Dünya bundan daha büyük buhran dönemleri de gördü. Dehşet verici yüzyıllar içinden geçti. Yine de tarihin alacakaranlığında bile işlerin daha iyiye gideceğine yönelik bir umut hep vardı. Oysa bugün, belirleyici niteliği tarihsel amnezi olan, hem geçmişin hem de tahayyül edilebilecek bir geleceğin daha önce hiç olmadığı kadar yoğun biçimde bastırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlığın kurtuluşuna dair bir hayalin en iyi ihtimalle saflık ya da düpedüz geleceği tahakküm altına alma arzusu olarak yargılandığı bir başka dönem düşünmek zor. 21. yüzyılın benzersiz dinamiği ütopik olanın değer yitimi gibi görünüyor.
Ütopyadan vazgeçmek, mümkün ve arzulanan bir gelecekten de vazgeçmek anlamına gelmez mi? Toplumsal ortaklıklarımıza dair kaygıları bir kenara mı bırakacağız? Ütopya eklentisi olmayan sanatsal veya siyasi bir eylem düşünmek mümkün mü? Siyaset ve sanat bir yana “umut ilkesini” yaşatmak için hayat ve hayal arasında ki üretken mesafeyi koruyan ütopyacı itkiden vazgeçemeyiz.
Ütopyacı itki her zaman duyusal formlarla birlikte çalışır. Ütopyalar hayatın şiir gibi aktığı, toplumsal ilişkilerin bir katedral gibi kurulduğu, kentin bir senfoni gibi duyulduğu “var olmayan ülkeye” beslenen arzunun tutanaklarıdır. Bu arzunun yükseldiği dönemlerde sanatın göreve çağrılması ütopyanın öncelikle bir biçim sorunu olduğunun kanıtıdır. Geleceğin duyumsal ve maddi formlarla araştırılması gerekmektedir. Estetik ve politika böylece birbirine bağlanır; Sanatçı, “avangard” kimliğini böylece kuşanır. 20. yüzyıl boyunca Fütürizm, Dada, De Stijl, Bauhaus, Süprematizm, Sürrealizm ve Konstrüktivizm, sanatın değeri ve toplumsal yaşamdaki yeri üzerine teoride ve pratikte üretim yaparken, ütopyalar için imgesel sığınaklar da inşa ederler. Ütopyayı politika ve arzu, toplum ve birey, makine ve beden arasına bir yere, belki de “yok yere” yerleştirirler.
Ütopyalar üretmenin koşulları ne zaman ve nasıl ortadan kalktı? Yaşanan büyük hayal kırıklıkları düşünüldüğünde ütopyalar çağının kapanışı beklenmedik değil. Belki de asıl tartışma yorgunluk ve yılgınlık değil, Soğuk Savaş döneminden itibaren ütopya korkusu, kaygısı ve hatta karşıtlığının ideolojik olarak beslendiği gerçeğidir. Her tür kılavuz ilkenin, hedeflerin ve tasarıların zamanın belirlenmemişliğini ve açıklığını baştan sömürgeleştirdiğini iddia eden, faşizmin ve sosyalizmin estetiğini aynı kefeye koyan, ütopyacı düşünceyi ezici bir gerçeklik tasarısına indirgeyen bir tavır, kültür alanında gücünü koruyor. Ütopyalar da, Tarihsel Avangard’la birlikte, zorla modernleştirme projesi, planlı, teolojik bir gelecek vaadi olduğu gerekçesiyle mahkum ediliyor.
Çağın yüzü karardıkça şu soru giderek daha da önemli hale geliyor: Gündelik hayatı yeniden inşa etme arzusunu, ideolojik araçsal tahakkümden kurtaracak ütopik bir düşünce biçimi hâlâ savunulamaz mı? Ütopya toplumsal hayatın alternatif biçimlerini tartışma anlamıyla yeniden sahiplenilemez mi?
Ütopya literatürü, bugünü feda etmeden ve bugüne tutsak olmadan henüz oluşmamış bir geleceğin muştulanmasına imkân tanıyan zengin bir kaynak olarak yeniden keşfedilmeyi bekliyor. El Lissitzsky 1920 yılında şöyle söylüyordu: “Bizim için Süprematizm tamamlanmış evrensel bir sistemin mutlak biçiminin tanınmasının göstergesi değildir. Tam tersine tüm saflığıyla yeni, belirgin, hiç tecrübe edilmemiş bir dünya planının göstergesidir –iç dünyamızı sorgulayan ve henüz oluşumunun ilk evresindeki bir dünya.”
ARTİST 2017 / 27. İstanbul Sanat Fuarı, ütopyaları tarihsel, kavramsal ve güncel olmak üzere üç ana başlık altında ele alıyor. Sergiler, konserler, performanslar, tartışmalar, atölyeler, gösterimler ve yayınlarla, ütopyaları keşfe çıkıyor. 13. Yüzyıl Anadolu dervişleri ve Şeyh Bedreddin’den, Sovyet Avangard’ına; Cyborglar ve bilim-kurgu edebiyatından, alternatif ekonomilere; ekolojik hareketlerden, pedagojik deneyimlere uzanıyor. Ütopya kavramının taşıdığı farklı zamansallık anlayışlarının siyasi boyutlarını araştırmaya açıyor. Günümüzde ne tür bir tarih algısının ütopyaları imkânsız kıldığını anlamayı öneriyor. Kavramsal olarak ütopyayı, nostalji ve özgürlük, politika ve estetik, sanat ve tasarım ilişkileri bağlamında tartışmayı önemsiyor. “Gerçekçi ütopyalar,” ekonomik kriz dalgalarıyla daha da önem kazanmış üretim ve tüketim kooperatiflerine, queer ve feminist yaşam biçimine, bedende ve doğada soluk alan ütopyalara yer açıyor.
Tüyap bu yıl da geçen yıl olduğu gibi lidersiz, hayalperest ve çatışmalı bir duyusal kamusal alan olmaya hazırlanıyor. Ekonomik ve sembolik kâr amacı olmayan bir takım oyunu kuruyor. Mekanın fiziksel avantajlarını tartışmanın ufkunu genişletmek için değerlendirmeyi önemsiyor. 4-12 Kasım 2017 tarihleri arasında tüm katılımcıları her anlamda sınır ötesi bir deyim alanını kolektif olarak üretmeye, ütopyaları nostaljiden, ahlaki tuzu kuruluktan, popülist propagandadan ve umutsuzluktan kurtarmaya davet ediyor.