Özerkliğin Savunulması

Aydınların en değerli ortak kazanımları tehdit altında. Bu tehditlerin başında onların özerkliğinin hem ürünü hem de güvencesi olan eleştirel düşünce geliyor. Her yerde, bağıra çağıra, aydınların öldüğünü, yani ekonomik ve siyasal iktidara karşı koyabilecek son muhalif güçlerden birinin daha sona erdiğini ilan etmek moda oldu. Tabii aydınların yok olmasından en çok çıkarı olanlar, bu felaket habercileri. Yani, şöhretleri uğruna günün ekonomik, politik ve medyatik güçleriyle işbirliği yapan kalemşorlar. Tehlikede olan erdem ve değerleri inatla savunanlardan kurtulmak isteyenler…

Burada seslendiklerim, kültürü bir miras, ya da egemenlik veya ayrıcalık kazanma aracı gibi görenler değil; kültürü bir özgürlük vasıtası gibi kavrayanlar. Umarım bu kişiler, aydınların eleştirel gücünün, özgürlük söylemini yayacak bir 'kolektif aydın'ın canlandırılması için çağrı yapma hakkını bana tanıyacaklar.

Aydın çelişkili biridir. Bu çelişkili durum, özerklik ile bir davaya bağlılık, saf kültür ile politika arasında yapmak zorunda kaldıkları seçimden kaynaklanır. Çünkü tarihsel olarak, hem bu karşıtlık içinde, hem de onun aşılması sürecinde oluşmuşlardır. Yazarlar, sanatçılar ve düşünürler ilk kez Dreyfus davası sırasında birer aydın olarak kendilerini ortaya koymuşlardır. Çünkü politik hayata birer aydın olarak müdahale etmişlerdir: yani, sanatın, bilimin ve edebiyatın görece özerk dünyasına ait olmaları dolayısıyla ve özerklikle birleşen çıkarsızlık, yeterlik gibi değerlere sahip çıkarak.

Aydınlar, ancak ve ancak, dinden, ekonomik ve politik iktidardan bağımsız, yasalarına saygı gösterdikleri özerk bir entelektüel dünyanın onlara bağışladığı özgül bir otorite sayesinde ve yalnızca bu özgül otoriteyi siyaset uğruna kullanarak var olurlar. Sanılanın aksine, özerklik arayışları ile politik etkinlikleri arasında bir çatışkı yoktur. Ancak özerkliklerini ve iktidarları eleştirme özgürlüklerini geliştirmeleri sayesinde, kültürel üretimle ilgili bir politik eylemin etkinliğini artırabilirler.

Aydınların kolektif eylemini tanımlayabilmek için, hepimizin zihninin gerisindeki, saf sanatla angaje sanatı karşıt birer seçenek gibi sunan yaklaşımı reddetmek gerekir. Bu yaklaşım artık yıpranmıştır.

Günümüzde, kültürel üretim evrenlerinin özerkliğini savunmaya adanmış olan aydınların acilen bir aydınlar enternasyonali yaratmaları gerekmektedir. Özerkliğin son derecede şiddetli bir şekilde tehdit edildiğini ve bunun yeni tür bir tehdit olduğunu belirtirken kıyamet haberciliği yaptığımı sanmıyorum. Bugün sanatçılar, yazarlar ve düşünürler, kamusal tartışmalardan giderek tamamıyla dışlanmaktadırlar –hem bu tartışmalara karşı ilgilerini kaybetmeleri, hem de etkin olarak bu tartışmalara katılma olanaklarının ellerinden alınması nedenleriyle.

Özekliğe karşı tehditler, sanat dünyasıyla para dünyasının her geçen gün daha yoğun olarak biribirlerinin içine geçmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, yeni sponsorluk biçimleri, birtakım şirketler ile kültür üreticileri arasındaki anlaşmalar; ayrıca, üniversitelerdeki araştırmaların sponsorluğa yönelmeleri ve kimi okulların doğrudan iş dünyasına bağlı olarak kurulması. Ekonomi imparatorluğunun sanatsal ve bilimsel araştırmalar üzerindeki egemenliği, kültürel üretim ve dolaşım, hatta itibar mekanizmaları üzerindeki denetimiyle, bizzat alan içinden de sağlanır. Gazete, radyo, televizyon gibi belli başlı kültür bürokrasilerine bağlı olan üreticiler, giderek daha fazla piyasanın gereklerine zorlanmakta, reklam verenlerin baskılarına maruz kalmaktadırlar. Ve çalışma koşullarının onları mahkûm ettiği uygulamaları az çok bilinçsizce entelektüel yetkinliğin ölçüsü haline getirirler: örneğin, gazeteciliğin kuralı olan hızlı yazmayı ve okumayı. O zaman insan soruyor, 19. yüzyıl ortalarından beri kültürel üretimin özelliği olan ve bir yanda küçük üreticilerin, diğer yanda ise kitle üretiminin ve 'endüstriyel edebiyat'ın bulunduğu koşullar acaba artık eriyor mu? Çünkü ticari üretimin mantığı, avangard üretim üzerinde her geçen gün kendini daha fazla dayatıyor. Özellikle de, kitap piyasasının denetlediği edebiyat alanında.

Ticari edebiyat yeni bir şey değil; ticaretin gereklerinin kültürün tam kalbine etki yapması da yeni değil. Ancak, iktidarı elinde bulunduranların dolaşım ve itibar mekanizmaları üzerindeki denetimi hiçbir zaman bu kadar yaygın olmamıştır. Ayrıca bir best-seller ile deneysel bir iş arasındaki ayrım hiçbir zaman bu kadar bulanık olmamıştır. "Medyatik" denen üreticilerin kendiliğinden yatkın olduğu bu bulanıklaştırma, kültürel üretimin özerkliği üzerindeki en beter tehditi oluşturur. Piyasa, moda, devlet, politika, basın gibi boğucu toplumsal baskıları kültürel üretim alanına sokan Truva Atı, özerk ve bağımsız olmayan işbirlikçi üreticidir. Aydının gücü, yalnızca kendi alanının iç gereklerine tepki verebilme yetisinin sağladığı özerkliğe dayanır. Platon'un doxosophes dediği bu işbirlikçi üreticilerin mahkûm edilebileceği temel de budur. İşbirliği bir alana, o alanın kendi normları uyarınca başarılı olmayı beceremeyen üreticiler aracılığıyla bulaşır. Sıradan ve başarısız yazar ve sanatçılar arasında gelişen Jdanovculuk bunun kanıtlarından biridir.

Yüksek bir özerklik düzeyine ulaşmayı başarmış bir entelektüel alanda hüküm süren anarşik düzen, ekonomik dünyanın ve ortak aklın kurallarına meydan okuduğu ölçüde her zaman tehdit altında olacaktır. Bu düzenin kimilerinin kahramanlığına dayanması tehlikelidir. Özgür bir entelektüel düzeni kuran, erdem değildir. Ama entelektüel erdemi yaratan, özgür bir entelektüel düzendir.

Aydınların politik etkisini güçlendirmeye yönelik her politik girişim, onların sahip olduğu aykırı ve çelişkili doğaları nedeniyle, ilk anda tutarsızmış gibi görünür. Çünkü bir yandan amaç özerkliği pekiştirmektir. Yani, işbirlikçi üreticilerden kopmak ve bütün iktidar biçimleri karşısında kültürel üreticilerin ekonomik ve toplumsal özerkliklerini güvence altına almaktır. Diğer yandan, aydınları fildişi kulelerine kapanma eğiliminden kurtarmak ve mücadeleye yüreklendirmektir.

Bu mücadele kolektif bir mücadele olmalıdır. Kültürel üreticiler, ancak, "organik entelektüel" efsanesini tamamıyla gözden çıkararak, ama her şeyden elini eteğini çekmiş mandarin efsanesine de kapılmaksızın, kolektif olarak kendi çıkarlarını korumak üzere anlaşabildikleri sürece yeniden toplumsal dünya içindeki yerlerine kavuşabilirler. Ve böylece eleştirinin ve uyanık olmanın uluslararası gücü olduklarını kanıtlarlar.

 

Pierre Bourdieu'nün The Rules of Art – Genesis and Structure of the Literary Field kitabının (1992) "Postscript" bölümünden kısaltılarak çevrilmiştir.