Arslan’ın arture dizilerinden sonuncusu İnsan’ın bilimlere bir açılış olduğu söylenebilir. Kuşkusuz, bu diziler tümüyle ya da kısmen, desen aracılığıyla gerçekleştirilen düşünmeler oldukları ölçüde “bilimsel” değiller. Denebilir ki bilimler, bilimsel gözlem ve deneylerin yaratımı ile ilişki içinde işlevlerin, tabloların dilini konuşurlar. Her şey tekniklere ve laboratuvara bağlıdır. Arslan’ın eseri yine sanatın, ya da kendi deyimiyle, arture’ün alanı içinde yer alıyor. Bilim yapmıyor o, ama bilimsel olarak kalıyor. Bir sanatçının bilim ya da felsefe gibi bir şeye ilişkin kendi öz değinilerini geliştirmeye kalkıştığı anlamda bir bilim adamı olması gibi. Arslan’ın geliştirdiği araç hep arture’e ait olarak kalıyor. Arture’ün üç şeyle arasında koruduğu bir mesafe: Bilim adamı olurken bilimlerle arasına koyduğu mesafe; şair olurken şiir, edebiyat ile koruduğu mesafe ve Arslan konusunda asıl ilginç olanı, sanatçı olurken resim sanatıyla ve genel olarak sanatla arasına koyduğu mesafe. İnsan dizileri Arslan’ın bu –şiirsel, psikanalitik, siyasal, iktisadi, sanatsal, bilimsel– “oluş”larının en son ifadesi…
“Akıl sağlığı” adı verilen hastalıkların büyük fizyoloğu Jean-Martin Charcot “bilimsiz bir sanat yozlaşarak rutinleşir” dediğinde belki de yalnızca bilimi bir simgeler, efsaneler ve düşler dünyasına yönelten Freud’a değil, insanlığın kötü maceralarını –ve insanın bedenini ve ruhunu kat edip duran bu şizofrenik, onirik, onanik, sembolik yaşantıları– tasvir etmek üzere bildiğimiz bilimlerinkinden farklı, kendine özgü araçlara sahip olan Yüksel Arslan’a da yol gösterici oluyordu. Dostlar arasında gülüşürken “ Ben bir bilim adamıyım… 2000 yılında Nobel Ödülüne adayım” dediğinde herhalde bilimler ile sanatlar arasında çok belirsiz bir ilişkiler alanını çağrıştırıyordu. Daha henüz yeryüzündeki yaşamına başlamadan insanlığı ziyaret etmiş olan şu aşırı korkular da dahil olmak üzere toptan ve bütünsel bir beşeri yaşantıyı gözler önüne sermeyi çabalayan bir sanatçı söz konusu burada: “2000 yılına kadar sürebilecek yeni bir diziye başlıyorum. Dizinin adı İNSAN. Yeryüzünde hayatın kaynakları ile başlıyorum. Bu milyonlarca yılın bir öyküsü. İnsanoğlu yeryüzünde beliren en son yaşayan varlık. En gelişmiş sinir sistemine sahip olduğundan, zekâsıyla gezegen üzerinde hâkimiyet kuran o olmuş. Ve varoluşunun ilk anlarından beri, nereden geldiğini sorup duruyor. Ama bilginler hayatın kökenlerini ancak XX. yüzyılda keşfedebildiler… Diziye kozmosla başlıyorum. Belki de 2000 yılından sonra kendimi tümüyle kozmosa adayacağım…”
Oparin’in şu “sıcak ilkel çorbası”ndan “2000 yılına” kadar insan yaşantılarının bütünlüğünü önümüze taşıyan bütün bir İNSAN dizisi, bilimsel maceranın, bizzat kendisinin sanat macerası ile iç içe geçmiş öyküsüne kendini kaptırmış bir sanatçının ateşli çabalarına tanıklık ediyor.
Metnin ilk yayınlandığı yer: Defterler/Cahiers de Travail 1965-1994, çev. Levent Yılmaz, Ulus Baker, Murat Güvenç, Huguette Rigot, ed. Ali Artun (Ankara: Galeri Nev/Dost Yayınevi, 1996).