Salon dergisinin haberine göre, 2016 verileri temel alınarak yapılan bir analizde dünya nüfusunun en yoksul onda beşlik diliminin, dünyadaki toplam servetin 410 milyar dolarına sahip olduğu ortaya çıktı. 8 Haziran 2017 itibarıyla dünyanın en zengin beş kişisi ise 400 milyar dolardan fazla servete sahip. Yani bu beş kişinin her biri, ortalama olarak 750 milyon kişinin sahip olduğu serveti elinde tutuyor.
Common Dreams sitesindeki bir yazıya göre, eşitsizlik uçurumu her yıl büyük hızla açılmaya devam ediyor. 2016 başında Oxfam’ın yayınladığı bir raporda, 62 kişinin, dünya nüfusunun yarısının sahip olduğuna denk bir serveti elinde tuttuğu açıklanmıştı. Yaklaşık bir yıl sonra Oxfam bu sayının 8 olduğunu açıkladı. Şubat 2017 itibarıyla bu sayı 6’yken, 8 Haziran 2017 itibarıyla sadece 5 kişi toplamda dünya nüfusunun yarısınınkine denk bir servete sahip.
Kişilerin servetlerindeki bu muazzam artışın iki bariz sebebi var: 1) Dünyanın en yoksul kesimlerinin toplam zenginlikteki payı her geçen daha da azalıyor; 2) EN zengin kişiler ise –özellikle de ilk 1000 ve civarındakiler– dev servetlerine milyarlar eklemeye devam ediyorlar.
Ultra zenginlerin büyük çoğunluğu ABD’li. İyice raydan çıkmış bu servet uçurumunu savunanlar, ABD’nin bir meritokrasi ülkesi olduğunu, zenginlerin sahip olduklarını hak ederek kazandıklarını öne sürüyor. Ama işin gerçeği hiç de öyle değil. Dünyanın en zenginleri listesinde ilk sıralarda yer alan Microsoft’un kurucusu Bill Gates, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg ve Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, onlar olmasa zaten gerçekleşmeyecek hemen hiçbir şey yapmadılar.
Büyük şirketler, kâr getirecek her yeni ürünün patentini ele geçirip tekel oluşturmak için fikrî mülkiyet haklarını kullanıyor, oysa bu ürünlerin ortaya çıkmasında devletin ve kamu üniversitelerinin finanse edip yürüttüğü araştırmaların büyük payı var. Paul Bucchet'in Common Dreams dergisindeki yazısına göre, telefon ve bilgisayarlarda kullanılan teknolojinin tamamı, ABD Savunma Bakanlığı, Ulusal Bilim Vakfı, Nüfus İdaresi ve kamu üniversiteleri bünyesinde yapılan araştırmalara dayanıyor. Google, sahip olduğu milyarlarca doların bir kısmını harcayarak, ABD Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Projeleri Ajansı’nın (DARPA) ABD vatandaşlarından toplanan vergilerle kurduğu teknolojileri satın alıyor. (Facebook'un son dönemde üzerinde çalıştığı "zihin okuma programı" projesinin başında da DARPA'nın eski yöneticisi Regina Dugan' bulunuyor.) İlaç şirketlerinin ürettiği yeni ilaç ve aşılar için yapılan temel araştırmaların %80’den fazlası da vergilerden karşılanıyor.
Microsoft’un da, Bill Gates’in büyük servete konmasını sağlayan DOS işletim sistemini, yazılımın öncülerinden Gary Kildall’ın daha önce bulduğu ve bir dönem endüstride standart olarak kullanılan CP/M işletim sisteminden kısmen kopyaladığı biliniyor. Keza, Mark Zuckerberg’in Harvard Üniversitesi’nde kendi sosyal ağ sistemini geliştirdiği sırada, Columbia Üniversitesi öğrencileri Adam Goldberg ve Wayne Ting “Kampüs Ağı” olarak adlandırılan ve Facebook’un ilk versiyonlarından çok daha gelişmiş olan bir sistemi çoktan kurmuşlardı.
Hayırseverlik Miti
Ultra zenginlerin çoğu, servetlerinin büyük kısmını hayır işlerine yatırdıkları iddiasındalar. Bill ve Melina Gates çifti ile Warren Buffett’ın kurduğu, dünyanın dört bir yanından zenginlerin imzacı olduğu hayır kuruluşu Giving Pledge’e halihazırda dünyanın en zengin 169 kişisi üye. Kurumun sitesindeki açıklamaya göre “Giving Pledge, dünyanın en zengin kişilerini ve ailelerini, servetlerinin yarıdan fazlasını ya hayattayken ya da vasiyetleri üzerinden hayır işlerine ayırmaya davet ederek toplumun acil çözüm bekleyen sorunlarıyla uğraşılmasına yardımcı olma girişimidir”. Aralarında David Rockefeller ve Viktor Pinçuk gibi isimlerin yer aldığı üye listesinde, ABD’de “yoğurt imparatoru” olarak tanınan, Chobani markasının kurucusu Hamdi Ulukaya da bulunuyor.
Esasen başka birinin bulduğu bir işletim sistemini kopyalayıp patentleyerek servete konan Bill Gates, meritokrasi miti sayesinde eğitimden küresel gıda üretimine kadar pek çok hayati sorunda “hayırsever” girişimci rolüne bürünüyor. Ancak zenginlerin “hayırseverlik” girişimleriyle kamu politikaları üzerinde doğrudan nüfuz sahibi olduğu biliniyor. Yıllardır bu konuda araştırma yapan ve bu olguyu “hayırsever plütokrasi” olarak adlandıran Joanne Barkan şöyle yazıyor:
Bir zamanlar ultra zenginler vergiden muaf hayır kuruluşları kurup bunların yönetimini mütevelli heyetlerine emanet ederlerdi. Mütevelliler, kurumun gelirlerini vakıf tüzüğünde yazılı olan misyon doğrultusunda harcardı. Bugünün mülti-milyarderleri ise farklı bir hayırsever türü oluşturuyor; bir yandan büyük politik finansörler işlevi görürken, vakıflarının denetimini de sıkı bir şekilde ellerinde tutuyorlar – Michael Bloomberg, Bill Gates, ya da Walmart vârisi Alice Walton gibi. İyilik yapma niyetinde olduklarını beyan eden bu insanlar “iyilik” kavramını belli kamu politikaları ve siyasi amaçlar çerçevesinde, tamamen kendilerine göre yorumluyorlar. Servetleri, vakıflarının faaliyetleri, ve hayırsever şöhretleri üzerinden kamusal alanda nüfuz sahibi oluyorlar.
“Hayırsever” Bill Gates’in vakfı üzerinden finanse ettiği ve okullarda pilot uygulama olarak devreye sokulan projelerden biri, 2012 yılında ABD’de büyük tartışmaya sebep oldu. Proje kapsamında, öğrencilerin koluna takılan kablosuz sensörler aracılığıyla çocukların fizyolojik reaksiyonlarını kaydederek derse katılımlarının ölçülmesi tasarlanıyordu. Eğitim alanına milyonlar harcayan Bill Gates’in bir diğer projesi de, dersliklere kamera yerleştirerek öğretmenlerin performansının ölçülmesi.
Eğitim tarihçisi Diane Ravitch, Bill Gates’in kamusal eğitim politikaları üzerindeki nüfuzu hakkında şöyle yazıyor:
Gates Vakfı, Amerikan eğitim sistemini kontrol etmek amacıyla bu alandaki hemen hemen her kuruluşu finanse ediyor. Jeb Bush’un kurduğu Eğitimde Mükemmellik Vakfı ve Ben Austin’in kurduğu Ebeveyn Devrimi gibi grupları destekliyor; yakın zamanda da gerici bir kurum olan ALEC’e fon sağladı. Genç öğretmenlere, sendikalara üye olmamaları ve kadro hakları aleyhinde ifade vermeleri için ödeme yapıyor. Ayrıca, ölçme ve değerlendirmeler konusunda, yanlış olmalarına rağmen kendi fikirlerini savunmaları için sendikalara da para ödüyor. Sözümona “bağımsız” olan, ama Gates’in parasını alınca bağımsızlıklarını kaybeden düşünce kuruluşlarına milyonlarca dolar veriyor.