Kamusal mekân ayrıcalık değil, haktır. Oysa Britanya’da ortak alanlar geçmişte görülmemiş bir biçimde satışa çıkarılıp, özelleştiriliyor. Şehir sakinlerinin kolektif varlıkları, açıklamasız ve mazeretsiz, el değiştiriyor. Sanki kaçınılmazmış gibi gösterilen süreçte, ortak sahiplikteki alanların satışı mazur gösterilmeye çalışılıyor. Yangından mal kaçırır gibi yapılan satışların merkezinde ise Londra var.
Kamusal alanların özelleştirilmesinin sonuçları 2011’de ortaya döküldü. Occupy hareketi protestocuları işgal ettikleri Paternoster Meydanı’ndan mahkeme kararıyla, zor kullanılarak çıkarılınca, meydanın Mitsubishi şirketine ait olduğu anlaşıldı. Bir şirketin dayattığı kuralların memleketin yasalarının önüne geçmesi o zaman inanılması güç bir distopya gibi görünmüştü.
Londra Borsası’nın da bulunduğu Paternoster Meydanı’nın protestocular tarafından ‘Tahrir Meydanı’na çevrilen tabelası. Meydan polis marifetiyle kamuya kapatılınca, protestocular St. Paul Katedrali’nin basamaklarında eylemlerini sürdürmüşlerdi. (Fotoğraf Andy Hall).
Oysa gerisi geldi. Mesela Londra Belediye Binası’nın Kuveytli emlak baronlarına ait açık hava alanlarıyla çevrili bir kamusal ada haline geldiği ortaya çıktı. Yerel idareler sıkı para politikaları karşısında dara düştükçe, şirketlerle gizli tutmaya çabaladıkları işbirliklerine girmişlerdi. Kamuya bilgi vermekten kaçınıyorlardı. Satışların arkasında kim var, tam bilinmiyor. Ulusal Denetim Ofisi’nin kamusal alanların böylesine şevkle satılmasının peşine düşmesi beklenmez mi? Geçen yıl hükümetin bu tür bilgilerin saklandığı Tapu İdaresi’ni bile özelleştirmeye yeltendiği düşünülürse, pek de değil.
Londra Belediye Binası’nı çevreleyen özelleştirilmiş alanlar. (Fotoğraf: Alamy).
Sözde-kamusal mekânların[1] yeni sahiplerinin buralarda dayattıkları ‘kurallar’ halka duyurulmadığından, ancak bilmediğiniz bir kuralı çiğnediğinizde ve müdahaleye uğradığınızda bunların farkına varıyorsunuz. Protesto gösterilerinin, gazetecilik faaliyetlerinin, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı; kaykaya, bisiklete binenlerin, sokak çalgıcılarının, evsizlerin buralara sokulmadığı göz önüne alınırsa, bu sözde-kamusal alanların temel vatandaşlık haklarına bir saldırı niteliğine büründüğü ayan beyan ortaya dökülüyor.
Burayı kaybedersek başka bir yere gideriz demek kolaycılığa kaçmak olur. İşler böyle sürerse, yakında Londra’daki tüm açık alanlar özelleştirilip, gidecek yer kalmayabilir. Bu demek olur ki, pratikte şirketler koydukları kurallarla protesto hakkını kullanmamızı engelleyebilirler. En muhafazakarlarımızı bile ürkütmesi gereken bir fikir...
Gerçekten partiler-üstü bir sorun bu, yavaş-çekim bir felaket. Kızmak gerek çünkü ülkenin yarısı şimdiden nüfusun %0,06’sının mülkiyetinde ve bu durum böyle devam ederse eşitsizlik alıp başını yürüyecek. Kızmak gerek çünkü Britanya merkezli bile olmayan uluslararası şirketlerin fütursuzca koydukları kurallarla özgürlüğümüz ayaklar altına alınıyor. Kızmak gerek çünkü bu şirketlerin ne belediye meclisleri gibi çevreye karşı sorumlulukları var, ne de buralarda yaşayan insanlara. Kızmak gerek çünkü satışlar büyük oranda yoksulları ve gençleri etkiliyor. Kızmak gerek çünkü satışlardan vergi düşmüyorsunuz. Kızmak gerek çünkü sözde-kamusal alanlar yerel ticarete sekte vuruyor. Kızmak gerek çünkü her dönüşümle kent biraz daha ruhsuz hale geliyor.
Giderek ufalan dairelere giderek artan kiralar ödemek zorunda kalan Londralılar için kamuya açık, ulaşılabilir, kolektif olarak sahiplenilen alanların önemi de artıyor. Kamusal mekânlar toplumsal ve siyasal katılım için elzem; kentsel alanların metalaşması halkın kent hakkına yapılmış bir saldırı. Her gün, her vatandaş bu duruma karşı koymalı.
Bradley L. Garrett’ın “These Squares Are Our Squares: Be Angry About the Privatization of Public Space” başlıklı yazısından kısaltılarak çevrilmiştir. The Guardian (25 Temmuz 2018). https://www.theguardian.com/cities/2017/jul/25/squares-angry-privatisation-public-space (Erişim tarihi: 25 Temmuz 2018).
[1] ‘Sözde-kamusal mekân’la, kamuya açıkmış gibi görünen ama şirketlerin sahipliğine ve denetimine geçen kamuya ait meydanlar ve parklar kastediliyor. Bütün dünyada yaygınlaşan uygulamaya karşı The Guardian gazetesi bir kampanya yürütüyor; bu yeni gizlilik ve denetim kültürünü ifşa etmeye çalışıyor. Bilgiye erişebildiği kadarıyla, Londra’daki ‘sözde-kamusal mekânları’ haritalıyor. https://www.theguardian.com/cities/2017/jul/24/pseudo-public-space-explore-data-what-missing