke Bernet[1]’de kaça satılacağına başkası karar veriyor; sanatçı değil. Bu da daha genel toplumsal alanda bir bölünmeye işaret ediyor: değer sanatçıdan ayrılıyor; sanatçı kendi üretimine yabancılaşıyor [...] Bence asıl önemli mesele bu: sanatçıyı yoğurup imal eden aygıtın incelenmesi. Sanatçı gittikçe daha hermetik bir pozisyona çekiliyor. Ya da en azından bir tür spiritüalizme, ezoterizme, mistifikasyona sığınıyor –ki bu da varoluşsal bir konum; maddi ağırlığını yitirmiş bir dünyada maddi bağlarından kopmuş sanat eseri ...

 

 

Bruce Kurtz’ün 1972 yılında Robert Smithson’la yaptığı söyleşiden alınmıs pasajlar. Robert Smithson: The Collected Writings, der. Jack Flam (Berkeley, Los Angeles, Londra: University of California Press, 1996) s. 262-63.



[1] 1939-1964 tarihleri arasında New York’ta faaliyet gösteren müzayede evi. Bu tarihte Sotheby’s tarafından satın alındı – ç.n.

sanatçı hakkı