Siyaset bilimci Richard Foglesong kapitalist-demokrasinin çelişkisini şöyle tarif eder: “Kapitalizm insana dair bireyci anlayışları doğallaştırır ve Marx’ın da belirttiği gibi, politik alan ile özel alan arasında yapay bir ayrım oluşturarak özel mülkiyet ilişkilerine içkin tahakküm yapısını meşrulaştırır.”[1]
Andy Warhol’un Birmingham Race Riot’ı (1964) Mayıs 1963’te Alabama’nın Birmingham kentinde gerçekleşen bir olayın tüm medyada yer alan bir görüntüsünü (yeniden) sunar. Ayrımcılık karşıtı barışçı göstericiler üzerine polis köpeklerinin nasıl saldırtıldığını gösterir. Medeni haklar için mücadele eden eylemcilere yöneltilen polis vahşetini belgeleyen bu fotoğrafı ilk kez sayfalarına taşıyan Life dergisi olmuştur. [...]
Warhol’un Birmingham Police Riot’ı, mekanik bir biçimde çoğaltılan imgelerin tekrarı olsa da, çarpıcı bir görsellikle toplumsal/ırksal çatışmaların somut kanıtlarını cüretkâr ve çarpıcı bir tarzda betimler. Aynı zamanda, bu imgelerin hem popüler yayıncılıkta hem de güzel sanatlarda meta-formuna hizmet edecek birer ürün olarak yayılışına dair bir yorumdur. Birmingham Race Riot, İktidarın Kenti’ne özgü o acımasızlığı ve zulmü (yeniden) sunarak, sınıf ve ırk üzerinden yürütülen baskıcı bir düzenin ürettiği ve tırmandırdığı çatışmalara dikkat çeker.
Andy Warhol, Birmingham Race Riot, detay, 1964
“İsyan” terimi öteden beri yanlış kullanılmış; düzensizliği, kaosu ve sağlam bir örgütlenme veya belirli olaylar ya da toplumsal baskılarla nedensel bir ilişki olmaksızın gerçekleşen ani değişiklikleri ifade etmeye yaramıştır. Bense bu terimi, ayaklanma, olay [event], başkaldırı veya devrimci an ile eşanlamlı olarak kullanıyorum. Bu bağlamda kavram, özellikle isyan eylemini kuşatan toplumsal/siyasal amaçla ilişkili olarak iktidarın yeniden müzakere edilişini öne çıkarmaktadır. İsyan, modern ve postmodern kapitalist uzam içindeki baskıcı güçlerin mantıksal bir sonucudur.[2]
Direniş eylemi, bilinçdışının bilinç düzeyine ulaştığı ve mevcut toplumsal düzene başkaldırdığı bir andır. İçselleştirilmiş baskı kamusal alanda dışsallaşır; öfke ve şiddet yoluyla hak talebinde bulunulur.[3]
Kent isyanı bir karşı duruş alanı yaratır ve toplumsal haksızlıkların zararını telafi etmeye yönelik bir mücadele ile direnişi ifade eden bir olaydır. Barışçıl bir gösteri, polis şiddetinin provokasyonuyla kendiliğinden ve doğal bir biçimde isyana dönüşebileceği gibi, isyan, örgütlü ve saldırgan bir hareket yoluyla da gerçekleşebilir. İsyan, toplumsal ve siyasal bir hareket olarak, mevcut düzeni tehdit eder ve onu sekteye uğratır; “kamusal alan”a el koyarak onu etkinleştirir. Tüm isyanların arkasında, ırklararası ilişkiler, çalışma koşulları ve sistematik yoksulluk gibi sorunlarla kodlanmış bir sınıf çatışması bulunur. Şimdi kentsel olaylara bir örnek olan Tompkins Square Park İsyanı’nı değerlendirecek ve bu özgül başkaldırıya eklemlenmiş sınıf mücadelesini ortaya koymaya çalışacağım.
6 Ağustos 1988’de meydana gelen Tompkins Square İsyanı, postmodern ve post-endüstriyel kentsel alanın siyasal ve ekonomik yapısının ürettiği pek çok kuvvet arasındaki belirgin bir çatışmayı ortaya çıkarmıştı. Buradaki isyanın gelişimine temel teşkil eden mesele ise, Manhattan’daki East Village ve Lower East Side semtlerinin soylulaştırılma süreciydi. Bu soylulaştırma planı dahilinde kentsel yenileme projesine devasa boyutlarda bir sermaye yatırımı yapılmıştı ve amaç, ağırlıklı olarak işçi sınıfının bulunduğu bir mahalleyi dönüştürerek, finans bölgeleri ile Dünya Ticaret Merkezi’nde faaliyet gösteren profesyonel işgüçlerine tahsis etmekti. “Bu yeniden yapılanma, kentsel genişlemenin kaçınılmaz bir sonucu olarak atılan bir adımdan ziyade, 1980’ler boyunca sermaye birikimini kolaylaştırmaya ve devletin denetimini artırmaya yönelik bir ihtiyaçtan doğan güdülenmeyle, bölgenin tepeden tırnağa dönüştürülmesini öngörüyordu.”[4] Bu süreç ise ilk olarak 1980 yılında, Tompkins Square Park’ın batı yakası boyunca uzanan East Village bölgesinde başlamıştı.[5]
[...]
6 Ağustos 1988’de “öğrencilerden, punklardan, yerel halktan, eylemcilerden ve evsizlerden oluşan yaklaşık 100 kişilik bir grup akşam saatlerinde Tompkins Square Park’ta toplandı ve polisin gece yarısından sonra sokağa çıkma yasağını uygulamasına karşı koyarak parkı geri aldı. Atılan pek çok slogandan bazıları şunlardı: ‘Soylulaştırma soykırımdır’, ‘Yuppieler’e ölüm’, ‘Sınıf savaşı’. ‘Yuppieler ve emlak patronları Tompkins Square Park halkına savaş açtılar.’”[6] Bu örgütlü direnişi başlatan, “kamusal alan”larını geri almak isteyen yurttaşların topluca harekete geçmeleri olmuştu.
Yeni gelen “seçkinler”in hizmetinde olan polis ile kamusal alanı kullanma haklarını geri isteyen evsizler arasında çıkan çatışmalar, bu olayın, gittikçe şiddeti artan bir başkaldırıya dönüşmesine yol açmıştı. Parkı geri almaya yönelik örgütlü direnişe karşı otoritelerin yanıtı çok sert oldu. Orada bulunanlardan birinin tanıklığına göre, “polisler tuhaf bir biçimde kontrolden çıkmış gibiydiler... Nispeten ufak çaplı bir protestonun tüm bölgeye yayılmasına yol açtılar ve yüzlerce öfkeli insandan oluşan bir kalabalık yarattılar... East Village sokaklarına atlı polislerle saldırdılar; tepemizde ise bir helikopter dolaşıp duruyordu. Pazar günü gazetesini almak için evlerinden çıkanlar dehşet içinde Birinci Cadde’den aşağı doğru koşuyorlardı.”[7]
Krzysztof Wodiczko’nun The Homeless Vehicle’ı (Evsiz Arabası, 1989), soylulaştırmanın ve bunun, teknolojiye dayalı bir ekonomi içinde sermaye birikiminin küresel ölçekte yeniden yapılandırılması ile olan ilişkisinin doğrudan bir sonucu olarak evsizliğin yaygınlaşmasına bir göndermedir. Hem seyyar bir barınak hem de eşya toplama işlevi görecek bu arabanın amacı barınma sorununu çözmek değil, evsizlerin durumunu farkındalık boyutuna getirmektir: sınıf üzerinden toplumsal bir yeniden yapılandırmanın ağlarına düşen insanlardır onlar (bir nüfustur) [...] Bu yeniden yapılandırmanın kurbanlarının bir iş ve barınacak bir yer bulma olanakları artık yoktur. Wodiczko şuna dikkat çeker: “Tarihsel bir açıdan bakıldığında bu insanlar bir anlamda göçebe olarak adlandırılabilir fakat buradaki bağlam çok farklı. Onlar, şehrin dönüşmesi sonucu ortaya çıkıyorlar... Bu da şu anlama gelir: Çağdaş göçebe her daim her şeyin kıyısında kalacak ve herkesle çatışma halinde olacaktır.”[8]
Krzysztof Wodiczko, The Homeless Vehicle (Evsiz Arabası, 1989)
Wodiczko,New York City Tableaux: Tompkins Square (1988) adlı enstalasyonunda Tompkins Square Park’ın evsizlerinin fotoğrafları üzerine yerleştirdiği askeri teçhizat imgeleri ve ordu diliyle, postmodern göçebenin siyasal gücünün altını çizmeyi amaçlar. “EVICTS OF ALL CITIES, UNITE!” (ŞEHRİN TÜM EVSİZLERİ, BİRLEŞİN!) gibi cümleler de, Tompkins Square Park’ın yerel durumunu ve koşullarını küresel bir boyuta taşır.
David Hammons, omuzlarına birer palto atılmış, bire bir insan ölçeğindeki üç buz kalıbından oluşan Cold Shoulders[9] [Kalpsizler] (1990) enstalasyonuyla, evsiz özne/özneleri betimler. Buz kalıplarının en sonunda eriyip gitmesi ise sokak ve parklarda soğuktan donarak ölen, yani kent merkezinden tahliye edilenleri umursamayan iktidarın failleri (kalpsizler) tarafından görmezden gelinen evsizlere bir göndermedir.[10] İktidarın Kenti’nin dayattığı toplumsal koşullar ile hükümetin bu koşulları iyileştirme yolunda hiçbir adım atmayışının kesiştiği noktada, politik bir alan var olmaktadır.
David Hammons, Cold Shoulders (Kalpsizler), (1990)
Barbara Kruger, Untitled (Questions) (İsimsiz, [Sorular] 1991) adlı eseriyle sanat dünyasına stratejik bir alandan seslenir: Mary Boone Gallery’yi dışarıdan koruyan kapalı kepenkler üzerinden. Kruger, söz konusu politik meseleleri –sınıf çatışmasının nedenlerini– kamusal olarak tartışmak için, galerinin güvenlikli iç mekân sınırlarının dışına çıkar. Kruger, keskin politik sorularla izleyicinin konumunu belirler: “Gururun kibre dönüştüğü o ana bak. Seçme özgürlüğü kimin? Kim hukuktan daha üstün? Kim sağlıklı? Kimin evi var? Kim konuşabiliyor? Kim susturulmuş?” Kruger, bu retorik sorularla, geç kapitalist Amerikan şehrinin yapısı içinde kimin ve hangi sınıfın desteklendiğini sorgular.
Barbara Kruger, Untitled (Questions), 1991
[...]
Kentsel olayların analizi yapılırken, sert çatışmalarla sonuçlanmayan direniş hareketlerinin de, İktidarın Kenti’nde mevcut olan hegemonik güçlerle ilişkili kayda değer hamleler olduğu kesinlikle göz ardı edilmemelidir. [...] Burada değerlendirilen sanat pratikleri, kentsel alanı yeniden düzenleyen ve insanlıktan çıkaran postmodern kentin dayattığı baskılara karşı bireyleri eyleme çağıran direngen ve aydınlatıcı bir niteliğe sahiptir.
Özgün metnin kaynağı Cristel Hollevoet, Karen Jones, Timothy Nye, The Power of the City / The City of Power (Whitney Museum of American Art, 1992) içinde, Karen Jones “The Urban Event: Spectacle, Resistance, and Hegemony: The Riot” olup, başlık tarafımızdan değiştirilmiş ve kısaltılarak çevrilmiştir.
[1] If You Lived Here: The City in Art, Theory, and Social Activism. A Project by Martha Rosler, ed. Brian Wallis (Seattle: Bay Press, 1991) içinde Rosalyn Deutsche, “Alternative Space” metninde özetlendiği gibi, s. 59.
[2] Bu paragraftaki düşüncelerin kaynağı Şubat 1992’de Ron Clark ile yapılan konuşmalardır.
[3] Bu paragraftaki düşüncelerin kaynağı Şubat 1992’de Mary Kelly ile yapılan konuşmalardır.
[4] Deutsche, “Alternative Space”, s. 62.
[5] Neil Smith, “Tompkins Square Park Timeline” ," Krzysztof Wodiczko. New York City Tableaux: Tompkins Square, The Homeless Vehicle Project içinde (New York: 1989), s.15.
[8] Julie Courtney, "The Homeless Vehicle Project: Philadelphia," Krzysztof Wodiczko. New York City Tableaux içinde, s.41.
[9] İngilizce’de “soğuk ve mesafeli davranmak, kalpsiz olmak” anlamına gelen deyim, kelime anlamıyla da “üşüyen omuzlar” demek – ç.n.
[10] Neil Smith, “Tompkins Square Park Timeline”, s. 20: “22-24 Aralık: Sıfırın epey bir altındaydı hava ve o hafta sonu şehirde dört evsiz insan soğuktan donarak ölmüştü.”