İkinci Dünya Savaşı sırasında New York’a kaçan André Breton’un,1946 yılında Paris’e dönüşünden sonra yeni birtakım sürrealist dergiler yayınlanmaya başladı. Néon, Médium, Le Surréalisme, meme, Bief-jonction surréaliste, Front unique ve La bréche: action surréaliste. Breton’un editörü olduğu ve 1961’de çıkmaya başlayan La Bréche ise 1965 sonuna kadar sürdü ve sekiz sayı yayınlandı. Sürrealistlerin her zaman saygı gösterdiği Sade ve Fourier gibi filozofları ele aldı. Ayrıca, edebiyatta ve sinemada süregelen, çağdaş nouveau roman ve nouvelle vague hareketlerini destekledi. Sürrealistlerin politik tavırlarının sesi oldu; Küba Devrimi’nin yanında yer aldı. Sürrealizmin devrimci eylemler yaratarak örgütlenmesini savundu: “Sürrealizm her zaman kendi çevresinde devrimi tetiklemek istedi… Devrimin dinamikleri arasında bir iletken olmaya soyundu.” Ve nitekim bunu gerçekleştirdi; Sitüasyonist Enternasyonal, Nouveau Réalisme, Nouvelle Figuration, Fluxus, Jean-Jacques Lebel ve Happening “kabilesi” gibi grupları içeren avangard hareketler arasında bir iletken rolü oynadı. Bazı avangard grupların biraraya gelmesiyle oluşan, Guy Debord’un lideri olduğu Sitüasyonist Enternasyonal, Dada ve sürrealizmin 1945’e kadarki devrimci adımlarını benimsedi ama yeni bazı taktiklerin, durumların (sitüasyonların) yaratılması gerektiğini savundu. “Gösteri toplumu”na cephe aldı, ayrıca modern kent toplumunu kavramak ve sanatı düzene karşı donatmak amacıyla Paris’in “psikocoğrafyasının” keşfine girişti. 1960’ta Pierre Restany’nin kurduğu ve Yves Klein, Tinguely, Niki de Saint-Phalle, Cesar, Arman gibi sanatçıların da yer aldığı Nouveau Réalism, toplumun döküntülerine, atıklarına odaklandı. Nouvelle Figuration ise, iktidar temsilleri olarak gördüğü imgeleri, özellikle de popüler ikonografiyi inceledi. 1961’de oluşan Fluxus, yarattığı anti-art nesneler ve performanslarla dili ve davranışları sorguladı. Jean-Jacques Lebel’in happening’leri ise, 1960’ta Venedik’te başladı. Lebel, Artaud’nun aşırılık tiyatrosunu hatırlatan, burjuvaziye ve devlete saldıran büyük ölçekli, kolektif performanslar örgütleyerek, sanatçıları ve toplumu düzeni parçalamaya çağırdı. Sürrealizmin erotik politikasını geliştirerek, onu toplumsal devrime yöneltmeyi amaçladı ve Mayıs 1968 Devrimi’nde bu amacını eyleme dönüştürdü.
Tüketim toplumunun yıkıcı doğası, Eros’un politik potansiyeli ve özgürlüğün anlamı üzerine 1960’larda yayınlanan ve 1968 kuşağı üzerinde gayet etkili olan bir dizi kitaptaki düşünceler de sürrealizmle kaynaştı. Bunların başında Henri Lefebvre’in Gündelik Hayatın Eleştirisi gelir (1947-1961). Lefebvre’e göre Marksist düşünce ve eylemin alanı asıl gündelik hayattır. “Gündelik hayat” kavramı, sadece işçilerin değil, tüketicilerin de kapitalizm bünyesindeki yabancılaşmasını içerir. Lefebvre, endüstriyel ve teknolojik gelişmenin bireyi nasıl parçaladığı üzerinde durur. Sosyoloji hocası olduğu ve Mayıs 1968 ayaklanmalarının en şiddetli yaşandığı Nanterre Paris Üniversitesi’nde isyanın sesi olur. Mekân ve şehircilik konularındaki teorileri sitüasyonistlere yol gösterir. Savaştan önce Breton’la yolları ayrılsa da bir sürrealist olan Bataille, erotizm konusundaki araştırmalarında ve romanlarında antropoloji ile felsefeyi, sanat ve edebiyat tarihini kaynaştırır. 1961’de yayınlanan Eros’un Gözyaşları gibi kitaplarında, Marquis de Sade’dan da esinlenerek, şiddet, zillet (abjection) ve erotizmin nasıl birbirlerini içerdiği, insanlığın oluşmasında sanat, ölüm ve cinselliğin nasıl birbirlerini tamamladığı üzerinde durur. Fransa’da 1963 yılında yayınlanan Eros ve Uygarlık’ta Herbert Marcuse, psikanalizi Freud’dan kopararak devrimcileştirir. Psikolojideki bastırma (represyon) olayının, nasıl post-endüstriyel toplumda politik bir olay haline geldiğini inceler. Erosun özgürleşmesinin, arzunun özgürleştiği, yeni bir iletişim dilinin oluştuğu ve iş süreçlerinin emekçiler lehine yeniden örgütlendiği bir toplum yolunda hayati bir adım olduğunu savunur. Eros ve Uygarlık, Fransa’da 1968’de çıkan, gene Marcuse’nin Tek Boyutlu İnsan kitabıyla birlikte ayaklanan gençlerin el kitabı olur. Marcuse de, sürrealistler gibi, teknokratik bir toplumda sanatın, insanların arzularının nasıl felç olduğunu teşhir edeceğine inanır. Fourier’in “dev sosyalist ütopyası”nın önemine işaret eder.
Bu arada, 1964 ve 1965 yıllarında Paris’te iki büyük sürrealizm sergisi açılır. Patrick Waldberg’in düzenlediği 1964 sergisi, romantiklerden Dada’ya sürrealizmin tarihine odaklanır.[1] 1965 sergisi, sürrealistlerin gayet militan ve çağdaş olduğunu savunarak Waldberg’in tarihselci bakışını eleştirir. Nitekim 1965 Mutlak Sapma sergisi de düzenleyenlere göre savaşımcı bir sergidir ve Fourier’nin felsefesini temel alır. Serginin afişinde ve kataloğunda Fourier’in portresinin kaleydoskopik bir tasarımı yer alır.
Sol: "Mutlak Sapma" sergisi kataloğunun kapağı. Sağ: "Mutlak Sapma" sergisinden, Jean Benoit, Necrophiliac.
Rasyonalizme ve modern uygarlığa meydan okuyan 19. yüzyıl ütopik sosyalistlerinden Fourier (1772-1837), aklın karşısına tutkuları (arzuyu) çıkarıyordu. Ona göre armonik bir toplum tutkuların yönettiği, cinselliğin ve duyuların sınırsızca özgür olduğu estetik bir düzen içinde gerçekleşebilirdi. Schiller gibi güzelliğin özgürlük demek olduğunu savunuyordu. Cinsel armoni, toplumsal armoni ve estetik armoni özdeşti. Fourier’in felsefesi, Breton ve sürrealistler üzerinde baştan beri gayet etkiliydi. Ancak sürrealistlerin ütopik sosyalizm inancı hiçbir zaman 1960’lardaki kadar güçlü olmamıştı. Roland Barthes’a göre, Sade gibi Fourier de, Eros’la Psyche’nin düzene karşı birleştiği bir felsefe öngörür. Sürrealistler de, devrimci bir dönüşümün ancak Fourier’nin önerdiği gibi tutkuların özgürleşmesi ve kapitalizme özgü teknokratik akıldan kurtuluş sayesinde mümkün olabileceğine inanır.
1967’de yayınlanmaya başlayan ve sürrealistlerin bütün grup adına çıkardıkları son dergi olan L’Archibras da Fourier’e adanmıştı. Zaten “L’Arcibras” Fourier’in bir makalesinin başlığıydı. Fourier’in hayal dünyasında insana ait ek bir uzuvdu, onun “armoni kolu”ydu. Bu kol, hem bir filin hortumunu hem de bir maymunun kuyruğunu andırıyordu ve ucunda kartalınki kadar güçlü bir pençe vardı. İnsanlar bu uzuvları sayesinde bir balık kadar hızlı yüzebiliyor ve en yüksek ağaçlara bile tırmanarak meyve koparabiliyordu. Ama en önemlisi, L’Archibras, insanlığından soyunmuş olan insanın yeniden insanileşmesinin bir sembolüydü.
Sürrealizm Sokağa Çıkıyor
André Breton, büyük sürrealizm sergisi Mutlak Sapma’nın ardından 1966’da ölüyor. Bu olay hareketin örgütlülüğünde bir dağılmaya yol açsa da, sürrealizm dönemin devrimci eylemlerinde etkisini sürdürüyor ve 1968 Mayıs başkaldırısının önemli düşünsel, politik dinamiklerinden birini oluşturuyor. 1969 yılına kadar yayınını sürdüren Archibras, ’68 Mart’ında Paris Nanterre Üniversitesi’nde başlayan işgallerinin yanında yer alıyor. Küba Devrimi’ni ve Siyah İktidar hareketini destekliyor. Derginin “Sürrealizm ve 1968 Martı” üzerine 3. sayısının kapağındaki siyah telefonun kadranında “siyah iktidar” yazıyor. Archibras, 1968 başkaldırısı dolayısıyla yayınladığı özel sayıda da, Fransız devletini ve başkaldırıya karşı çıkanları lanetliyor ve okuyucularını devrime katılmaya çağırıyordu. Her türlü “otoritenin gerçekliği (realizmi)” yerle bir edilmeliydi. En başta da “düşman” de Gaulle’ün: “gerçek polisin gerçekçi şefi; gerçek baskının gerçekçi örgütçüsü; tehdit altındaki kapitalizmin gerçekçi koruyucusu; …” İşte 5 Mayıs Sorbonne Üniversitesi işgali bu gerçekçiliğin “gerçeğine” karşı bir saldırıydı: “5 Mayıs’ta gerçekçilik ölüme mahkûm oldu. Devrimin amacı onu idam mangasının önüne çıkarmaktır… Kahrolsun Fransa!... Fransa örnek bir domuz ahırıdır: muharip domuzlar, sportmen domuzlar, çalışkan domuzlar, üretken domuzlar, edebi domuzlar vs.”[2] Dergide yer alan ve Fourier’den esinlenen bir notta artık her şeyin sokağa dökülen tutkuya dayandığı söyleniyordu. Ve bu tutkuyu üretenler devrimci eylemlere kaynamış olan sürrealizmdi.
Happening ve Jean-Jacques Lebel
Mayıs 1968’e giden günlerdeki en etkili sanat olaylarından biri happening’lerdi. Her ne kadar happening’in New York’tan çıktığı kabul edilse de bu sanatın kaynağındaki bütün hareketler Avrupa’ya özgüdür: Dada, Kurt Schwitters’ın “Merz tiyatrosu”, Antonin Artaud’nun “vahşet tiyatrosu”, Alfred Jarry’nin patafiziği vb. Jean-Jacques Lebel’in “Avrupa happening”i dediği kendi sanatı. Ancak bütün bunlardan beslenmiş olsa da happening özünde sürrealist bir olaydır. Sürrealizm gibi, insanları Eros’un yıkıcı gücüne uyandırmayı amaçlar. Zaten Lebel sürrealist grubun bir üyesidir; sürrealist sergilere katılır, dergilerde yazılar yayınlar ve Milano’da, 1959 yılında büyük bir sürrealizm sergisi düzenler. Her ne kadar 1960 yılında anarşist Noir et Rouge dergisine ve hareketine yakınlaşarak sürrealist grupla yollarını ayırsa da her zaman sanatının temelindeki sürrealist ilkeleri korumuştur. Breton’un ölümünden sonra yayınladığı Le Happening’de, sürrealizm gibi sanatı bir ekol ya da hareket olarak değil de bir yaşam tarzı olarak gördüğünü; gerçek ile hayali, Eros ile Thanatos’u birleştiren sanatçının görevinin teşhir olduğunu ve sanatın toplumda barınan bilinçaltını ve miti özgürleştireceğini yazmıştır. Ayrıca Bataille’ın ve Marcuse’nin teorilerinden hareketle, Eros’un özgürleştirilmesinin insanların totaliter toplumlardan kurtuluşu için esas olduğunu savunmuştur. Öte yandan Lebel, Marcel Duchamp, Max Ernst, Man Ray, hatta Breton gibi sürrealist öncülerin desteğine sahip olmuştur. En sansasyonel gösterisi, 1966 yılında Paris’te düzenlenen Özgür İfade Festivali kapsamında örgütlediği, sadizmi kutsayan happeninglerdir: “İlahi Marki’ye Adanmış 120 Dakika”. Fransa ve kilise düşmanlığından, salonun balkonundan aşağıya izleyicilerin üzerine işemeye ve apış arasına pırasa sokmaya kadar varan performanslar o kadar aşırıdır ki sonunda Lebel tutuklanır. Lebel’i sapıklık gerekçesiyle polise ihbar eden ise salonun sahibi olan ve randevu evleri işleten Madame Martini’dir! Breton dahil sürrealistlerin ve Sartre, Simone de Beauvoir, Ionesco, Jacques Prévert, Eric Rohmer gibi aydın ve sanatçıların açtıkları kampanyanın etkisiyle, sonunda hükümet Lebel’i bırakmak zorunda kalır.
Lebel Mayıs ’68 protestolarında… Sırtında “Zanzibar” yeraltı sinema grubundan Caroline de Bender
1968 Mayıs’ında Lebel Paris sokaklarındadır; Odéon tiyatrosunu işgal ederek onu “özgür bir foruma” çevirenlerin başındadır. Şiir, sanat, sürrealizm sokaklara inmiştir. Lebel de asıl derdinin şiirin intikamını almak olduğunu söyler – ve toplumun aşağıladığı avangardların. Mayıs 1968, sürrealizmin ve onun Eros politikasının zirvesi sayılır. Şair Alain Jouffroy bu tarihi, “sanatın sürrealizm mirası üzerinde yeniden doğuşu” olarak tanımlar.
Sitüasyonizm[3]
‘68 başkaldırılarındaki sürrealizm mirasından beslenen en güçlü en militan hareket muhakkak ki sitüasyonizmdir. Aslında 1957’de kurulan Sitüasyonist Enternasyonal, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra New York’tan dönen Breton ve diğer sürrealistlerin Marksizmden saptıklarını ve pasifleştiklerini öne süren avangardların birliğidir. Büyük ölçüde, Asger Jorn’un başını çektiği CoBrA grubu ile, Guy Debord’un lideri olduğu Letrist Enternasyonal’in ittifakıyla oluşmuştur. Ne var ki sürrealizmi yermekten çok, onu radikalleştirmeyi hedeflerler. Enternasyonal, amacını şöyle tanımlar: “Öncelikle dünyayı değiştirmek gerektiğine inanıyoruz… Amacımız sitüasyonların yapılandırılmasıdır… Yani, topluca yaratılmış atmosferler, bir ânın niteliğini belirleyen izlenim yumakları… Görevimiz, uluslararası avangardı ne yükseltecekse onu araştırmaktır.”
Guy Debord, eşi edebiyatçı Michele Bernstein ve Asger Jorn, Sitüasyonist Enternasyonal’in kuruluşunu izleyen günlerde
Sitüasyonistler gündelik hayatı özgürleştirecek eylemler düzenlerler. Gündelik hayatı özgürleştirmek için de en önce insanlar, kentlerini işlevsel olarak değil, arzularına göre, şansa bağlı olarak kullanmalıdırlar/yaşamalıdırlar. Bu da nedir? Flânerie. Rasyonalist urbanizme karşı çıkarak, kent hayatındaki güzergâhların tutkuya, aşka, şiire bağlı olduğu mekânlar tasarlarlar. Bunun için 1968 Mayıs’ında Paris’in işgali onlar için idealdir. Debord’a göre şiirsel ve siyasal devrim birdir. O nedenle, sitüasyonistler bütün yaratıcılıklarıyla ’68 Devrimi’ne katılırlar. Paris Nanterre Üniversitesi’nin altını üstüne getirirler ve bu olay bütün üniversitelerdeki ve fabrikalardaki işgallerin ateşleyicisi olur. Debord’a göre, sitüasyonistler “bütün olayın tam kalbindedirler”. Paris baştan aşağı onların sloganlarıyla donanır: “Hayal gücü İktidara”, “Tutkulara Özgürlük”, “Çalışmaya Son”, “Sanat Öldü! Cesedini harcamayın”.
1968 eylemlerinin sıcağından yazılmış olan Guy Debord’un Gösteri Toplumu, bir rehber olur. Debord, çağdaş hayatın devasa bir gösteri birikimi olduğunu savunur: “Bir zamanlar doğrudan yaşanan her şey artık bir temsilden ibarettir”. “Gösteri” (spectacle) ise “imaja dönüşene kadar yoğunlaşmış sermayedir”. Sitüasyonist Enternasyonal 1972’de dağılır ve “yıkıcılığın esteti” Debord 1994’te intihar eder: “Daha başka ne yapabilirdim, kesinlikle hayal edemiyorum.” 1970’lerden itibaren, sanatını bir devrimci eylem olarak örgütleyen her hareket, sitüasyonist bir ruh taşır, dolayısıyla sürrealizmin mirasını paylaşır. [AA]
Bu yazı, çok büyük ölçüde, Alyce Mahon’un Surrealism and the Politics of Eros, 1938-1968 kitabının, “Absolute Deviation” ve “The May Contestation: Surrealism in the Streets” başlıklı son iki bölümünden derlenmiştir; s. 173-215.
[1] Bu sergide Tiraje ve Yüksel Arslan’ın eserleri de sergilenir. Patrick Walberg, 1985’te Galeri Nev’in yayınladığı ve Ali Artun’un editörü olduğu Zamanları Hafızası kitabının metnini de kaleme almıştır.
[2] José Pierre’in Alyce Mahon’la söyleşisi, 10 Kasım, 1996.
[3] Bu bölüm, Ali Artun’un, “Sanat ve 1968 Baharı-Bir Kronoloji” makalesinden derlenmiştir: Sanat Dünyamız, sayı 110, Bahar 2009, s. 32-47.