Çok görüp geçirmişliğin sonucunda yaşanan umutsuzluğu sağaltmak istiyorsak, kendimizi sadeleştirip yüreğin kendiliğindenliğine yeniden güven duymamız gerekir. Bereket versin ki ironi bu sadeleştirmeye karşı koymadığı gibi, neticede destekler onu. Bilgiçliğin, lafazanlığın ve edebiyatın içimizi çürüttüğü doğrudur, fakat atılım başka bir yere varır ve insan –nükte sayesinde– şeyleri içtenlik ve şevkle duyabilmeye devam eder. Nükte ile aşk arasında, her birinin sırasıyla galip ve mağlup çıktığı, bitimsiz bir oyun oynanır. En incelikli kimse odur kazanan. Nükte daha becerikli ve atiktir aşktan, ama aşk da nükteden bir o kadar güçlüdür. Schopenhauer durmaksızın arzudan sıkıntıya geçen iradeyi bize göstermiştir, biz ise –tam tersi bir diyalektikle– tiksintide dur durak bilmeksizin yeniden doğan arzuyu görüyoruz daha çok. Daima yinelenen, her yıl baharın gelişi kadar derin bir mucizedir bu. Baharın işaretlerini kışta bulan bu iyimser okuma, bozulmanın alametlerini yazda gören kötümser okuma kadar geçerlidir; aynı sonsuzluğun iki okumasıdır bunlar. Aşk, bezginliğin derinliklerinde durmadan filiz verir ve aşkın o sonsuz ciddiyeti, kendisini kalbura çeviren o binbir iğneleyici söz içinde yeniden doğar; geçip giden her senede bir mayıs ayı, taze bir gençlik ve yepyeni bir güven vardır. Art arda gelen bunca kış, nasıl olur da doğayı çiçek açtırmaktan usandırmaz? Usandırmaz, çünkü bahar da kış kadar dediğim dediktir ve doğa her defasında, o yorulmak bilmez sabrıyla –ve hiçbir ders çıkarmamışçasına– hayvanları ve bitkileri uyandırır. Dirilişin gizemidir bu. Doğayı insanbiçimli ve her zaman için gidimli bir düşünmeye dayalı kavramlarla tasavvur etmekten vazgeçer ve –Schelling’in izinden giderek– doğanın o sonsuz bereketinin ve yorulmak bilmez enerjisinin farkına varırsak, ortada bir gizem yoktur aslında. Makinenin yıpranıp aşınacağı bir durumda (zira daimi hareket yoktur), doğa neden bezip usansın? Bizim safdilliğimizin de olağanüstü meşakkatli bir hayatı vardır. Ne alay ne başarısızlık ne de kuşkunun o uzun kışları… hiçbir şey fayda etmez; zira baharın ilk ılıklığı her zaman tümüyle unutkan bir halde bulur bizi. Bin defa hüsrana uğrasa da, her defasında kendi çocukluğunun tazeliğine kavuşmasını bilen tükenmez bir cömertliğin gizemidir bu. Aşk ve ironinin oyunlarıdır bunlar. İroni ve aşk, ölüm ve diriliş döngüsü uyarınca birbirini kovalayarak ara vermeksizin dönüp durur. Durmadan kendini yenileyen bu aşk, görelilik taşıyan bu mutlak, insanların ebediyete dair bilip bilebilecekleri her şeyi –heyhat!– ifade etmez mi?
[…] ironinin amacı bizi iğneleyici sözlerin keskin sirkesine batırmak, yahut o ipli kuklaları kılıçtan geçirip yerlerine bir başkasını dikmek değil, noksanlığında ironinin ironik dahi olamayacağı şu şeyi eski haline kavuşturmaktır: Masum bir ruh ve esinli bir yürek.
Vladimir Jankélévitch, "İroni", çev. Yunus Çetin (İstanbul: Metis, 2020) s. 185-187.