Haysiyetini satın almaya hiçbir şirketin gücü yetmez...

6/10/2014 / skopbülten

 

The Doors, 1966. Arkadan öne: John Densmore (davul), Robby Krieger (gitar), Ray Manzarek (klavye), Jim Morrison (vokal)

 

The Nation dergisinin Temmuz 2002 sayısında, The Doors grubunun davulcusu John Densmore’un Riders on the Storm başlıklı bir yazısı yayınlanır. Yıllardır şarkılarını reklam cıngılı olarak satmaları için gelen tekliflere direnmenin ne kadar zor olduğundan yakınmaktadır Densmore – özellikle de grubun klavyecisi Ray Manzarek’in teklifleri kabul etme yönündeki ısrarları, ve şirketlerin her seferinde önerdikleri ücreti misliyle artırmaları karşısında... Densmore her şeyin 1967’de başladığını ve grubun solisti Jim Morrison’ın o zaman şirketlere nasıl direndiğini anlatır:

 

Her şey 1967’de başladı: Buick otomobil şirketi yeni modelleri Opel’i pazarlamak için Light My Fire’ı kullanmak istemiş, bunun için de bize 75 bin dolar teklif etmişti. Hikâye malum, otobiyografimi okumuş veya Oliver Stone’un filmini görmüş olanlar bilir: Jim şehir dışında olduğundan, Ray, Robby ve ben teklifi kabul ettik. Jim döndüğünde delirdi. Buick’i aradı, ve reklamı yayınlarlarsa, televizyona çıkıp bir Opel’i çekiçle paramparça edeceğini söyledi. Düşünüyorum da, bugünden bakınca yaptığı muhteşemdi! Jim’i bu kadar özlememin bir sebebi de bu.

Şimdi bakıyorsunuz, bir zamanların en sağlam duruşlu İngiliz müzisyenleri bile şirketlerin ağına düşüyor. Pete Townshend, cip almak için yanıp tutuşan yuppie’lere The Who şarkılarını satıyor. Sting, birlikte takıldığı yağmur ormanlarının Şaman şeflerine reklamında oynadığı Jaguar’ın arkasında bir tur attırmıştır herhalde...


 

 

 

John Densmore’a destek, sanatçıların kendilerini ve eserlerini reklamlara satmasına her fırsatta karşı çıkan Tom Waits’ten gelir. Tom Waits aynı dergiye aşağıdaki mektubu yollar:

 

[...] Şarkılar duygusal bilgilerle yüklüdür, bazı şarkılar bizi hafızamızda yakıcı yer etmiş zamanlara, olaylara veya yerlere götürür. Şirketlerin şarkılardaki bu büyülü yolculuğu kullanıp, müzikle kendinizden geçmişken size şu ya da bu içeceği, giysiyi veya otomobili satmaya çalışması şaşırtıcı değil. Reklam karşılığı para alan sanatçılar şarkılarını zehirliyor ve onların anlamını kirletiyor. Reklam dediğiniz, müziği bir cıngıla, cebinizdeki bozuklukların çıkardığı sese indirger; şarkınız da artık bir bozukluğa dönüşür. Şarkılarınızı reklam için sattığınız her seferde dinleyicilerinizi de satıyorsunuz demektir.

Çocukken sevdiğim bir sanatçıyı reklamlarda görünce “Vah vah, gerçekten parasız kalmış herhalde,” diye düşünürdüm. Ama şimdi iş çığırından çıktı, bir virüs gibi her yere yayıldı. Sanatçılar reklam işi kapmak için birbiriyle yarışıyor. Reklamın getirdiği para ve şöhret karşısında çoğu sanatçı direncini kaybediyor. Şirketler kendi ürünleri için bir kültürün anılarına el koymayı umuyor. Bir sanatçının izleyici kitlesinden, itibarından ve o şarkılar etrafında yıllarca birikmiş enerjiden nasiplenme peşindeler. Şarkıların içindeki hayatı ve anlamı boşaltıp, onun yerini ürünleriyle pazarladıkları iyi yaşam vaatleriyle dolduruyorlar.

Sonunda sanatçılar sahneye araba yarışçıları gibi logolarla kaplı vaziyette çıkacaklar. John, sen kendini bozma. İtibarını, haysiyetini ve namusunu satın almaya hiçbir şirketin gücü yetmez. [EG]

 

http://www.lettersofnote.com/2012/12/its-virus.html

 

sanatın özerkliği