Renzo Martens
Hollandalı sanatçı Renzo Martens, dünyanın en fakir bölgelerinden Kongo’yu sanat yoluyla mutenalaştırmayı hedefliyor. Kulağa kötü bir şaka gibi gelse de Martens işin ciddiyetinde ısrarcı: “Bir proje başlatıp adına da Orta Afrika mutenalaştırma programı demek tuhaf olabilir ama yaptığım şey tam da bu; ormanın ortasına bir beyaz küp yerleştirip ne olacağını görmek istiyorum” diyor.
Martens, İnsan Faaliyetleri Enstitüsü [IHA] adlı bir grubun sanat direktörü. Enstitü, Kinşasalı sanatçıların plantasyon işçileri için eleştirel sanat dersi programları hazırlamasına yardımcı oluyor. Bu sanat dersleri sonucunda şimdilerde Kongolu Plantasyon İşçileri Sanat Teşkilatı oto-portre sergileri düzenliyor. İşçilerin çocukları hayallerindeki geleceğin resimlerini yapıyor.
Bazı eleştirmenler Martens’i Werner Herzog’un Fitzcarraldo adlı filminde Amazon’un derinliklerinde bir opera binası inşa eden Brian Sweeney Fitzgerald karakterine (Klaus Kinski) benzetiyor. Gerçekten de kimi benzerlikler yok değil. Martens ormanın ortasına yerleştirmeyi planladığı beyaz küpün “Orta Afrika’nın en ihtişamlı ve güzel sanat merkezi” olacağına inanıyor. Gelecekte, Kongolu sanatçıların tıpkı Shoreditch ve Brooklynli meslektaşları gibi cappuccino’larını yudumlayıp çağdaş sanat hakkında derinlikli tartışmalar yürüteceklerini umuyor.
Martens projenin amacını şu sözlerle açıklıyor: “Bu insanların plantasyondan aldıkları parayla karınlarını doyuramadıkları ortada. Ama, plantasyonlardaki deneyimleriyle eleştirel bir ilişkiye girerek para kazanabilirler. Yani, plantasyon deneyimleri hakkında satılabilir sanat eserleri üreterek... Sohbetimiz sırasında Martens bana çikolatadan yapılmış bir büst ikram ediyor; bu bir plantasyon isçisinin oto-portresinin röprodüksiyonu. Büstün kulağını kemirirken Martens’e sanki ekonomik yamyamlık yapıyormuş gibi hissettiğimi söylüyorum. “Belki de o insanın ruhunu kemiriyormuş gibi hissediyorsundur,” diyor. “Ama dert etme, zaten öteden beri kemiriyorsun.”
Renzo Martens’in Kongo’daki atölyesi
Sanatçının esas derdi bu: Biz Batılılar, içten içe bizi kemiren suçluluk ve utanç duygusuna rağmen, yüzyıllardır Afrika’yı ve Afrikalıları sömürüyoruz. Kakao, kauçuk, koltan ve elmas karşılığında Kongolu işçilere acınası ücretler reva görmemiz yetmiyormuş gibi bir de üzerine Afrika’nın bir numaralı ihraç ürünü haline gelen yoksulluktan kâr ediyoruz.
2008 senesinde Martens bu eşitsizlikleri mesele edinen Episode 3: Enjoy Povery [3. Bölüm: Yoksulluğun Tadını Çıkar] adlı bir film yaptı. Martens filmde kendini, “misyon sahibi bir sanatçıyı” canlandırıyor. Karanlığın yüreğine seyahat eden son beyaz adam olan Martens’e ormanın derinliklerine yaptığı yolculukta içinde ne olduğu belli olmayan kasalar taşıyan Kongolu adamlar eşlik ediyor. Bir köye vardıklarında Martens kasaların içinden neon tabelalar çıkarıyor. Tabelalar elektriğe bağlandığında mavi ışıklarla parlayan “Yoksulluğun Tadını Çıkarın” yazısını görüyoruz. Martens, imansız bir misyoner olarak yerlilere kapitalizmin acımasız hakikatini vaaz ediyor: Yoksulluğunu nakde çevireceksin.
Filmde Martens’i, yerli fotoğrafçılara hemşerilerinin mutlu anlarını fotoğraflamaktansa açlık ve ölüm imgeleri satmalarını öğütlerken görüyoruz. Ama Batılı medya kuruluşları Kongolu fotoğrafçıların çektiği kötü beslenmiş çocuk ve ölü bebek fotoğraflarına Batılı fotoğrafçılarınkiler kadar rağbet etmiyor.
Filmin Afrikalılara pek yardımı dokunmasa da Martens’in bu işten kârlı çıktığı kesin. Episode 3: Enjoy Poverty Batılı insani yardım kuruluşlarının çalışanları, STK görevlileri, akademisyenler, sanatçılar ve eleştirmenler tarafından seyredildi. Martens 2013’te Yale World Fellow programına davet edildi. 2014’te ise Britanya’nın en ballı sanat ödülü olan Artes Mundi’ye aday gösterildi.
Yine de, ona sorarsanız, film tam bir fiyaskoydu: “Film Kongo’daki çalışma koşullarını eleştirse de sonuçta değişen tek şey Mitte ve Lower East Side’daki çalışma koşulları oldu. Çünkü film buralarda görüldü, Kongo’da değil.”
Cardiff’teki Artes Mundi sergisinden bir görüntü
Bunun üzerine Martens 2012’de plantasyon işçilerini zengin edeceğini umduğu bir başka projeyle yeniden Kongo’nun yolunu tuttu. Çöküntü alanlarını sanatla canlandırmanın mümkün olduğunu savunan Amerikalı şehirci Richard Florida’dan feyz alan Martens, böylece mutenalaştırma projesini devreye soktu. IHA’nın belirli bir Afrika sanatı geleneğinden beslendiğini söyleyen sanatçı, bu geleneğin Picasso’dan Matisse’e pek çok Avrupalı avangard sanatçıyı etkilediğini ve dolayısıyla yurtdışına pazarlanabileceğini düşünüyor. Mesela, biraz önce yemekte olduğum çikolatadan büstlerin tanesi 40 sterlin; gerçi enstitü şimdiye kadar bunlardan sadece 10 adet satabilmiş ama Martens Avrupa’daki süpermarketlerde kapış kapış gideceklerinden emin.
Martens’in mutenalaştırma projesi Avrupalı galeriler, müzeler ve çikolata üreticileri tarafından destekleniyor. Sanatçı, kuracağı sanat merkezinde Batı çağdaş sanatından örnekler sergilemeyi ve Batılı sanatçılar ağırlamayı planlıyor. Ona sorarsanız sanatın toplumdaki rolüyle ilgili bir şey öğrenmek istiyorsanız burası tam yeri. Afrikalıların bize öğretecekleri onca şey varken tüm enerjilerini kazma kürek sallamaya harcamalarını çok saçma buluyor: “Eğer bizi bekleyen şey gerçekten iklim değişikliği ve daha fazla eşitsizlikse, tüm bunları onlar bizden çok daha iyi biliyorlar. Bizden çok ilerideler.” [AB]
Stuart Jeffries’in Guardian’da yayınlanan “Renzo Martens – the artist who wants to gentrify the jungle” başlıklı makalesinden derlenerek çevrilmiştir.