Sabahları, Uruguaylı yazar Eduardo Galeano ve eşi Helena Villagra kahvaltı sofrasında birbirlerine bir gece evvel gördükleri rüyaları anlatıyorlar. “Benimkiler hep abuk sabuk rüyalar. Çoğunlukla ne gördüğümü hatırlamıyorum. Hatırladıklarım da hep saçma sapan rüyalar; uçağı kaçırmışım ya da bürokratik sorunlarla boğuşuyorum. Oysa Helena çok güzel rüyalar görüyor.”
Helena bir gece rüyasında havaalanında olduklarını görmüş. Yolcular yanlarında yastıklarını taşıyormuş. Uçağa binmeden önce güvenlik görevlileri yastıkları, bir gece öncenin uykusundan üzerlerine sinmiş rüyaları okuyabilen bir makineden geçiriyor; bozguncu unsurlar taşıyan rüyalara geçit vermiyorlarmış. Galeano, bu rüyanın güzelliği karşısında kendininkilerin sıradanlığından utanmış.
Galeano’nun gerçekçiliğinin pek büyülü bir yanı yok. Buna mukabil, utanılacak bir tarafı da yok. Mesleğe gazetecilikten geçen Galeano, edebiyat dışı yazına nükteli ve şiirsel bir dil katarak küreselleşme karşıtı hareketin başşairi haline geldi. 2009’da, Hugo Chávez Barack Obama’nın eline Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı (1971) tutuşturunca, kitap bir anda Amazon sıralamasında 54.295’ten 2’ye yükseldi.
“Bazıları gazeteciliği edebiyatın karanlık yüzü olarak görür, gazetecilerin kitap yazma girişimlerine de bu karanlığın en zifiri noktası olarak bakarlar. Ben öyle düşünmüyorum. Bence grafiti de dahil olmak üzere her tür yazılı eser edebiyatın parçasıdır. Senelerdir kitap yazıyorum ama gazetecilikten yetişmeyim ve eserlerimde bu eğitimin izlerine rastlamak mümkün. Dünyanın gerçeklerini görmemi sağladığı için gazeteciliğe minnettarım.”
Gerçekler epey tatsız gözüküyor. “Bu dünyada demokrasi diye bir şey yok. IMF ve Dünya Bankası gibi dünyanın en etkili kurumları topu topu üç-dört ülkenin denetiminde. Diğerleri olup biteni seyretmekle yetiniyor. Dünya savaş ekonomisinin ve kültürünün etrafında örgütlenmiş durumda.”
Buna rağmen, Galeano’nun ne eserlerinde ne de hal ve tavrında umutsuzluğun ya da melankolinin izine rastlamak mümkün. İspanya’daki Öfkeliler hareketi sırasında Madrid’deki Puerto del Sol’da genç direnişçilerle tanışmış. Aralarından biri Galeano’ya mücadelelerinin ne kadar süreceğini düşündüğünü sormuş. Galeano şöyle cevap vermiş: “Merak etme. [Mücadele etmek] sevişmek gibidir. Sürdüğü müddetçe sonsuzdur. İsterse bir dakika sürsün. O bir dakika bir yıldan daha uzun bir süre gibi gelebilir.”
Bu Galeano’nun üslubu: Zamanı arkasına alarak bilmece gibi olmasa da esrarengiz ve esprili bir şekilde konuşuyor. Galeano’nun dünya görüşü karmaşık değil – tüm gücü zenginlerin elinde toplayan ve fakirleri ezen askerî ve ekonomik çıkarlar dünyayı yıkıma sürüklüyor. Oldukça kapsamlı bir tarihsel bağlam içinden yazıyor; eserlerinde 15. yüzyıldan, hatta daha da eskilerden örneklere rastlamak mümkün. Mevcut durumu yeni bir gelişme olarak değil, fetihlere ve direnişlere yazgılı bir gezegende aralıksız sürüp giden bir sürecin duraklarından biri olarak görüyor. “Tarih hiçbir zaman gerçekten ‘hoşçakal’ demez; ‘görüşmek üzere’ der.”
Takvimdeki her günün özenli bir portresini çizdiği son kitabı Ve Günler Yürümeye Başladı’da Galeano’nun edebiyatını tanımlayan tüm bu nitelikler –muammalı, esprili, tarihsel ve gerçekçi unsurlar– iç içe geçiyor. Amaç, geçmişte yaşanmış olayları gün yüzüne çıkararak şimdiki zamanın bağlamına oturtmak; yüzyılları iç içe geçirerek süreklilikleri göz önüne sermek. Sonuç bir tür hicvî kazı; unutulmuş ya da kayıp hikâyeleri gömüldükleri yerden söküyor ve tüm ihtişamları, korkunçlukları ya da saçmalıkları içinde bizlere sunuyor.
1 Temmuz maddesinin başlığı “Yeryüzünden Bir Terörist Daha Silindi”: “2008 senesinde, Amerika Birleşik Devletleri Nelson Mandela’yı tehlikeli teröristler listesinden çıkarma kararı aldı. Yeryüzündeki en saygın Afrikalı 60 yıl boyunca o meşum listede yer almıştı.” 12 Ekim “Keşif” başlığıyla kayda düşülmüş ve şu cümleyle açılıyor: “1942’de yerliler Kızılderili olduklarını ve Amerika’da yaşadıklarını keşfettiler.”
“Kutlu Savaş” başlığını taşıyan 10 Aralık maddesi ise, kabul konuşmasında “bazı zamanlar vardır, ülkeler güç kullanımını yalnızca mecburi değil, aynı zamanda ahlaken meşru da bulabilirler” diyen Obama’nın Nobel Barış Ödülü almasına ithaf edilmiş. Galeano şöyle yazıyor: “Bundan 450 yıl önce, Nobel Ödülü diye bir şey yokken ve kötülük, petrol sahibi toprakların yerine gümüş ve altın sahibi ülkeleri mesken tutmuşken, İspanyol hukukçu Juan Ginés de Sepúlveda da aynı şekilde savaşın ‘yalnızca mecburi değil, aynı zamanda ahlaken meşru’ olduğunu savunmuştu.”
Böylece, Galeano geçmişten geleceğe ani geçişler yaparak alaycı ve keskin bir zekâyla ikisi arasında bağlantılar kuruyor. “İnsanlığın gökkuşağı” olarak adlandırdığı şeyi canlı renklerine kavuşturmak istediğini söylüyor. Galeano’ya göre, “İnsanlığın gökkuşağı, bildiğimiz gökkuşağından çok daha güzel”. “Ama militarizm, maçizm ve ırkçılık onu görmemizi engelliyor. Körleşmenin bin bir yolu var. Biz küçük şeylere ve küçük insanlara körüz.”
Körlüğe giden en kestirme yolun, görme yetimizi değil, hafızamızı kaybetmekten geçtiğini düşünüyor. “Korkarım hepimiz hafıza kaybından mustaribiz. Güzelliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya olan insanlığın gökkuşağının anısını canlandırmak için yazdım.”
Peki bu unutkanlığın sorumlusu kim? Sorumlu, “tek bir insan değil;” “kimin hatırlanmaya değer olduğuna, kimin unutulmayı hak ettiğine sürekli olarak insanlık adına karar veren bir iktidar sistemi. Bize söylediklerinden çok daha fazlasıyız. Çok daha güzeliz.”
The Guardian’da yayınlanan Eduardo Galeano: ‘My great fear is that we are all suffering from amnesia’ başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrilmiştir.