Klasik Batı kültürünün çözünmesi, ancak binlerce yıllık bir toplumsal ilkenin tümden çökmesi ve yerine insan dirimselliğinin acil ihtiyaçları temeline oturtulmuş yasaları olan bir sistemin getirilmesiyle sonuçlanacak bir toplumsal evrim arka planında anlaşılabilecek bir olaydır. Yönetici sınıfların tarihte yaratıcı bilinç üzerinde uyguladıkları nüfuz, sanatı gitgide bağımlı bir konuma indirgemiş ve sonunda sanatın gerçek ruhsal işlevine yalnızca, düş kırıklığı içinde ve uzun bir mücadele sonunda, biçimsel kalıpları kırmayı ve yaratıcı etkinliğin temel ilkelerini yeniden keşfetmeyi başaran birkaç dâhi erişebilir hale gelmişti.
[…]
Bir zamanlar imparatorları ve papaları yücelten Batı sanatı, artık güçlenen burjuvaziye hizmet etmeye başladı ve burjuva ideallerini yücelten bir araç haline geldi. Bu idealler, ekonomik temellerinin ortadan kalkmasıyla birlikte, kurguya dönüştü artık; böylece önümüzde, bütün bir kültürel uylaşımlar bileşkesinin anlamını yitirdiği ve yeni bir özgürlüğün en birincil yaşam kaynağından elde edilebileceği yeni bir çağ var. Ama tıpkı toplumsal devrimlerdeki gibi, bu tinsel devrim de çatışma olmadan gerçekleştirilemez. Burjuva zihni inatla kendi estetik idealine tutunmakta ve son bir umutsuz çabayla ilgisiz kitleleri aynı inanca döndürmeye çalışmak için elinden geleni yapmakta. Genel ilgisizlik ortamı fırsat bilinerek, dirimsel duygulardan kaynaklanan yeni, çatışkılı bir güzellik anlayışının yeşermesini önlemek için tasarlanmış, “güzellik ideali” olarak söz edilen bir şeye özel bir toplumsal gereksinim olduğu öneriliyor.
Daha Birinci Dünya Savaşı’nda DADA hareketi, şiddet aracıyla, eski güzellik idealinden kopmaya girişmişti. Gerçi bu hareket, işin içindeki sanatçıların özgürlük mücadelelerinin onları toplumun tam da temellerini sağlayan yasalarla çatışmaya soktuğunu algılamasıyla, gitgide siyasal sahnede yoğunlaşmıştı; ama bu çatışma yeni bir sanatsal vizyonun doğuşuna da yardım etti.
1924’te Sürrealist Manifesto gizli kalmış bir yaratıcı itkiyi açığa çıkararak ortaya çıktığında, yeni bir esin kaynağı keşfedilmiş gibiydi. Ama BRETON’un hareketi, temel ilkesini elle tutulabilir bir değere dönüştürmeyi bile başaramadan, kendi entelektüelliğinde boğuldu. Zira bir fikirler sanatı olan sürrealizm hareketi, eski sınıfsal kültürün hastalığından mustaripti ve bu kültürün kendi adına sahiplendiği değerleri yıkmayı başaramadı.
İnsan tinini edilginlikten kurtarmanın anahtarı tam da bu yıkım edimindedir. Herkesi kapsayacak bir halk sanatının yeşermesinin temel önkoşuludur. Genel toplumsal iktidarsızlık, kitlelerin edilginliği, kültürel normların yaşamsal güçlerin doğal ifadesi önüne koydukları engellerin işaretidir. Dirimsel ifadeye olan bu birincil gereksinimin karşılanması yaşamın itici gücüdür, tüm yaşamsal zayıflığın devasıdır. Sanatı tinsel esenlik gücüne dönüştürür. Sanat herkesin malıdır ve bundan dolayı sanatı küçük bir uzmanlar ve erbaplar zümresinin alanına indirgeyen tüm sınırlamalar kaldırılmalıdır.
Ancak bu halk sanatı, illa ki halkın koyduğu normlarla uyum içinde olacak değildir, zira halk farklı bir şey deneme fırsatı bulmadıkça, neyle yetiştirildiyse onu bekler. Başka deyişle halkın kendisi de bilfiil sanat yapımında yer alsın. Halk sanatı yalnızca doğal ve dolayısıyla genel bir ifade gereksiniminden beslenen bir ifade biçimidir. Bu sanat, peşinen tasarlanmış bir estetik idealin yarattığı sorunları çözmek yerine, yalnızca anlatım gücünün normlarını kabul eder, yalnızca kendi sezgileriyle yönünü bulur. Halk sanatının büyük değeri şundadır ki, tam da eğitilmemiş kişilerin ifade biçimi olduğundan ötürü bilinçdışına olanaklı en geniş alan bırakılmakta ve böylece yaşamın gizinin anlaşılması yolunda daha da geniş bakış açıları sağlanmaktadır. […]
Bu değişim döneminde yaratıcı sanatçının rolü yalnızca devrimcinin rolü olabilir: boş ve sıkıcı bir estetiğin son kalıntılarını yok etmek, insan zihninde hâlâ bilinçsizce uyuyan yaratıcı içgüdüleri uyandırmak onun görevidir. Bu, tanımlamayan ama öneren bir sanat sayesinde, çağrışımlar ve beraberinde getirdikleri spekülasyonların uyarılmasıyla, yeni ve fantastik bir görme biçimiyle mümkün olacaktır. Estetik uylaşımlar bilinçdışının işleyişini engellemeye son verdiğinde, sanat izleyicisinin (insan doğasında verili olan) yaratıcı yeteneği bu yeni görme biçimini herkesin ulaşabileceği bir yere getirecektir.
[…]
Bizim sanatımız devrimci bir dönemin sanatıdır: hem batmakta olan bir dünyanın tepkisi hem de yeni bir çağın müjdecisi. Bundan ötürü, ilkinin ideallerine uymaz, öte yandan ikincisininki de henüz yaratılmayı beklemektedir. Ama dirençle karşılaştığı ölçüde güçlü bir hayat kuvvetinin ifadesidir ve yeni bir toplum kurma mücadelesinde hatırı sayılır öneme sahiptir. Burjuva tini ise hayatın her alanına nüfuz etmiş durumda, hatta zaman zaman halka (yani kendi eline bırakılmış özel bir halka) sanat götürme iddiasında bile bulunuyor…
1948
Sanat Manifestoları: Avangard Sanat ve Direniş içinden alıntılanmıştır, der. ve sunuş Ali Artun (İstanbul: İletişim, 2010) s. 261-268.