Kapitalizmin Mekânsal ve Bedensel Ritimanalizi

“Ürünleri için durmadan genişleyen bir pazara gerek duyması, burjuvaziyi yeryüzünün dört bir bucağına salar. Her yerde yuvalanmak, her yere yerleşmek, her yerle bağlantılar kurmak zorundadır burjuvazi.”[1] Karl Marx ve Friedrich Engels'in Komünist Manifesto’daki bu tespitinde geçen “durmadan” ve “yeryüzü” ifadeleri, sermayenin mekân ve zaman ikiliğinin ritmine işaret eder. Tarihsel ölçekte sermayenin “merkezîleşmesi” ve “yoğunlaşması” olarak beliren genişleme süreci eşzamanlı olarak bütün ülkelerdeki üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik kazandırır. Mekân ile zamanın organik ilişkisi, sermayenin organik bileşiminin gelişmesine paralel yeni bir görünüm kazanır.

Sermayenin “merkezîleşme” ve “yoğunlaşma” hızı değiştiği oranda, insanlığa, karşısında etken (mekân ve mekâna müdahale) ve edilgen (zamanın akışı) kaldığını düşündüğü kavramlara dair yeni perspektifler kazandırmıştır. Yığınsal meta üretiminin kaynak ve pazar ihtiyacını karşılama arayışı, demiryolları, telgraf hatları, yollar, posta servisi gibi teknik ilerlemeleri zorunlu kıldıkça, mekân üzerindeki operasyonel faaliyetlerin önemi daha fazla anlaşılmıştır. Bu bağlamda, mekân, hammadde kaynaklarından emek gücü potansiyeline, pazar koşullarını düzenleyen devlet ölçeğinden uluslararası ticaret alanlarına dek çeşitli öğeleri içermesi nedeniyle sermayenin ilgisine mazhardır.

Mekân, belirleyici olduğu kadar, kendisi de belirlenime tabidir. Fredric Jameson’ın Kartezyen mekân ile parçalanmış mekân arasında yaptığı ayrıma sadık kalarak, söz konusu olgunun kapitalizmin seyrine göre yeniden form kazandığını söyleyebiliriz. Kapitalizm yerküreye yayıldığı ölçüde türdeş yapısal bir sistem haline gelmekte, toplumsal formasyonların niteliğine göre farklı kapitalizmler var olmaktadır. Ne var ki, bu süreç türdeş ve soyut olduğu kadar, parçalanmış mekânlar da üretmektedir. Kolonyalist dönemin zor eşliğindeki birikim koşullarına veya Fordist üretim modelinin sürekliliğine göre şekillenen mekânsal yapı ile, finans-kapitalin hükümranlığına göre projelendirilen mekânsal düzenlemeler arasındaki fark, hâkim birikim stratejisi tarafından belirlenir.

Mekânın mutlak ve kadim tek bir formu yoktur; Kartezyen veya parçalanmış mekânın dışında, karşıtlıklara ve tezatlıklara göre izotopyalar (benzer mekânlar), heterotopyalar (birbirinin dışına atılmış mekânlar) ve ütopyalar (sembollerin, hayal gücünün, idealliklerin işgalindeki mekânlar) bulunur.[2] Çeşitliliğin bu denli yüksek olmasındaki en önemli neden, sınıfsal asimetriler ve sınıf savaşıdır. Kapitalizm mekânlara yayılarak hem ekonomik hem de teknolojik egemenliğini tesis ederken, pek çok keşif yaparak işleyişini ve dinamiklerini metodik hale getirir.

 

     

Ev işlerinin verimlilik ve rasyonellik ideali doğrultusunda düzenlenmesine yönelik çalışmalarda bulunan Frank ve Lillian Gilbreth’in “Zaman-Hareket Çalışması”ndan, 1900’lerin başı. Sol: Montaj sürecinde bir işçinin hareketlerinin analizi. Sağ: Kahve Pişirme Eylemi için Zaman-Hareket Çalışması, 1932. Kaynak: Bir Arzu Nesnesi Olarak Ev

 

Yeni bir mekânın yahut yeni bir tekniğin keşfi, ideolojik, siyasi ve kültürel egemenliğin tohumlarını atar. Marx’ın belirttiği gibi sermaye bir “ilişki” olduğu için, bir mekânda nüfuz alanı bulabildiği ölçüde, orada siyasi ve kültürel temsil ilişkilerini de yaratır. Bu ilişki aynı zamanda, bireylerin iradesinin mülk edinilmesini içeren farklı pratiklerle örülüdür. Marx’tan hareketle söylersek, egemenlik ilişkisinin bir başkasının iradesinin mülk edinilmesine dayalı[3] oluşu, edilgen kılınmış ve soyutlanmış bir beden üzerindeki egemenlik ilişkisini pekiştirir. Bu sadece ekonomik değil, siyasal ve kültürel düzeylerde de iktidar anlamına gelir. Kapitalizm, siyasal ve kültürel temsillerini somutlaştırmak için mekânsallaşmaya yönelir; semboller, yapıtlar ve kurumlar yoluyla iktidar ritmini yakalamayı hedefler.

Mekânların düzenlenme ve parçalanma yoğunluğuna paralel olarak, herhangi bir “dış mekânın” kalmadığı topos inşa edilmektedir. Kapitalist üretim ilişkilerinin siyasi, kültürel, ideolojik öğeleri tarafından işgal edilen bu topos, bir hiper-mekân olarak, ikamet eden kitlelerin bilinç ve davranış düzeyinde yönsüzleşmeye (disorientation) yol açmaktadır. Jameson’a göre söz konusu yönsüzleşme, kent, devlet, uluslararası merkezler gibi büyük mekânların temsil sürekliliğini de zorlaştırır.[4]

Ne var ki, zaman ile mekân ilişkisinde bitmeyen bir gerilim bulunur. Mekân üzerindeki teorik veya pratik çok sayıdaki operasyonun kaynağında ne bulunmaktadır? Bu soruya siyasal iktisat boyutundan verilebilecek temel yanıt, Marx’ın görüşlerinden hareketle, sermayenin, asla elle tutamayacağı ve mülk edinemeyeceği bir olguyu aşma çabasıdır: zaman.

Zaman, her ne kadar hesaplanabilir ve ölçülebilir hale getirilse de, doğrudan özel mülkiyetin parçası haline dönüştürelemediği için çeşitli müdahalelerle kontrol altına alınmaya çalışılır. Uluslararası ticari sevkiyatın periyodunun artırılması veya bir fabrikadaki çalışma sürelerinin uzatılması, eşzamanlı olarak artık değer sömürüsünün yoğunlaştırılmasını ve servet birikimini kolaylaştırır. Sermaye birikiminin temel aksında, zaman üzerinde yürütülen bitmeyen bir mücadele bulunur. Mekân dolayımıyla zaman aşılmaya; kapitalizmin ritmini hızlandırmak için normlar yoluyla zaman dizginlenmeye çalışılmaktadır. Jameson’ın bağlamına geri dönersek, zaman-mekân çatışkısını çözüme kavuşturmak amacıyla kapitalizmin türdeş mekânı lehine zaman olgusu silinmektedir. Somut örnek vermek gerekirse, yığınsal üretimin gerçekleştiği bir üretim merkezinde insani çalışma süresinin veya sınıf kazanımlarına ait tarih duygusunun silikleştirilmesi gibi.

 

   

  

Harun Farocki’nin Arbeiter verlassen di Fabrik (Fabrikadan Çıkan İşçiler) adlı kısa filminden, farklı yer ve zamanlarda işçilerin fabrikadan çıkışlarını gösteren kareler. Filmin tamamını izlemek için bkz. Harun Farocki - Arbeiter verlassen di Fabrik

 

Henri Lefebvre, zaman ile mekân arasındaki gerilim ve ilişkiyi Ritimanaliz eserinde serimlemeye çalışmıştır.[5] Daha doğrusu, Lefebvre’inki bir kuramsallaştırma çabasıdır: “Ritim” kavramını pratik sonuçlarıyla birlikte yeni bir bilgi alanına dönüştürürken ritimanalizin odağına aldığı alanlardan birisi de zamandır. Lefebvre açık bir şekilde, “bir yer, bir zaman ve bir enerji tüketimi arasında etkileşim olan her yerde” ritmin bulunduğunu yazar. Doğrusal ve döngüsel süreçlerin; doğma, büyüme, gerileme ve son gibi anların tümü ritimleri barındırır. Lefebvre’in söz konusu savı, tarihin, müziğin, birey veya grupların yaşamındaki tikel, gerçek ve somut durumların analizinde ritimlerin bize kuramsal bir çerçeve sunacağıdır. Bu sav, kapitalist üretim tarzının zaman ve mekânla ilişkili örüntüleri üzerinden tartışmaya açılabilir.

“Modern çağa kadar mekân cömertçe insan türüne, zaman ise Tanrı’ya atfedildi” diyen Lefebvre, kitabının “Zamanın Manipülasyonları” bölümünün büyük kısmını sermayeye ayırır.[6] Sermayenin ritmi zamanı sıkıştırmaya dönüktür. Özel mülkiyete geçirilmesi söz konusu olmayan zaman, saatle, takvimle, periyotlarla sınırlandırılmaya çalışılır. Çağdaş kapitalizmde sermayenin ritmi, her şeyin üretimini ve her şeyin yıkımını içermektedir. Anonimleşen “yaratıcı yıkım” nitelemesinde ritim, yaratıcılıktan yıkıma doğru kaymaktadır. Lefebvre bu durumu, “sermaye üretim ve yıkımın çatışan ikiliğini koydu ama yıkıcı kapasite en yüksek noktasına yaklaştı” diyerek nitelemektedir:

 

Sermayeye uygun olan ritim, üretimin (her şeyin üretimi: şeyler, insanlar, halklar vs.) ve yıkımın ritmidir (savaşlarla, ilerlemeyle, icatlar ve gaddar müdahaleler, spekülasyonla gelen yıkım). […] Sermaye bu birbirini izleyen değişimler yerine üretim ve yıkımın çatışan ikiliğini koydu; giderek öncelik kazanmış olan yıkıcı kapasite en yüksek noktasına yaklaşmış ve dünya çapında bir ölçüye çıkmış durumda.[7]

 

Doğanın yıkımı (yeraltı ve yerüstü kaynaklarının tahribatı), kamusal alanın yıkımı (özelleştirmeler ve yurttaşlıktan müşteriliğe kayış) ve bedenin yıkımı (aşkın hazzın değersizleşmesi, şiddetin arzulanması), sermayenin hâkim ritminden bağımsız değildir. Kapitalizmin aritmisinin (arythmie), yani yaratıcılık ile yıkıcılık arasındaki ahenksizliğin, yıkıcılıktan yana büyümesindeki neden, sermayenin kendisidir. Marx’ın Kapital’de vampir metaforuyla tanımladığı “ölü emek” olan sermaye, canlı emek olmaksızın yaşayamayacak tarihsel bir olgudur. Lefebvre’e göre “sermaye […] kendi etrafında ne varsa dünya ölçeğinde öldürür. Sermaye inşa etmez. Üretir. Yükseltmez; çoğalır.” Sermayenin ölü emek oluşu “yaşamı taklit etmeye” zorlamaktadır.

Kapitalizmin ritminin başka bir öğesi bedenin ritmidir. Daha da somutlaştırırsak, bedenin “terbiye”sidir. Marx’ın vurgusuyla, ıslah edilmiş hapishane olan bir fabrikada bir işçinin nasıl davranması gerektiğine dair kurallar ve protokoller bulunur. Belirli deneyimler ve üretimin artırılmasına dönük ideal formüller eşliğinde yaratılan bu kurallar, işçi sınıfının terbiyesini amaçlar. Fordizmden post-Fordist üretime, Taylorizmden yalın üretime kadar geniş bir kurallar manzumesi, kapitalist üretim ritminin aksamamasına yöneliktir. "Terbiye" terimi bu bağlamda rastgele bir seçim değildir. Lefebvre’in çalışmasında bedenin ritmine yönelik kritik bir ayrım vardır: Eğitim, öğrenim ve terbiye farklı şeylerdir; yaşamayı bilmek, yapmayı bilmek ve yalnızca bilmek gibi: “Bir topluma, gruba veya vatandaşlığa girmek, (öğretilen) değerleri kabul etmek, belirli kanalları takip ederek bir mesleği öğrenmek, ama aynı zamanda adap karşısında kendini eğmektir (bükülmektir).”[8]

 

Tiller Kızları'nın dansı. Siegfried Kracauer, bu dans türünü, Taylorizm'in çalışmayı örgütleme ve rasyonelleştirme biçimlerinin yarattığı dönüşümün yansıması olarak görür.

 

Lefebvre, insanların da hayvanlar gibi terbiye edildiğini belirtir. Bu tespiti abartılı gelebilir ama Antonio Gramsci’nin de Fordist üretimin başlangıç aşamasında buna benzer tespitleri olduğunu hatırlayabiliriz: Çok sayıda parçanın üretildiği, montaja dayanan, büyük ölçekli bir fabrikada zamanın etkili kullanılması ve maliyetlerin minimize edilmesi temel ilkedir. Bu kapitalist ilke, hem üreticilerin hem de tüketicilerin standartlaştırılmasına dayanır. Fordizmin değişen ve değişmez sermaye kalemlerini tasnif ve işleme mantığı, özünde Prusya bürokrasisine benzer hiyerarşik kurumsal örgütlenmeyle birlikte işler.[9] Fonksiyonalizmin ve üretkenliğin ön planda olduğu Fordizm, sadece bir üretim sistemi olarak kalmamıştır; Gramsci’nin Amerikanizm olarak adlandırdığı süreç, ekonomik ve entelektüel damarları bulunan bir hegemonya projesi olarak tüm toplumu kuşatmıştır. Gramsci, buna bağlı olarak, zor ve rızanın uygulanma şekilleriyle ve normlar yoluyla, işçi sınıfının, üretimin gizli mabedinde ve boş zamanlarının tüketime indirgenmiş örgütlenmesinde sermayenin parçalarına dönüşümünü irdelemektedir. Modern kapitalist toplumsal formasyonun idealleştirilmiş kurgusunda, işçinin zekâ, fantezi, inisiyatif ve aktif katılımını gerektiren “kalifiye profesyonel”likte işçinin terbiyesi ve mekanikleştirilmesi şarttır. Gramsci’ye göre:

 

Amerikalı sanayiciler işçinin fiziksel verimliliğinin sürekliliğini muhafaza etme derdindedirler. İstikrarlı, vasıflı emek gücüne, kalıcı/iyi ayarlanmış bir komplekse sahip olmak onların çıkarınadır; çünkü bir işletmenin beşeri kompleksi (kolektif işçi), hatırı sayılır bir kayıp olmaksızın, çok sıkça sökülebilen ve tekil yeni parçalar kullanılarak yenilenebilen bir makine değildir.[10]

 

Bir üretim tarzının rasyonel hale getirilmesindeki aşamalardan birisi ve belki de en önemlisi, toplumsal yaşamda işçilerin ve ailelerinin davranışlarının disipline edilmesi yoluyla toplumsal yeniden üretimin devamlılığıdır. Çalışma ideolojisinin sekteye uğramaması için çalışanların şekillendirilmesi gerekir. Gramsci, kapitalistlerin Taylor’un “eğitimli goril” anlayışına uygun olarak işçinin emek-zaman kapasitesini olumsuz yönde etkileyen tüm davranış pratiklerini terk ettirerek, işçilerin verimliliğini azaltan eğlence, içki, cinsellik gibi haz nesnelerini yasaklayarak artırabileceklerini düşündüklerini yazar.[11] Yeni bir üretim modeliyle karakterize edilmeye çalışılan yeni insan profilinin emek-zaman kapasitesinin dirimselliği, işçilerin gündüz ve gece, üretim alanlarının içinde ve dışındaki tüm hareketlerinin denetlenmesiyle mümkündür. Gerek devlet gerekse işveren yetkililerinden oluşan kontrol mekanizmaları, bu aşamada, uysallaştırılmış “yeni işçi”nin egemen sınıf çıkarlarına uyumlulaştırılmasında önemli roller üstlenmiştir. Taylor’un “eğitimli goril” ifadesine istinaden, işçinin emek-zaman kapasitesini olumsuz etkileyen tüm davranış pratiklerinin terk ettirilmesi, hem işyerinde hem gündelik yaşamda toplumsal normativiteye uygun terbiye edilmesi elzemdir.

 

 

Henri Ford’un Amazon ormanlarındaki dev plantasyonu Fordlândia’da işçilerin “eğlenmesi” için tasarlanmış balo salonu. Ford 1920’lerde otomotiv şirketine kauçuk hammaddesi tedarik etmek üzere Amazon’da bir “endüstriyel ütopya” kurmaya girişir. Küçük bir Orta Amerikan kasabası olarak inşa edilen devasa plantasyonda eğitimden eğlenceye kadar işçilerin tüm hayatı şekillendirilip denetlenir. Brezilya’da içki yasal olmasına rağmen Ford, Fordlândia sınırlarında alkolü yasaklar. Kaynak: Fordlândia: Amazon Yağmur Ormanlarında Fordizm Kâbusu

 

Lefebvre de benzer bir çerçeveyi bedenin “terbiye” ritmiyle birlikte ele alır; terbiye edilmiş olanın (mesela bir hayvanın) kullanım değeri olduğu düşünülür. “Canlı bir varlığı, ona belli bir edimi, belirli bir hareketi tekrarlatarak terbiye edebiliriz” diyen düşünür, bu noktada tekrarın önemini vurgular. Her tekrarın belirli bir sıradanlık taşıması gerekmez: birisi kendisini takdim ederken ya da bir başkasını takdim ederken, sadece basmakalıp davranışları değil, kutsallaşmış işlemleri ve törenleri de gerçekleştirir. Doğrusal komut ve jestler döngüsel olarak tekrarlanır. Bunlar terbiyenin aşamalarıdır. Her tekrar işleminde yeniden üretilen maddi pratikler yoluyla ideolojik yeniden üretim de gerçekleştirilir. İdeolojinin maddi yönünü irdelerken onun bir pratikler bütünü olduğunu belirten Louis Althusser’in Pascal alıntısında da buna benzer bir perspektif vardır: “İnanman gerekmiyor, diz çök, dudaklarını kımıldat, dua ediyormuş gibi yap, yeter”.[12]

Kapitalizmin belirli bir zaman ve mekân ölçeğindeki ritimleri değişkenlik gösterebilir. Lefebvre’in çalışmasındaki tasniften hareketle belki şunu söyleyebiliriz: “Gizli ritimler”, yani anı ve belleği de içeren fizyolojik ve biyolojik ritimler ile “kurmaca ritimler”, yani öğrenme süreçlerini içeren ritimler “terbiye” aşamasında kendisini gösterir. Sınıfsal kodların yerleştirilmesinde ve buna uygun olarak bireyin disipline edilişinde tamamlayıcı olan, “umumi ritimler”dir. Takvimler, bayramlar, merasimler, bir toplumda herkesi ilgilendiren zaman birimleri, terbiyenin limitlerini de belirler. Örneğin bir işçinin üretim mekânında ustabaşı tarafından korkutulması veya motive edilmesi gizli ritmi, gizli ritimler de kümelenerek kurmaca ritmi şekillendirir. Ritimler hızlandıkça üretim süreci de hızlanacak, üretim hızlandıkça sermaye birikimi de çoğalacaktır. Elbette bu ritimlerin tümü maddidir çünkü ritmin ahengini ve düzenini bozandan kurtulmak da, ritme sadık kalanı ödüllendirmek de söz konusudur.

Sonuç olarak, Kartezyen mekânın ritminden parçalanmış mekânın ritmine, her birinin zamansallıklarının yarattığı etkiden bunların siyasal sonuçlarına dek, durmayan bir şey vardır: sermaye. Yukarıda vurguladığımız üzere sermayenin mutlak ritmi patojeniktir; Lefebvre’in ifadesiyle doğanın, şehrin, sanatsal yaratıcılığın, toplumsal zenginliğin katledilmesidir. “Siyasi iktidar, zamanı, tarihi, zaman çizelgelerini nasıl kullanacağını ve manipüle edeceğini bilir. Kullandıklarının tezahürlerini birleştirir, onlara ritim verir. Buna resmî olarak seferberlik denir”.[13] Bu seferberlik haline karşı başka bir ritmi yaratmaksa kaçınılmazdır, yoksa kaçacak alan kalmayacaktır.



[1] Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çev. Nail Satlıgan, Tektaş Ağaoğlu vd. (İstanbul: Yordam Kitap, 2008) s. 25. Vurgular eklendi.

[2] Henri Lefebvre, Mekanın Üretimi, çev. Işık Ergüden (İstanbul: Sel Yayınları, 2016).

[3] Karl Marx, Pre-Capitalist Economic Formations, www.marxists.org

[4] Fredric Jameson, Postmodernism or the Cultural Logic of Late Capitalism (Londra: Verso, 1991) s. 118.

[5] Henri Lefebvre, Ritimanaliz: Mekan, Zaman ve Gündelik Hayat, çev. Ayşe Lucie Batur, (İstanbul: Sel Yayınları, 2017).

[6] Lefebvre, Ritimanaliz, s. 79-85.

[7] Lefebvre, Ritimanaliz, s. 83.

[8] Lefebvre, Ritimanaliz, s. 66.

[9] Richard Sennett’in Yeni Kapitalizmin Kültürü kitabına bakılabilir.

[10] David Forgacs, Gramsci Kitabı Seçme Yazılar 1916-1935, çev. İbrahim Yıldız (Ankara: Dipnot, 2010) s. 361.

[11] Antonio Gramsci, Selections From The Prison Notebooks, (ed. ve çev.) Quentin Hoare ve Geoffrey Nowell Smith (Londra: Lawrence & Wishart, 1971) s. 598 vd.

[12] L. Althusser, “Ideology and Ideological State Apparatuses (Notes Towards an Investigation)”, S. Žižek (der.), Mapping Ideology (Londra: Verso, 1994) s. 127.

[13] Lefebvre, Ritimanaliz, s. 96-97.