René Nelli gibi ifade etmek gerekirse, global toplumsal alanda eşcinsellikler, kendilerine has törenleri, kabul ayinleri ve aşka dair mitleriyle biraz biraz hareketler, tarikatlar gibi işler. Az çok korporatist bir karaktere sahip Arcadie[1] gibi grupların müdahalelerine rağmen eşcinsellik, baskın cinselliğin değer ve karşılıklı ilişkilenme sistemlerine bağlı kalmaya devam eder. Heteroseksüel normalliğe bağımlılığı, bir gizlilik siyasetinde, baskının beslediği bir yeraltında ve “saygıdeğer” çevrelerde hâlâ canlı kalan bir utanma duygusunda (özellikle iş, edebiyat veya gösteri vs. dünyasından erkekler arasında) açığa çıkar. Psikanaliz bu çevrelerde hüküm sürmekte ve ahlaki değil, fakat bilimsel, ikinci dereceden bir normallik dayatmaktadır. Eşcinsellik artık bir ahlak değil, sapkınlık meselesidir. Bir hastalık, bir gelişim bozukluğu, pre-genital dönemde takılıp kalma vs. haline gelir.
Daha azınlık, daha avangard başka bir düzlemde, FHAR[2] örneğindeki gibi militan bir eşcinselliğe rastlarız. Bu eşcinsellik, heteroseksüel iktidara kendi toprağında karşı çıkar. Artık hesap vermesi gereken, heteroseksüelliktir: Sorun yerinden edilmiştir, sorgulanma eğiliminde olan fallokratik iktidardır ve böylece, en azından ilkesel olarak, feminist hareketle eşcinsel hareket arasında bir kesişme, mümkün hale gelir.
Bununla birlikte, daha moleküler üçüncü bir düzlemi açığa çıkarmak uygun olacaktır – kategorilerin, gruplamaların, “hususiyetlerin” aynı şekilde ayrıştırılmayacakları; cins(iyet)leri [genre] bölen ikiliklerin terk edileceği; tam aksine eşcinseller, travestiler, uyuşturucu bağımlıları, sado-mazolar, fahişeler arasında, kadınlar, erkekler, çocuklar, ergenler arasında, psikozlular, sanatçılar, devrimciler, diyelim ki (burada artık yalnızca azınlık olunabileceği bir kez anlaşıldıktan sonra) her tür cinsel azınlık arasında geçiş noktalarının peşine düşüleceği bir düzlem. Bu moleküler düzlemde, büyüleyici paradokslarla karşılaşırız. Örneğin aynı anda hem 1) tüm cinsellik, cinsel etkinlik biçimlerinin, temelde, kişiler arasındaki homo-hetero şeklindeki zıtlıklara kısa geldiklerini [se révéler en-deçà], hem de 2) tüm bu biçimlerin, yine de, eşcinselliğe ve dişil oluş olarak adlandırabileceğimiz şeye daha yakın olduklarını, söyleyebiliriz.
Aslında toplumsal beden düzeyinde libido, iki karşıtlık sistemine yakalanmış durumdadır: sınıf ve cinsiyet. Eril, fallokratik olması, tüm değerleri ikiliklere dönüştürmesi beklenir – güçlü/zayıf, zengin/yoksul, yararlı/yararsız, temiz/kirli gibi ikilikler.
Cinsiyetli beden düzeyinde ise, tersine, dişil bir oluşa kapılmıştır. Daha kesinkes bir ifadeyle, kadın oluş, diğer oluşlar için bir referans, nihayetinde bir ekran görevi görür (örneğin, Schumann’daki gibi bir çocuk oluş, Kafka’daki gibi bir hayvan oluş, Novalis’teki gibi bir bitki oluş, Beckett’teki gibi maden oluş).
Kadın oluşun, diğer cinsiyetli oluşlara [devenirs sexués][3] yönelik bu aracı, arabulucu rolünü oynayabilmesi, fallik iktidarın ikiliğine çok da uzak olmamasından kaynaklanır. Eşcinseli anlayabilmek için biraz “kadın gibi” olduğunu söyleriz. Ve eşcinsellerin bir kısmı da, bir açıdan normalleştirici olan bu oyuna kendileri girer. Dişil-pasif, eril-aktif çifti de, iktidarın, arzu yoğunluklarının yerlerini belirlemek, sınırlarını çizmek, onları yerli yurtlu hale getirmek, denetlemek adına zorunlu kıldığı bir referans olarak kalır. Bu ayrıcalıklı iki kutupluluğun dışında kurtuluş yoktur: ya anlamsızlığa, ya hapse, tımarhaneye düşer, ya da psikanalizden medet umarsınız. Normdan sapmanın, marjinalliğin farklı türlerinin kendileri bile, güvenlik supabı olarak işlemek üzere kodlanmıştır. Sonuçta, cinsiyetli bir beden oluşun taşıyıcıları olma hakkı yalnız kadınlara tanınmıştır. Tüm iktidar oluşumlarına içkin fallik vaatlerden kendini kurtaran bir erkek, mümkün modaliteler uyarınca bu tür bir kadın oluşa geçecektir. Ek olarak, hayvan, kozmos, harf, renk, müzik oluşunun koşulu da budur.
Zorunluluk gereği, eşcinsellik -Ödipal olmayan veya kişiden hareket etmeyen [non personnologique] eşcinsellik bile- en başından beri kadın oluştan ayrı değildir. Aynı şey çocuğun cinselliği [veya] psikotik, şiirsel cinsellik için de geçerlidir (örnek: Ginsberg’de temel şiirsel bir mutasyon ile cinsel bir mutasyonun çakışması). Daha genel bir ifadeyle, libidonun “muhalif” tüm örgütlenmelerinin dişil beden oluş ile kol kola gitmesi gerekir – baskıcı socius’tan bir kaçış çizgisi olarak, “asgari” bir cinsiyetli oluşa erişim imkânı olarak, yerleşik düzene karşı son can simidi olarak. Bu noktada ısrar ediyorum, çünkü dişil beden oluş, çift veya aile vs. içinde düşünüldüğü haliyle kadın kategorisi altında asimile edilemez. Böyle bir kategori zaten yalnızca onu bu şekilde tesis eden özgül bir toplumsal alan içinde vardır. Kendi başına kadın yoktur! Ne de bir annelik kutbu, veya dişil bir sonsuz... Kadın-erkek zıtlığı toplumsal düzeni kurmaya yarar, sınıflar veya kastlar arası antagonizmalardan önce. Tersinden düşünürsek, normları bozan, yerleşik düzenle bağını koparan her şey eşcinsellikle, veya bir hayvan oluşla, bir kadın oluşla ilişkilidir. Kopuş halindeki her imleştirme [sémiotisation], kopuş halinde bir cinsiyetlendirmeyi ve cinselleştirmeyi [sexualisation][4] içerir. Öyleyse bence, eşcinsel yazarlar sorusu yerine, peşine düşülmesi gereken şudur: büyük bir yazarda, eşcinsel olan nedir? Kendisi heteroseksüel olsa bile.
Kadın gibi, eşcinsel gibi “koskocaman” kavramları infilak ettirmek bana önemli görünüyor. Hiçbir şey bu kadar basit değil. Şeyleri siyah-beyaz, erkek-kadın gibi kategorilere indirgediğimizde, arkasında başka bir fikir var demektir. Bu, şeyler üzerinde bir iktidarı garantilemek için, indirgeyici [ve] onları ikiliklere dönüştüren bir işlem yürüttüğümüz anlamına gelir. Aşkı örneğin, tek bir anlamı varmış gibi nitelendirmemek gerekir. Proust’ta aşk, hiçbir zaman özellikle eşcinsel değildir. Her zaman, şizoid, paranoid bir bileşeni vardır, her zaman bir bitki oluşu, bir kadın oluşu, bir müzik oluşu içerir.
Tahribatı hesaplanamayacak muazzam diğer bir kavram da orgazmdır. Baskın cinsel ahlak kadından cinsel hazzını yarı histerik bir şekilde erkeğinkiyle özdeşleştirmesini talep eder. Bu, bir simetrinin, erkeğin fallik iktidarına boyun eğişinin bir ifadesidir. Kadın orgazmını erkeğe borçludur. Onu [erkeği] bundan “mahrum bırakırsa” hata işler. Bu tema etrafında anlamsız ne çok drama oynanmıştır! Psikanalist ve seksologların bu konudaki tumturaklı tavırları da durumu daha iyiye götürmez. Nitekim erkek partnerlerle bunu başaramayan kadınların, mastürbasyonla veya başka kadınlarla seviştiklerinde orgazma ulaşmaları yaygındır. Fakat bu bir bilinse, ortaya çıkan skandal daha da büyük olacaktır!
Son bir örneği ele alalım. Fahişe hareketini. İlk başta herkes, veya neredeyse herkes, coşkuyla haykırdı: “Bravo! Fahişeler isyan etmekte haklılar. Fakat iyiyi kötüden ayırt etmek gerekiyor. Fahişeler tamam ama, pezevenkler hakkında hiçbir şey duymak istemiyoruz”. Fahişelere kendilerini savunmaları gerektiği, sömürüldükleri vs. anlatılmaya başlandı. Tüm bunlar çok saçma! Her şeyden önce, fahişe ile pezevengi arasında ne olup bittiğini anlamaya çalışmak gerekir. Fahişe-pezevenk-para üçgeni elbette var. Fakat bu üçgenin kutupları kadar, müşteri veya polis memuru gibi farklı karakterlerin de dahil olduğu, son derece karmaşık tüm bir arzu mikro-politikası da söz konusu. Fahişelerin bunlara dair bize öğretecekleri çok ilginç şeyler olduğu kesin. Ve onlara eza etmek yerine, onları maddi olarak desteklemek daha iyi. Tıpkı araştırma laboratuvarlarına yapıldığı gibi! Kendi adıma, ancak fuhşun tüm bu mikro-politikasını tetkik ederek, evliliğe ve aileye has mikro-politikanın önemli kısımlarını yeni bir ışıkla aydınlatabileceğimize kaniyim – eşler arasındaki, ebeveynler ve çocuklar arasındaki, ve nihayetinde, psikanalist ve hastası arasındaki para ilişkileri [gibi] (“Belle Époque” dönemi anarşistlerinin bu konuda yazdıklarını da yeniden ele almak gerekir).
Mutlu Drag Queen’lerle[5] Bile Karşılaştım
Les Mirabelles yeni ve militan bir tiyatro türü deniyor – izah dilinden, örneğin eşcinsellerin özgürleşmesi gibi iyi niyetler taşıyan nutuklardan azade bir tür! Travestizme, nağmeye, mime, dansa başvurmalarının nedeni bir konuya işaret etmek, izleyicinin “fikirlerini değiştirmek” değil; bunlar daha çok onun kafasını karıştırmak, keşfetmeyi her zaman az çok reddettiği, arzunun puslu alanlarını bulandırmak için birer araç. Artık mesele eril olana karşı dişil olanı –veya tersini– oynayıp oynamayacağımızı bilmek değil; fakat bedenlerin, tüm bedenlerin, “toplumsal bedenin” temsillerinden ve sınırlamalarından, kalıplaşmış duruş, davranış ve tavırlardan, Wilhelm Reich’ın söz ettiği “zırh”tan kurtulmalarını sağlamak. Kapitalizmin de temellerinden biri olan cinsel yabancılaşma, toplumsal bedenin erillik temelinde kutuplaşmasını içerir; bu sırada dişil beden bir ihtiras nesnesine, bir metaya, ancak suçluluk içinde ve sistemin tüm çarklarına (evlilik, aile, iş vs.) boyun eğerek erişebileceğimiz bir yere [territoire] dönüşür. Öte taraftan arzu, elinden geldiği kadar başının çaresine bakacaktır! Aslında, kadın tarafına, veya daha kesinkes bir ifadeyle, bir kadın oluşa sığınmak üzere erkek bedenini terk edecektir. Burada esas önemli olan, hedeflenen nesne değil, fakat dönüşüme yönelik hareketin kendisidir. İşte Les Mirabelles’in keşfetmemize yardımcı olduğu, bu hareket, bu geçiştir: kendi bedenini, başka bir erkeğin veya kadınınkini seven bir erkek, her zaman gizlice bir kadın oluş içinde demektir. Psikanalistlerin bizi inandırmaya çalıştıklarının aksine, bu, kadınla özdeşleşmeden, hele hele anneyle özdeşleşmeden tümüyle farklı bir şeydir. Burada söz konusu olan öteki oluştur. Baskıcı toplumsal bedenin bizi olmaya ittiği şeyden başka bir şey oluşa doğru bir basamak. Nasıl ki emekçiler, emek güçleri sömürüldüğü halde dünyanın gerçekliği ile bir çeşit gerçek ilişki kurmayı başarıyorlarsa, kadınlar da aynı şekilde, maruz kaldıkları cinsel sömürüye rağmen arzuya yönelik gerçek bir tür ilişkiyi korumayı başarırlar. Ve bu ilişkiyi temelde bedenleri düzeyinde yaşarlar. Ve nasıl ki, ekonomik düzlemde proletarya olmadan burjuvazi bir hiçse, beden düzleminde de bu tür bir “kadın oluşa” ulaşamayan erkekler, pek bir şey sayılmazlar. Kadın bedenine bağımlılıkları buradan doğar, veya düşlerine ve bedenlerine musallat olan veya eşcinsel partnerlerine yansıttıkları kadın imgesine duydukları bağımlılık. Yine, kadınları indirgemeye çabaladıkları karşı-bağımlılığın, veya onlara yönelttikleri saldırgan cinsel davranışların da kaynağı budur. Ekonomik sömürü ile cinsel sömürü birbirinden ayrıştırılamaz. Burjuvazinin ve bürokrasilerin iktidarı ellerinde tutmalarının koşulu budur: kendilerini cinsiyetler, yaş grupları, [ve] ırklar arasındaki ayrımlara, tavırların kodlanmasına, kastlar arası tabakalaşmalara dayandırırlar. Bu ayrım ve tabakalaşmaların bizzat militanlarca yeniden üretilmesi (örneğin, kadın ve çocukların somut yabancılaşmasının, sahiplik ve hâkimiyet iddiasındaki tavırların, [veya] özel hayat ve kamusal etkinlik arasındaki burjuva ayrımın tüm sonuçlarını görmekten imtina etmek), bugün emekçi ve devrimci hareketin felce uğramasının temel nedenlerinden biridir. Halkın gerçek arzularına kulak verilmesi, öncelikle kişinin kendi arzusunu ve en yakınlarınınkini dinlemesi demektir. Bu kesinlikle sınıf savaşının, arzuların savaşından çok sonra gelmesi gerektiği anlamına gelmez. Tam aksine, ikisi arasındaki her kesişme, ilkine şüphe götürmez bir güç katacaktır.
Félix Guattari'nin La Révolution Moléculaire kitabından, Sel Yayınları Queer Düş'ün serisinden çıkacak, adı henüz belli olmayan ikinci kitap için çevrilmiştir. Kitabın editörleri Leman Sevda Darıcıoğlu ve Berfu Şeker'e, ve Sel Yayınları'na teşekkür ederiz.
[1] André Baudry’nin 1954 yılında Fransa’da çıkarmaya başladığı dergi ve bu dergi etrafında bir araya gelen grup. Fransa’daki eşcinsel hareketi tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturmakla birlikte, eşcinsellerin saygın bir yaşam sürüp toplum tarafından kabul görmelerini sağlamayı amaçlaması bakımından dönüştürücü ufkunun kısıtlı olduğu söylenebilir – ç.n.
[2] Devrimci Eşcinsel Hareket Cephesi [Front Homosexuel D’Action Révolutionnaire] 1970’li yılların başlarında Fransa’da farklı cinsel yönelimleri olan kişilerin oluşturduğu ve toplumu bütünsel olarak dönüştürmeyi amaçlayan grup – ç.n.
[3] Kelimenin kökenindeki “sex” kelimesinin Fransızca’da hem cinsiyet hem de cinsellik anlamına geldiğini akılda tutmakta fayda var, dolayısıyla “cinsiyetli oluş” aynı zamanda cinselliği de içeriyor – ç.n.
[4] Dipnot 3’teki gibi, “sex” iki anlamı da içerdiği için, “sexualisation” kelimesinin karşılığı olarak hem cinsiyet şekillenişini, hem de cinselleştirmeyi veriyorum – ç.n.
[5] Burada geçen Fransızca kelime “travelot”. Karşı cinsten birini oynamak için kıyafet değiştirmiş oyuncu; bir balo veya kutlama için kıyafet değiştirme ve buradaki kullanımı itibariyle “özellikle bir hormon tedavisi ertesinde, hayli belirgin kadınsı nitelikler gösteren, kadın gibi giyinen ve süslenen eşcinsel erkek” anlamına geliyor (bkz. http://www.cnrtl.fr/lexicographie/travelo). İngilizce çeviride “drag queen” kullanıldığı için ona sadık kaldım, “trans” şeklinde de çevrilebilirdi – ç.n.