Fatih el-Müderris, 1922-1999
1947 yılında, Suriye’nin Halep kentindeki edebiyat dünyasında Suryal (Sürreel) adlı ince bir kitap yayınlandı ve kitapla birlikte, otomatizmi yaratıcı bir teknik olarak benimseyen dinamik bir şair ve sanatçı kadrosu ortaya çıktı. Şair Orhan Müyesser’in kitabın sunuşunda belirttiği gibi bu grup, insan yaratıcılığının “gizemli anlarını”, “üstüne bindirilmiş” didaktik akıl yürütmeden kurtarıp özgürleştirmeyi amaçlıyordu. Kitap, yalnızca şair Müyesser ile hekim Ali en-Nasır’ın isimlerini taşıyor olsa da, konuyu anahatlarıyla ortaya koyan ana makale ve seçilmiş şiirler, Adnan Müyesser (Orhan’ın küçük kardeşi) ve Fatih el-Müderris gibi genç ressamlar dahil olmak üzere başka sanatçılarla yapılan tartışmaları da yansıtıyor. Grubun girişimlerinin, zengin bir tarihi olan 300 bin nüfuslu Halep şehrinin yeni nesil kentli düşünürlerini kısmen temsil ettiği söylenebilir. Halep grubu, André Breton kadar Nicolas Calas ve Leonora Carrington gibi isimlerin de hayata geçirdiği sürrealizmi, 1947 dolaylarındaki konumu temelinde hem benimsiyor hem de eleştiriyordu. Grup aynı zamanda kendi geliştirdiği sürrealizm anlayışında, Suriye topraklarının mitsel zamanına ait olup o güne kadar bastırılmış olan enerjileri harekete geçirmeye özen gösteriyordu. Fransızca sürrealist metinler, karşıtlıkları gerçeğin ötesinde bir noktada uzlaştırmayı vâdederken, Halep grubu sürrealizmi "mâverâ'ü’l-vâkı'iyye”ye (gerçekliğin ötesine) ulaşma tasarısı olarak tanımlıyordu. Onlara göre, gerçekliğin “ardındaki” bastırılmış unsurları dışarı çıkmaya kışkırtıp görünüşler dünyasının yüzeyine yükseltme pratiği, diyalektik değil, döngüsel bir işlemdi. Halep grubu bu pratikle, zaman içinde bir çözüme ulaşmaksızın tekrar eden ve değişim geçiren korkuların biriktiği kolektif bir dağar olan mitin kişisel düzeydeki örneği olarak uğraşma eğilimindeydi.
Fatih el-Müderris’in bugün British Museum’da bulunan bir yağlıboya resmi, 1966.
Halep sürrealistlerinin tasarısı Suriye’nin Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı 1946 yılından sonra şekillenmiş olsa da, Halep grubu, Suriye ulus inşasının konstrüktivist iddialarına karşı yaratıcılığın aşırılıklarına öncelik verdi. Psikanaliz literatüründen ve onun ikiye ayrılmış bilinç üzerine yorumlarından ilham alan grup, yaratıcı faaliyeti, kelimelerin, resimlerin ve kültürel pratiğin arkasında (ve öncesinde) yatan ve aksi halde ulaşılamaz olan dürtülere tanıklık etmenin bir yolu olarak görüyordu. Suryal, Halep grubunun amaçlarını şiir aracılığıyla özetlemektedir. Orhan Müyesser, modern koşulların tamamen yoğunlaşmış bir dilde deneyler yapmayı gerektirdiğine inanıyor; en-Nasır ise, iki düzineden az sayıda kelime kullanarak yazdığı şiirlerle bu tutumun örneğini veriyordu:
Ben…ben…
Kayan bir yıldızım
Bir kömür atomuyum
Yaratılmış ve yaratan bir tanrıyım
Çürüme
Umutsuzluk
Bir utanç taşmasıyım.
Bu kısa şiir, “Ben” diye başlayan bir öğe dizisi ve onların belli belirsiz hareketleri üzerinden, uzatılabilir bir yaratıcı ilişkiler silsilesini çağrıştırarak, engin bir varlık alanı hayal etmektedir.
Halep grubunun sürrealist pratikleri açısından önemli bir unsur da, benliği maddi ve üretici bir kuvvet olarak kavramalarıydı; zamanın başlangıcından bu yana adeta bir nabız atışı gibi işleyerek yeni varlık biçimleri yaratan, çatışmalı kavrayış alanına yeni nesneler getiren bir kuvvetti bu. Nitekim Suryal’ın ilk sayfasında, kitabın “Benliğe” ithaf edildiğini görürüz; yine bu sayfadaki bir serbest şiir, okurlara benliğin değişken güçlerini tanıtır. Benlik, hiç yargılamaksızın durmadan yaratır, “mutantlar” yapar: Gündelik hayat düzleminin ardındaki daha hakiki birliğin çarpıtmalarıdır bunlar. Sonra onları kendi sunağına dizer ve bu kırılgan varlıklar orada azgın yaratımın yeni dalgalarıyla silinir. Dolayısıyla Halep sürrealistleri, ezeli ebedi benlik ile kadim ayinlerin dünyası arasında yakın bir ilişki kurarak, canavarlar ile sunaklar arasında bir eritme potası tasarlarlar.
Ali en-Nasır, başlıksız şiir, Suryal içinde.
Bu sürrealist çağrışımlara ulaştıracak ve modernist sanat kurumları ile daha geniş çaplı kültürel süreklilik arasında hareket etmeyi sağlayacak özel araçlardan biri de, görsel eserleri tarif etmeye yarayan söz dağarında bulunmuştur. Arapçada, bir resmi tarif etmek için kullanılan el-levha kelimesi aynı zamanda bir taş tableti, tabela veya panoyu da ifade edebilir; bunların hepsi, köklerindeki göze görünme fikri üzerinden, bir şeye görünürlük kazandıran nesnelerdir. Kavramın arkeolojik boyutu, Halep sürrealistlerinin faaliyetlerine ilk kez yer veren, Lazkiye merkezli el-Kısâre (Lir) dergisinde (1946-47) belirginleşir. Dergide aynı zamanda, antik Ugarit kentine ait çok sayıda levha’nın gün yüzüne çıkarıldığı Ras Şamra bölgesindeki arkeolojik kazı haberleri de yayınlanır. Kazılarda, fildişi levhalar, taş duvar süsleri, gümüş tepsiler ve binlerce çivi yazılı kil tablet bulunmuştur. 1947’ye gelindiğinde, Halep grubu manzaraya yayılmış kırık levhalarla ilgili şiirler yayınlıyor; Ugarit transkripsiyonlarında kayıp metinleri ifade eden eksiltiler ve parantezler gibi sözdizim uygulamalarından esinlenerek, fragmanlardaki melankoliyi keşfediyordu. Grubun sürrealist şiirleri eksiltilerle doluydu; bunlar sayfa üzerinde, yeni ortaya çıkarılmış duaları andıran, aksak bir dil suretinde görünüyordu.
El-Müderris ve Adnan Müyesser, görsel eserlerinde de bu tekinsiz eksiklikleri göstermeye çalıştılar. El-Müderris, epik temalar üzerine “sürrealist, sembolist ve dinamik tablolar” yarattı. Erken dönemlerde balmumuyla deneyler yaptıktan sonra, bağımsızlığın kazanılmasını izleyen dönemde, muhtemelen uluslararası rekabetlere tepki olarak, yağlıboyaya yöneldi. “Ruhani enerji” ile “maddi dünya” arasındaki mücadeleyi yansıtmak amacıyla, tenin taşa dönüşmesine işaret etmek üzere koyu zeminler üzerinde kirecimsi beyaz renkler ve sarmal şekiller kullandı. Şairlerin yoğunlaştırılmış dil kullanımından uzaklaşarak, resminde tonal katmanlara başvurdu ve imgenin duygusal etkisini artırmak için tablolarına mısralar iliştirdi. Halep grubu mensupları bu yağlıboya resimleri doyurucu bulmasa da, El-Müderris’in sanatsal niteliğe neredeyse hiç aldırmadan yaptığı çok sayıdaki resim, Suriye modern sanatı için önemli bir model oluşturdu.
Adnan Müyesser, El-Feşel, 1952 dolayları.
Halep sürrealistlerinin “yeniden keşfetme” merakında sanatsal olduğu kadar kültürel bir boyut da vardı; felsefeye olan ilgileri, Herbert Read’e uzanıyordu. Read’in Britanya’da çıkan Horizon dergisinde yayınlanan metinleri Halep sürrealistleri arasında heyecanla takip ediliyordu. Halep grubu bunun da ötesinde, sürrealistlerin disiplinsiz yaratıcılık çağrısından hareketle, yaratıcı bir odak olarak Suriyeli benliğini etik temelde sorgulamaya çalıştı. Suriye ulus-devleti, kendi sınırlarını aşan medeniyetlerin maddi kalıntılarıyla aynı coğrafyayı paylaşıyordu; ancak bu mirası incelemek, galibiyete işaret etmektense trajik potansiyeli olan bir kalıtımla yüz yüze gelmek demekti. Yeniden keşfedilen Baal, Mot ve Aleyn destanları –Fransız arkeologları tarafından klasik felsefenin ve mitin kökensel metinleri (dolayısıyla büyük bir insanlık mirası) olarak methedilmekle birlikte– Suriyeli sürrealistlerin bakış açısından öldürülmüş ve yakılmış kurbanları temsil ediyordu; dolayısıyla, gerçekliğin arkasında yatan unsurları ararken Suriye uygarlığını keşfe çıkmanın ne anlama geldiğini sorgulamalarını sağlıyordu.
Adnan Müyesser, bireysel ve kolektif yazgı arasında kalan benliğin çatışmalı konumunu yansıtmayı amaçlayan Halep grubunun bu doğrultudaki ilk sanatsal deneylerini ortaya koydu. Sürrealizm ile Hollywood animasyonları arasındaki örtüşmeye ayak uydurmuş uluslararası basını yakından izleyen Müyesser, eserlerine ilgi çekici bir grafik dil kattı. Bu estetik yaklaşımlardan yararlandığı El-Feşel (Hüsran) adlı guaj çalışması, üzerinde birbirinden yalıtılmış iki varlığın bulunduğu bir çöl manzarası tasvir eder. Biri, kaçış olasılığını akla getiren, biçimi bozulmuş devasa bir merdiven; diğeri, yükselişin imkânsızlığına işaret eden, kafası ve bacakları olmayan bir gövdedir. Arzu ile gerçekleşme arasındaki aşılmaz ayrımı betimleyen bu imgenin psikolojik gücü, algısal çarpıtmalarından ileri gelir: Gövdenin kuşa benzeyen gölgesi, ruhun bedenden ayrılışını sezdirir.
Adnan Müyesser, Âfâk Cedîde, 1954 dolayları.
Müyesser’in eserlerinde, sanatsal anıtlara ruhsal fışkırmalar olarak bakan Halep sürrealistlerinin bu yaklaşımını yansıtan imgeler de bulunur. Örneğin, “foto-resim” olarak tanımladığı bir kolaj tekniğiyle yaptığı Âfâk Cedîde (Yeni Ufuklar), rüya illüzyonlarıyla dolu bir resim mekânında yerde sürünen takım elbiseli bir burjuvayı tasvir etmektedir. Kafasının yerinde, körüğü burun vazifesi gören eski tip bir fotoğraf makinesi yer alıyor. Müyesser’in bu görseli oluştururken fotoğrafçılık araçlarından yararlandığı düşünülürse, dört ressam paletinin, antik dikili taşları, hatta putları hatırlatacak şekilde manzaraya yerleştirilmiş olması manidardır. Bitimsiz bir yaratım sahnesi olarak yorumlanan kompozisyon, bilincin oyuklarında dolaşıp sunaklara mutant bir sanat taşıyan, görünüşlerin arkasındaki benliği akla getirmektedir.
El-Müderris’in sürrealizme en önemli katkısı ise, Rorschach tarzı mürekkep lekesi desenleriyle, doğaçlama şiirler ve başka oyunlarla arkadaşlarını eğlendirdiği Halep kafelerindeki teklifsiz deneylerinden doğmuştur. Bu tür desenler, kökenlerindeki oyun dürtüsüne rağmen (veya tam da bu nedenle), yaratılış ve hayatta kalma üzerine karmaşık soruları akla getirir. 1953 tarihli katlanmış bir mürekkep lekesi deseni, iki taraflı simetriyi temin edip tekinsiz bir yüz görünümü sergilerken, ben’in tanınma "sunağına” yerleştirilmiş ilk mutantlarından birini temsil eder. Ancak el-Müderris daha da ileri giderek, desene bir ay ile lekeyi bir meydan üzerinde asılı durduran iki germe direği eklemiş, böylece deseni geceleyin görülen bir sanrının kaydına dönüştürmüştür. Kafatası, çiçek ve kemik, yakılmış adakları akla getirirken, ayin ateşinin tuhaf yapılarına doğru ilerleyen hayaletler zemine gölgeler düşürmektedir.
Fatih el-Müderris, Desen, 1953
Bütünlüğü içinde ele alındığında, geçici bir performans olarak ortaya çıkan ancak bir nevi tablet olarak hayatta kalan bu mürekkep lekesi desen, Halep sürrealistlerinin her türlü sanatın kaynağı olarak gördüğü zorlantılı [compulsive] yaratıcılığın örneğidir. El-Müderris, resmine imge üstüne imge eklerken, diğer birçok Suriyeli gibi, ritüelleşmiş yaratma ve ortadan kaldırma süreçlerine katılmıştır. Psikoloji ve eski çağ okumalarından bildiği bu tarih, mürekkep lekesi desenini çift yönlü bir gücü olan bir nesneye dönüştürmüştür: hem dünyanın yüzeyinin altında gizlenen korkutucu tezahürlerin gösterimi, hem de ortaklaşa hayatın merkezinde yer alan Ben, kendilik ve imge arasındaki besleyici ama acı verici ilişkilerin sureti.
Anneka Lenssen'in, Londra Tate Modern’da açılan “Surrealism Beyond Borders” sergisinin kataloğu için yazdığı “Aleppo” başlıklı bölümün çevirisidir.