Bienal'in kaskatı duruşuna alternatif olarak daha akışkan, daha organik bir şey yapmak istedik.
Sanat dünyası zaten bu kadar elitistken ve sanatçı/küratör/galerici/sanat eleştirmeni/sanat tarihçisi dışındaki insanların sanatla bağ kurması gitgide zorlaşırken biz de herkesin bağ kurabileceği masum bir çocuk oyunu olan “saklambaç”ı Bienal ortamında izleyiciyle buluşturmak istedik.[1]
Bienal'in iç mimarisi bu oyun için çok uygundu, labirentleşiyordu. Projeyi sonuna kadar tamamlayıp güvenlik görevlileri tarafından atılmasaydık yapacağımız şey şuydu: Baştan aşağı tuvaletlerde bembeyaz giyindikten sonra ana salonlardan birine gidecektik.
Ebe saymaya başladığında oyuncular odalara dağılacak, oyuncular gizli ve bulunamayacakları yerlere saklanmaktansa odalarda sanat eserleri ve izleyiciyle iletişime geçecek, kendi bireysel performanslarını yapacaklardı.
Duvarlardaki işleri imite edebilecekler, beyaz kutu sendromunu yaşayan Bienal duvarlarına yaslanıp kamufle olabilecekler, içeriklerine göre bölümlenmiş bu odalarda içerikten kurtulmaya ya da özünü bulmaya çalışabileceklerdi ve tabii daha birçok olasılık söz konusuydu.
İzleyiciler “Siz ne yapıyorsunuz?” diye sorduğunda da “Saklambaç oynuyoruz, sen de katıl!” diyecek ve performansa dahil olacaklardı.
Bir şekilde çağdaş sanat terminolojisiyle çocuk oyununu ve izleyiciyi birleştiriyorduk. Bu projeyi yapmak bizim için önemliydi, deney niteliği taşıyordu. Allan Kaprow'un "happening" performansları tadındaydı.
İzin almadan yapılan bir işti. Oyuncuların performans içindeki performanslarının ucu açıktı. Oyuncular kişisel sınırlarını ne kadar zorlayacaktı? İzleyici nasıl tepkiler verecekti?
Bienal kurumu nasıl bir tepki verecekti? Bunların hepsi bizim için merak konusuydu ve bu performansı yapmadan bu soruların cevabını alamayacaktık.
Oyuncul yaratılışı gereği birçok değişik yoruma açık bir işti bu performans. Ebe olan ben, sanatçının küçük kişisel imzası olsun diye günlük hayatta kendi saç stilime sahip olan perukları takmış diğer sanatçı arkadaşlarımı –ya da benim kişisel yorumumla kişiliklerimi– büyük bir sanat kurumunun duvarları arasında bulabilecek miydim?
... açık fikirli olması gereken bir sanat platformu meğerse özgür ifadeden o kadar korkuyormuş ve o kadar kaygılıymış ki performansa başlar başlamaz güvenlik görevlileri üstümüze koşmaya başladı, yaka paça dışarı atıldık, hafifçe tartaklandık.
Naiftik, kendimizi ifade edebilmek istiyorduk, daha önce bu tarz yapılmış aktiviteler bize ilham veriyordu. Çoğumuz sanat öğrencisiyiz ve daha hayattaki yolumuzu, duruşumuzu bulmaya ve sanatla uğraşmaya çalışırken sağolsun Bienal bizi taraf seçmeye zorladı.
...
Saklambaç köşe kapmacaya dönüştü. Arkadaşlarımın çoğunu kurbanlık koyun gibi bilinmeyen bir yere götürülürken izledim, kurbanlık sanatçı oldular, bir yandan kendimi açıklamaya çalışırken beni dinlemediler.
Onları bir yük asansörüne doldurup bir salona götürmüşler sorgulamak için. Sorulara cevap vermemişler bakalım güvenlik nereye kadar gidiyor diye.
En sonunda hepimizi sürükleye sürükleye İstanbul Modern sınırları dışına çıkardılar. İçerde vestiyerde duran eşyalarımızı vermeyi reddettiler. Başka arkadaşlarımız bizim için gidip aldı.
Seyircimiz çok tatlıydı. Güvenlik görevlileri tarafından alıkonurken bizi desteklemek için alkışladılar.
...
Buradan bütün sanatçılara sesleniyorum, eğer hatırlanırsa tabii, gelin önümüzdeki Bienal'de hep birlikte saklambaç oynayalım ve performanslarımızı yapalım!
Önümüzde Contempory Art Fuarı var ve İstanbul Modern gibi kurumlar, bunları da unutmamak gerek...
Bir sonraki Bienal'de görüşürüz!
Saklambaç'ın künyesi:
Yer: İstanbul Bienali, Antrepo 3
Tarih: 10 Kasım 2011, Perşembe
Zaman: 16.30
Oyuncular: Ege Okal, Cansu Yeşilbademli, İpek C. El, Hazal Kızıltoprak, Dila Yumurtacı, Melek Nur Dudu, Merve Uzunosman, Asaf Nisan Güler, İrem Ündeğer, Cem Boyvadaoğlu
Belgeleyenler: Gizem Acarla, Aylin Ergenç, Ali Çepni, Fatih Yapar, Özge Karagöz
* http://www.bianet.org/bianet/sanat/134016-onum-arkam-sagim-solum-bienal
[1] https://www.facebook.com/photo.php?v=10150379635532870