Egon Schiele Sergileri

22/10/2014 / skopbülten

 

  

 

Londra, Zürih, Tulln (Avusturya) ve New York’taki dört müzede arka arkaya Egon Schiele sergileri açılıyor.[1] Bu sayede sanatçının, ahlaki konformizmin bayağılaştırmaya çabalayarak örtbas ettiği, son derecede derin ve muamma dolu evreni yeniden tartışmaya açılıyor.

Yirmi sekiz yıllık ömründe (1890-1918), daha ziyade kendinin ve yakınları olan modellerinin çıplak bedenlerini resmeden Schiele, “nü” janrının antik sanattan beri sürüp gelen geleneğinin yerleştirdiği güzellik algısını paramparça etmişti, çirkinleştirmişti. Çıplağı, insanı kutsallaştıran klasik-mimetik kalıplarından sökerek, doğamızı belirleyen ilksel arzuların, erotizmin, şiddetin, ifratın, ihlalin, ölümün gövdesi olarak hayal etmişti.  İnsan aklının baştan beri bastırdığı bu duyuların modern asabiyetine teslim olmuştu. Çünkü çıplaklığı kendisi öyle yaşıyordu. Sonuçta, duyduklarının hakikatini arayan resimleri, sadece insanların “nü” tablolarda ve sanatta aradıkları güzellik idealine saldırmakla kalmıyor; görmek, bilmek istemedikleri köklerini, doğalarını teşhir ederek onları dehşete düşürüyordu. Başkalarını da soyuyor, çıplaklaştırıyor, riyalarını yüzlerine vuruyordu. O nedenle, erginlerin ayıpladığı resimleri, hep ‘terbiyesiz’ çocukları meraklandırmıştı. Çıplaklarının  çocuklar tarafından gördüğü bu ilgi nedeniyle, sevgilisi ve modeliyle birlikte Viyana’dan kaçarak gittiği, annesinin memleketi Kramau’dan kovulmuşlardı. Ardından gittikleri, Neulengbach kentinde de, Schiele çocukları baştan çıkardığı iddiasıyla tutuklanacak ve yirmi dört gün hapiste yatacaktı. Mahkemede bu iddia düşecek ama edepsiz resimlerini çocuklara sergilemekten ceza giyecekti. Dahası, hâkim bir resmini mahkeme salonunda yakacaktı.

 

   

 

   

 

Schiele’nin resmi, sanat tarihinin “nü” gibi birtakım janrları, formalist stilleri içinde anlamlandırılamaz. Çünkü onun resmi, çıplaklığın değil nevrozun resmidir. Schiele’de cinsellik, nevrozun ifadesidir; bir takıntının, gerilimin, angst'ın, depresyonun, hüsranın, çaresizliğin ifadesidir. Georg Simmel’in “Metropol ve Tinsel Hayat”ta incelediği[2] bıkkınlığın imgesidir. Egon Schiele’nin çıplaklarında, uygarlığın ve metropol hayatının, cinselliği doğallığından sökerek kültürelleştirmesinin doğurduğu dramayı okuruz. Cinsellik burada hazdan uzak –ama belki de baştan hazzın içerdiği– bir eziyettir; bir mahkûmiyet, mecburiyet, maraziyettir; bir psikozdur. Ezilmişliktir, acınası bir zavallıktır. Ama nihayetinde Schiele’nin sanatı, modern hayatın cenderesine isyan eden bir özgürlük çağrısıdır.

Sanat tarihçileri Schiele’nin estetiğini, hep ustası ve hamisi saydıkları Gustav Klimt’in ve çağdaşı Oskar Kokoschka’nın eseriyle kıyaslarlar. Kuşkusuz, Freud’un da önemli entelektüellerinden biri sayılması gereken Viyana Modernizmi’nin (Seccession) Schiele üzerindeki etkisi belirleyicidir. Ama Schiele’nin ruhunu ve estetiğini paylaşanlar, asıl Hans Bellmer ve Georg Grosz gibi Alman ekspresyonizminden çağdaşlarıdır. Onlarda da cinsellik, modern kentin ve yaşadıkları savaşın dehşetiyle iç içedir. Viyana sanatçıları arasındaki şiddet-cinsellik-ölüm bağımlılığı, çağdaş sanatın yarattığı performanslarla, happening’lerle, fluxus ve body art hareketleriyle 1970’lerde yeniden canlanır. O yıllarda ortaya çıkan Viennese Actionism, belki de sanatın ilk dinsel ritüellerden bu yana görülmüş en “vahşi” deneylerini yaratır. [AA]

 

           Hans Bellmer

                                               Georg Grosz 



[1] “Egon Schiele: The Radical Nude”, The Courtauld Gallery, Londra, 23 Ekim 2014-18 Ocak 2015; “Egon Schiele-Jenny Saville”, Kunsthaus, Zürih, 10 Ekim 2014-25 Ocak 2015; “Egon Sciele: Beginning and End”, Tulln, 26 Ekim’e kadar; “Egon Schiele: Portraits”, Neue Galerie, 9 Ekim 2014-19 Ocak 2015.

[2] Georg Simmel, Modern Kültürde Çatışma (İstanbul: İletişim-SanatHayat, 2003), s. 85-102.

ekspresyonizm, erotizm