/ Pasajlar / Küratörler Devri

Star küratör Hans-Ulrich Obrist

 

“Küratörler devri”, çeperleri (Kassel, Johannesburg, Venedik veya İstanbul’u) merkeze taşıyan küresel bir sergi işletmesinin baskın biçimi olarak bienallerin yükselmesiyle ve bununla beraber konuların, formatların ve mecraların çoğullaşmasıyla başladı. Alanın karmaşıklığı, yapılacak seçimlerde öznelliğin devreye girmesini gerektiriyordu. Tek bir sanatçıya hasredilmiş kişisel sergilerin yerini, çeşitli meseleleri ele alan kolektif sunumların almasıyla birlikte, “kişisel mitolojileri” (Harald Szeemann) aracılığıyla geniş kitlelere dünyayı okunur kılan star küratörler sistemi yerleşti. Artık, küratörlük denen ve hiçbir meslekî ideali olmayan bu iş koluna ayrılmış müfredat programları var. Küratör, bir antropolog, bir muhabir, bir sosyolog, bir epistemolog, bir STK temsilcisi, veya sıkı bir internet takipçisi.

Comme des Garçons markasının Ai Weiwei tişörtleri sattığı, No Logo’nun küresel bir ikona dönüştüğü, Rem Koolhaas’ın Tokyo’daki Prada mağazasını tasarladığı, Jürgen Teller’in “eroin modası”nın Kate Moss üzerinden Calvin Klein tarihinin bir parçası haline geldiği bir zamanda, küratörlük de toplumsallığa yayılan ve politik olana temas eden özerklik-sonrası bir sanat kavramını benimsedi: Küratörler kendilerini, üniversite dışı araştırma kurumlarının, danışmanlık şirketlerinin, moda evlerinin, tasarım atölyelerinin, bilgi laboratuvarlarının, politik düşünce kuruluşlarının ve toplumsal ağların dahil olduğu genel, genişlemiş, katma-değer yaratan bir anlam üretiminin parçası olarak kuruyor. Bu süreç, yalnızca dünya çapında görülen imajlar için değil, zamanımızın anlamını yakalamaya çalışan kavramlar, ilkeler ve metaforlar için de geçerli.

 

 

Küratörler böylece, birer “üst-sanatçı” [meta-artist] olarak,[1] bilimden politika ve sanata kadar her alandaki bilgiyi yalayıp yutan, ve dönüşüm yaratacak tarzlara dair vizyonlarıyla, insancıl stillere yönelik fikirleriyle veya tehlikeli karşılaşma yöntemleriyle küresel bir kamuya seslenen kişilere dönüşüyor. Tabii bu ürünleri bir yetke konumundan veya amirane bir tarzda öne sürmüyorlar; birer öneri veya takdim biçiminde, kolektif yaşamın kılcal damarlarına zerk ediyorlar.

Artık küratoryal bir projenin belirleyici ölçütü, sanat kanonunu onaylaması veya yenilemesi değil, sanatsal bir etkinlik ile gerçekleştirildiği ortam arasındaki uyumluluk. Küratörler, belli bir yer ve zamandaki somut koşullar üzerine; bilhassa iktidar sahiplerini, mali destekçileri, halkla ilişkiler temsilcilerini muhatap alan iletişim üzerine; daha önce yapılmış veya yapılacak benzer projelerle ilişkiler üzerine; bunlara eşlik eden söylemler ve saldırgan eleştiriler üzerine durmaksızın kafa yorma sürecinin her an her yerde hazır ve nazır temsilcileri. Onlar aracılığıyla sanat, açık fikirli bir izleyici çevresinin, nereden yola çıkılabileceğini, neler yapılabileceğini ve nereye varılabileceğini görmesini sağlayan bir şey gibi zuhur ediyor. Küratör, yaptığı müdahalelerle, düzenleme ve yorumlarla, sanatın epistemolojik, etik, politik boyutları üzerine bir tartışmanın önünü açan, böylece alternatiflerin görünür olmasını, denkliklerin düşünülebilir olmasını, bağlantıların kurulabilir olmasını sağlayan kişi. Bu durumda küratör, ideal halinde, Bruno Latour’un[2] arzu ettiği türde bir eleştirmen oluyor: ifşa eden değil, biraraya getiren bir kişi. Mesele, safdil inançlıların zihninde soru işaretleri uyandırmak değil, katılımcıların buluşacağı, birbirini göreceği ve fikir teatisinde bulunacağı arenalar sunmak. Kim, hangi ölçütlere göre davet ediliyor, ve hangi senaryolara dayanan ne gibi söylem biçimleri kabul ediliyor – işte bunlar belirsiz.

 

Heinz Bude’nin Texte zur Kunst dergisinin Haziran 2012 sayısında yayınlanan The Curator as Meta-Artist: The case of HUO başlıklı yazısından seçilmiş pasajlar



[1] Meta-artist terimi John Miller’a ait; bienal endüstrisindeki sergi düzenleyicisi figürünü tarif ediyor. Bkz. John Miller, “The Show You Love to Hate. A Psychology of the Mega-Exhibition”, Thinking About Exhibitions içinde, (ed.) Reesa Greenberg/Bruce W. Ferguson/Sandy Nairne ( Londra 1996) s. 269-275.

[2] Bruno Latour, “Why Has Critique Run out of Steam? From Matters of Fact to Matters of Concern”, Critical Inquiry, 30, 2, Kış 2004, s. 225-248.


artokrasi